Şimdi tüm ürettiklerimiz üzerinden, ödenilen bedeller, eğitim mücadelesine adanmış hayatlar üzerinden her okulu, her üniversiteyi, her eğitim kurumunu mücadele alanı haline getirmenin zamanıdır. Bu memleketin öğretmenleri olarak bu sorumluluk bizdedir

Eğitimde ne yapmalı... Devrim yapmalı

FERAY AYTEKİN AYDOĞAN
Eğitim Sen Genel Başkanı

Eğitimde ne değişmeli, ne yapmalının cevabı çok nettir. Aslında hayata ilişkin, memlekette var olan siyasi tabloya ilişkin ne değişmeli, ne yapılmalı sorusunun cevabıdır eğitimde ne yapmalı, ne değişmeli sorusu... Eğitimde devrim yapmalı... Çünkü eğitim hakkı ve eğitim mücadelesi ideolojik bir mücadeledir, sınıfsal mücadeledir... Eğitimde devrim yapmalı cümlesi ütopik bir cümle değildir. Hemen şimdi bugünden itibaren yaşama geçirilebilecek bir pratiğin karşılığıdır. Çünkü eğitim hakkı meselesi yaşamak kadar, yaşamsal ihtiyaçlar kadar gerçektir. Okudukça, sorguladıkça, ürettikçe yaşamla bağ kurar, güçlendirir, hayatı inşa eder, var olursun, birey olur, insan olursun...

Sparta’ya göre ‘soyluların’, Aristo’ya göre kadınların, Platon’a göre kölelerin eğitim hakkı yoktur. Tarihsel süreç; eğitim hakkı mücadelesinin sınıfsal, ideolojik bir mücadele hattı olduğunun turnusoludur. Eğitim meselesi, eğitim mücadelesi eleştiren, sorgulayan, dönüştüren ve aynı zamanda yaşamda uygulayan olmayı açığa çıkarma mücadelesi, devrimci öğretmen mücadelesidir. Antik Yunan’ın soylularına, Aristo’nun cinsiyetçiliğine, Platon’un efendilerine karşı eşitliği, özgürlüğü örgütleme mücadelesidir.

Neoliberal ideolojinin yıkıcılığı

Reel sosyalizmin yıkılışı sonrasında kapitalizmin ideolojik hegemonyası ile birlikte dünya sermayenin sınırsız hareket kazanmasına dayanan neoliberal politikalar ekseninde bir değişim sürecine girdi. Kapitalizmin, bir önceki dönemdeki ulus devlet ölçeğinde işleyen ekonomik düzeni neoliberal açılımla birlikte ulus ötesi ve yerel ölçeklerde esnetildi. Sermayenin sınırsızlaşması ve tüm alanlara doğrudan sirayet etmesine dayanan bu dönüşüm sürecine karşı tutumlar en önemli kırılma noktalarından birisi oldu.

Neoliberal küreselleşme sözde demokratik değişimin manivelası olarak liberaller, gericiler, sistemin unsurları tarafından görülerek ideolojik bir tercihin sonucu olarak desteklendi. Ülkemizde de neoliberal dönüşümün parçası olarak gündeme gelen ve her konuda ortaya çıkan hat toplumsal muhalefet hareketlerinin etkisizliğinin kaynaklarından birisi oldu. Emperyalizmin küreselleşme rüzgarlarını arkasına alarak gelişen bu fikirler, siyasal İslamcı rejim değişikliğinin demokratikleşmeye yol açacağı fikri üzerinden emperyalist politikaları desteklemeye kadar vardı. Bunun karşısında da emperyalizme karşı çıkmak adına mevcut iktidar yapısını savunmayı temel alan milliyetçi yaklaşımlar yer aldı. Liberal, gerici ve milliyetçi sağ savrulmalar içinde muhalefet hareketleri parçalanarak bu dönemde etkili bir siyaset yapmaktan uzak kaldı. Ve bu süreçte dünyanın her yerinde olduğu gibi yeni bir rejim inşası eğitim üzerinden çocuklar, gençler üzerinden gerçekleştirildi.

Eğitimde yeni bir direniş hareketi

Kapitalist küreselleşme ve neoliberalizmin yıkıcı gündemine karşı, eleştirel bir bilinçle karşı koymayı amaçlayan akademisyenler, aktivistler, devrimciler yeni bir eğitim hareketi ile direnme ve dayanışma kültürü oluşturdular ve oluşturmaya devam ediyorlar. Brezilyalı eğitimci Paulo Freire’nin “Ezilenlerin Pedagojisi” adlı kitabı ile eğitim alanında etkili olmaya başlayan hareket, Freire’nin sözleriyle şöyle ifade edilebilir:

“Pedagoji insanlıklarını yeniden kazanma yolundaki kesintisiz mücadelede (ister bireyler ister halk olsun) ezilenlerle birlikte şekillenmelidir; ezilenler için değil. Bu pedagoji ezilme olgusunu ve nedenlerini, ezilenlerin hakkın düşüneceği nesneler haline getirir ve düşünme sürecinden de özgürleşme mücadelesine katılımları doğacaktır. Ve mücadele içerisinde bu pedagoji oluşturulacak ve yeniden oluşturulacaktır.”

