Kamusal eğitimin yeniden güçlü bir şekilde inşa edilmesi ve parasız, laik, bilimsel eğitimin genel yurttaşlık hakkı olarak yeniden tanımlanması demektir. Bu da AKP’nin yarattığı eğitim tablosunu tümüyle tersine döndürmek demektir.

Eğitimde fırsat eşitliği mi dediniz?

Nejla Doğan

MEB, 1-3 Aralık tarihleri arasında “Eğitimde Fırsat Eşitliği” ana temasıyla Milli Eğitim Şurası’nı toplayacağını duyurdu. 2018’de olağan takviminde toplan(a)mayan ve yetki alanı Saray’a bağlı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu’na aktarılmış olan MEB Şurası’nın yeniden akla gelmesi, dahası “fırsat eşitliği” söylemiyle geri dönmesi şu soruları sormayı zorunlu kılıyor: Kamusal eğitimin çöktüğü ve eşitliğin kırıntısının dahi kalmadığı koşullarda, Şura’nın teması ne kadar inandırıcı? MEB nasıl oldu da bugün “fırsat eşitliği”ni hatırladı? Üstelik Türkiye tarihinde “eşit eğitim hakkı”na karşı en sistematik saldırı, bizzat AKP iktidarındaki MEB yönetimleri tarafından yapılmışken…


Elbette buradaki en önemli etken, eğitimdeki eşitsizlik ve adaletsizliklere karşı toplumda biriken öfkenin gittikçe daha geniş kesimleri içine alması ve içinde bulunduğumuz seçim ikliminin iktidarı bir söylem üretmeye zorlamasıdır. Bugün bu öfke sadece emekçi sınıflarla da sınırlı değil; ekonomik kriz karşısında gittikçe yoksullaşan ve nitelikli eğitim için sürekli para ödemek zorunda kalan orta sınıflar da artık bu durumun sürdürülemez olduğunu görüyor. Pandemide yaşanan eğitim krizi ile son dönemde üniversite öğrencilerinin yaşadığı barınma sorunu ise biriken bu öfkeyi, kendiliğinden bir muhalefete dönüştürmüş görünüyor. Büyük kısmı örgütsüz olsa da bu eğitim muhalefeti gittikçe sesini yükseltiyor. Ömrünü uzatmaya çalışan iktidar ise özellikle genç seçmenler arasında etkili olmaya başlayan bu muhalif dalgaya karşı artık bir manevra yapmak, hayata geçirmeyeceği vaatler vermek zorunda kalıyor.

Eşitsizlikler AKP’nin eseri!

Ancak iktidarın bugün öne sürdüğü “fırsat eşitliği” vaadinden politik olarak ne kadar uzak olduğunu görmek için eğitim eşitsizliklerinin en önemli ayağını oluşturan özelleştirme kararlarına bakmak yeterli. AKP’nin daha ilk yıllarında gerçekleştirilen 2006 Şura’sında özel sektörün eğitime yatırım yapması gerektiğinin altı önemle çizilmiş ve bu teşvikin okul öncesi eğitimi ve mesleki eğitimi de kapsaması istenmiştir. 2010 Şurası’nda bir adım daha ileri gidilerek çocuklarını özel okullara gönderen ailelere, resmi okullardaki bir öğrenci maliyetinin yarısı kadar maddi destek verilmesi ve bu yolla devletin eğitim harcamalarının azaltılması kararı alınmıştır. 2023 Eğitim Vizyonu’nda ise özel okullaşma sürecinin daha esnek bir yapıya evrilmesi ve bürokrasisinin azaltılması kararlaştırılmıştır.

Bu kararlar vahşi bir özel okullaşma sürecinin önünü açmış, buna eşlik eden kamu okullarının niteliksizleştirilmesi ve imam hatipleştirilmesi süreci de özel okullara talebi artırarak bu dönüşüme ivme kazandırmıştır. Parası olan ya da kredi borcunu göze alan aileler laik ve nitelikli eğitime satın alma yoluyla ulaşırken; yoksul kesimler için iyi bir eğitime erişim hakkı ortadan kalkmıştır. Nitekim bugün her dört okuldan birinin özel okul olması, fırsat eşitsizliklerinin ne kadar derinleştiğini göstermektedir. Diğer yandan eğitimin özelleştirilmesi süreci sadece nitelikli eğitim ve laiklik satan özel sermayenin değil, tarikat, cemaat ve dinci derneklerin de önünü açmıştır. Özellikle okul öncesi eğitim ve öğrenci yurtlarında örgütlenen dinci kuruluşlar, bu alanlarda MEB’in yarattığı boşluğu doldurmakta ve yoksul öğrencileri hedeflemektedir. Bu da parası olanla olmayan arasındaki eşitsizliği, gericiliğe maruz kalma boyutuyla bir kez daha derinleştirmektedir.

