Bu satırları okumaya başlayanlar arasında; torun, evlat, kardeş, öğrenci, akraba vb. namına merkezi sınavla öğrenci alan liselerin LGS taban puanlarını inceleyenler ve lise kayıtları için koşturanlar, az değildir. Evlat namına bu işlerle meşgul olurken imam hatip liselerinin Türkiye sathındaki yaygınlığı ile yüzleşmek durumunda kaldım. Neredeyse her dört devlet lisesinden biri imam hatip, her beş liseliden biri de imam hatip öğrencisi olmuş.

Aranızda “Günaydın yazar, dini rejim inşasında kat edilen yoldan yeni mi haberin oluyor” diyenler olacaktır. Ben farklı düşünüyorum. Açayım: Örneğin köy enstitülerini kuranların niyetleri ile köy enstitülerinin etkisi arasında muazzam bir örtüşme -belki niyetlenenin de ötesine uzanan bir örtüşme- söz konusuydu. İmam hatipleri bu düzeyde yaygınlaştıranların niyetleri (İslami rejimin militan kadro fideliği) ile imam hatiplerin etkileri arasında bu düzeye yaklaşan bir örtüşme olmadı, olmaz ve olmayacaktır da. İmam hatipler tam anlamıyla bir “neye niyet, neye kısmet” dünyasıdır; siyasal etkilerinde, toplumsal sınıf konumları çok daha belirleyici olacaktır. Neden m? Açayım:

Merkezi sınavla öğrenci alan devlet liseleri içinde Anadolu İmam hatip Liselerinin payı %22.6; fen liselerinde bu oran %14, Anadolu liselerinde ise %16 seviyesinde. Liselerin yarıya yakını da meslek ve teknik lise türünde. Bir de yeni gelişen sosyal bilim liseleri var. Henüz özel okullara gelmeden, sadece devlet okulları için 2019’daki en düşük yüzdelik dilim ortalamasına bakıldığında, lise türleri arasındaki muazzam farklılaşmayla irkiliyorsunuz. En düşük yüzdelik dilim ortalaması, fen liselerinde %6, Anadolu liselerinde %34, teknik liselerde %48, imam hatiplerde % 59 ve meslek liselerinde %63.

Bu tabloya bir de varlığı otuz yılı bulan açık öğretim liseleri ile çeyrek asırlık açık orta öğretim programlarını ilave edelim. Hesaba geçmeden önce belirtmeliyim ki ortaokul ve lise seviyelerinde açık öğretim demek, resmi olarak örgün öğrenim kapsamında görünüp fiili olarak bu çatının dışında olmak, demektir ve 5,5 milyonu aşkın lise öğrencisinin %25’i açık liseye kayıtlıdır. Bu sene bir milyon sekiz yüz bini bulan 8. Sınıf mezunları arasından, fiili olarak örgün öğretimin dışına fırlatılacak olanların %25’i aşan oranlarda olacağını söylemek kehanet sayılmamalı. Ortaokulda açık öğretimin payı henüz %3’ler seviyesindedir ve fakat iki yüz bin kadar öğrencinin %62’si kadındır. Açık lisede ise tam tersi söz konusu; sayıları bir milyon dört yüz bini bulan öğrencilerin %58’i erkek. Onbeş yaşında iken işgücü piyasasına fırlatılan, ancak öğrenci olmaları nedeniyle işsizlik rakamlarını kabartma ihtimali bulunmayan bir bölük de gittikçe çoğalmaktadır.

Siyasal bir rejim inşasının öğretim alanındaki göstergeleri bunlar olamaz! Bu verilerde ayan beyan olan, kır ve kent emekçi çocuklarının en dip sınıf konumuna nasıl mıhlandıklarıdır. Eğitim yoluyla yukarı doğru toplumsal hareketlilik, Cumhuriyetin faziletlerinden biri değil miydi? Köy enstitüleri ve öğretmen okulları, öğrencilerine kendi ebeveynlerinin yaşam koşullarını kat be kat aşan bir dünya sundu. İzleyen kuşaklar, sınırlı da olsa 68 Kuşağı, 78 Kuşağının büyük çoğunluğu ve 90 Kuşağı, kamusal öğretim olanaklarıyla kendi kapasitelerini geliştirme ve gerçekleşme olanakları buldular ve evet sol jargonla “sınıf atladılar”.

Neoliberalizm denen fenalık, emekçi çocuklarını işgücü piyasasının en dibine doğru iten ve yoksulluk döngüsünün çeperini genişleterek ivmelendiren bir etki yaptı. Bu sınıf programın en hırslı savunucusu ve uygulayıcısı olan AKP, kendisinden önce başlayan bu eğilimi kurumsallaştırdı. Bu durumda İslamcı yönetici sınıf, imam hatiplilere ne sunabilir? Dava mı? Neferleri ile kader ortaklığı yapmayanların davası, lafı güzahtır; ihtimal ki dava retoriğinin bu içeriğini en erken imam hatipliler fark etmektedirler.

60’lı, 70’li, 80’li yılların yoksul ebeveynleri çocuklarını okutmak için çırpınırdı; birçok profesyonel meslek sahibinin bireysel öyküsünde saçını süpürge etmiş bir ana motifi mutlaka vardır. Bugün daha iyi anlıyoruz ki, anaların o yöndeki arzu ve çabaları, kamusal ve laik öğrenim olanakları ile son derece ilişkili imiş. Bugün emekçi ailelere “çocukları okutacak mısınız”, diye sorduğunuzda, parola niteliğinde bir yanıt alırsınız: “Gittiklere yere kadar.” Güçlü sezgileri ile emekçiler, kendi çocuklarını toplumsal tabakalaşmanın üst basamaklarına taşıyacak o yolun, baştan kapalı olduğunu bilirler.

Sosyalistler olarak “sınıf atlamayı”, sınıftan kaçma olarak gördük ve eleştirdik; işçi sınıfıyla kaderleri birleştirmek için sanki işçi kalmak zorunluymuş gibi. Artık emekçi çocuklarına o yol da kapalı; üstelik üstlerine mezhebi bir din de faş ediliyor. İmam hatiplilerin, kahredici sermaye düzenine duyulan ahlaki öfkeyi dini kod ve sembollerle ifade eden bir sınıf hareketinin yapıcıları olma ihtimali, Siyasal İslam fideliği olma ihtimallerinden çok daha yüksektir.