2010 Şurası’nda devletin eğitim harcamalarının azaltılması için özel okulların teşvik edilmesi kararını alan, 2023 Eğitim Vizyonu’nda da kamu okullarının finansmanında hayırseverlere ve uluslararası fonlara başvurulmasını isteyen MEB, kendi kamusal sorumluluklarını devretme tutumunu kararlı bir biçimde sürdürmüştür. Bu da okullardaki birçok masraf kaleminin ailelere fatura edilmesi anlamına gelmiştir. Böylece eşitsizliklerin üretimi özel okullarla sınırlı kalmamış; devlet okulları arasında da toplanan aidata göre ayrıcalıklı olanlar ortaya çıkmıştır. Hatta bazı devlet okullarında yüksek aidat ödeyen ailelerin çocukları için mevcudu daha düşük, fazladan dil, sanat vb. derslerin okutulduğu özel sınıflar açılmış; aynı okul çatısı altındaki öğrenciler arasında dahi fırsat eşitsizlikleri yaratılmıştır.

Fırsat eşitliğine yönelik önemli saldırılardan biri de 2010 Şurası’ndan sonra 4+4+4 sisteminin hayata geçirilmesidir. Bu sistem eğitimde dinselleşmenin önünü açmasının yanı sıra, 8 yıllık kesintisiz eğitime de son vermiş, böylece özellikle yoksul öğrencilerin eğitim hayatından kopuşunu hızlandırmış; örgün eğitimi bırakan öğrencilerin büyük kısmı açık öğretime yönelirken aynı zamanda çocuk işçiliğinin ve çocuk yaşta evliliklerin önü açılmıştır. Dolayısıyla milyonlarca öğrencinin eğitim hakkıyla birlikte çocukluğunu yaşama fırsatı da ortadan kalkmıştır.

Tüm bunlara, imam hatip ve meslek liselerine zorla yönlendirilen öğrencileri; ayrıca köy okulları ve yatılı bölge okullarının kapatılması ve taşımalı eğitimin alanının genişletilmesiyle yaratılan eşitsizlikleri de eklemeliyiz. Bu korkunç eşitsizlik tablosunda, MEB’in “eşitlikçi” olduğu tek konu ise merkezi sınavlardır. Tüm öğrenciler eşit eğitim alıyormuşçasına uygulanan sınavlar, nitelikli eğitim alma fırsatı ve ayrıcalığına sahip olanlar için iyi bir geleceğin temel basamağı iken; bu fırsata sahip olmayan öğrenciler için eğitim süreçlerinden kopuşun ve aileden gelen yoksulluğu devralmanın ilk adımıdır.

Eşitlik ancak sol iradeyle mümkün!

Eğitim eşitsizliklerini katlayarak artıran pandemi süreci ise bugün öne sürülen “fırsat eşitliği” söyleminin turnusolü niteliğindedir. Nitekim bu süreçte eğitimin niteliği bir yana, herhangi bir eğitime erişmek bile ayrıcalık haline gelmiş; MEB eğitim hakkının tüm öğrenciler için sürdürülmesi görevini yerine getirmemiştir. Üstelik fırsat eşitliği konuşulacaksa, bugün en yakınımızdaki sorun, pandemi sürecindeki kayıpların telafisi olmalı iken, bu konu Şura’nın gündemine bile girememiştir. Bu da gündemin bir söylemden ibaret olduğunun en önemli göstergesidir. MEB’in gelecek yıl için bütçeden alacağı pay da bu söylemin temelsizliğini göstermektedir. 2022 yılı eğitim bütçesinin AKP’nin iktidara geldiği 2002 bütçesine göre yarı yarıya azalmış olması, fırsat eşitliği adına en ufak bir adımın atılmayacağının en baştan ilan edilmesidir.

Görüldüğü üzere AKP’nin 20 yılın sonunda bizi getirdiği nokta, nitelikli kamusal eğitime ilişkin tüm kazanımların tasfiye edildiği; eğitimdeki eşitsizliklerin yeni norm olarak kabul ettirilmek istendiği bu tablodur ve bu da neoliberal dinci rejimin karakteriyle gayet uyumludur. Tam da bu nedenle eşitliği yeniden kurmak ve mevcut eğitim enkazını kaldırmak ancak AKP’nin gidişiyle olanaklıdır. Çünkü eğitimde eşitlikten söz etmek demek, ilk olarak; tüm özel okulların, özel yurtların, eğitim ve yurt faaliyeti yürüten gerici oluşumların kamulaştırılması; her çocuğun evine en yakın okulda, nitelikli eşit eğitim alması; okulsuz köy ve mahalle, öğretmensiz okul kalmaması demektir. Kamusal eğitimin yeniden güçlü bir şekilde inşa edilmesi ve parasız, laik, bilimsel eğitimin genel yurttaşlık hakkı olarak yeniden tanımlanması demektir. Bu da AKP’nin yarattığı eğitim tablosunu tümüyle tersine döndürmek demektir.

Bugün toplumun önemli bir kesiminin üzerinde ortaklaştığı temel eğitim talebi de budur. Bu talebe yanıt verecek politik hat ise ne gitmekte olan iktidar ne de İslamcı neoliberalizme çeşitli düzeylerde eklemlenmiş siyasetlerdir. Bunu somut gündem haline getirip tartışması gereken ve kamucu dönüşümün yol haritasını çizecek olan; halkçı, ilerici, aydınlanmacı sol iradedir.