Freire 1969 yılında yazdığı bu kitabın önsözünde “Bu sayfalardaki hiç değilse iki şeyin kalıcı olacağını umuyorum: Halka duyduğum güven ile insanlara ve içinde sevmenin daha kolay olacağı bir dünyanın yaratılmasına duyduğum inanç” diyordu. İşte eğitim hakkı mücadelesi, eğitimin politik bir mücadele olduğu ve kesinlikle tarafsız olamayacağı üzerinden politik bir yaklaşımla eğitimin özgürleştirici pratiğinin yeni bir dünyanın, yeni bir memleketin yaratılmasındaki iradeyi, mücadeleyi örmekten geçer, bugünden yarına hemen yapılabilir bir ideolojik kavgadır ve kesinlikle ütopik değildir. Yeter ki kendi gücümüze, yarattığımız pratiklere, inandığımız tüm değerlere inanalım ve mücadele edelim.

Yeni Bakan yeni yanılgılar

Yeni rejimin 24 Haziran seçimi sonrası inşa sürecini de tamamlayarak fiilen hayata geçmesine rağmen milli eğitim bakanlığında yapılan ‘isim değişikliği’ kendisini ‘sol’dan ifade eden kesimlerde de çeşitli tartışmalara neden oldu. Oysa ki bizim hayallerimiz, mücadelemiz sol, sosyal demokrat, radikal demokrat, muhafazakar liberal; adı, cismi ne olursa olsun, inandıklarımızı kendi gücümüzle mücadele ederek inşa etmekten geçer. Hayallerimiz derken, gerçekçi olmaktan, imkansızı istemekten, imkansızı istemenin tam da yaşama geçirilebilir olanın kendisi olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor yeniden birbirimize...

“Her okul, her üniversite bir mücadele alanıdır” derken ütopik ifadelerden, yapılamaz, yaşama geçirilemez olandan değil, yaşamın kendisinden bahsediyoruz.

1965 yılında kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) 1968 yılında “Siz bir meslek kuruluşu değil misiniz? Niçin sınırlarınızın dışına çıkıyorsunuz?” eleştirilerine rağmen, öğretmen, öğrenci, işçi, aydın ve pek çok meslek kuruluşunun temsilcilerinin katılımı ile “1.Devrimci Eğitim Şurası”nı toplamıştır. Beş gün süren Şura’nın temel ilkesi “devrim için eğitim”dir. Şura kitabının ön sözünde “Devrim için eğitim ilkesini uygulamak öğrencileri hayata karşı devrimci tavırlı kimseler olarak yetiştirmek, yetişkinleri de bu yönde uyarma, bilinçlendirmek”tir demiş ve bu dediklerini de hayata geçirmenin mücadelesini vermiştir.

12 Mart 1971 Darbesi ile başlayan süreçte öğretmenlerin sendikal örgütlenmelerinin yasaklanması devrimci eğitim hareketi büyük ölçüde hızını kesti ise de devrimci bir anlayışla kurultaylar düzenlenmiş, TÖS’ten sonra onun devamı niteliğinde olan öğretmen örgütlerinde de devam etmiştir. Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) 1978 yılında “Yaşasın Demokratik Eğitim Mücadelemiz” ilkesi ile 2. Demokratik Eğitim Kurultayı’nı toplamıştır. Devrimci eğitim hareketi ikinci büyük darbeyi 12 Eylül 1980 darbesi ile almış, bu dönemde TÖB-DER kapatılmıştır. Kurultay geleneğinin devam edebilmesi için 20 yılın geçmesi beklenmiş, 3. Demokratik Eğitim Kurultayı 1998 yılında Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) tarafından düzenlenmiştir. 4. Demokratik Eğitim Kurultayı “Eğitim Hakkı” teması ile 2004 yılında düzenlenmiştir ve özellikle neo liberal dönemin eğitimde yarattığı yarattığı dönüşümlere karşı mücadelede önemli bir bilgi birikiminin oluşmasına katkı vermiştir. EĞİTİM SEN yalnızca topladığı kurultaylar ile değil, aynı zamanda eğitimin çeşitli sorun alanlarını içeren bilimsel toplantılar yoluyla da eleştirel eğitim düşüncesini üretmiştir ve sadece söylemekle, yazmakla kalmamış tüm ürettiklerinin mücadelesini vermiştir.

Her okul bir mücadele alanıdır

Ve şimdi tüm ürettiklerimiz üzerinden, ödenilen bedeller, eğitim mücadelesine adanmış hayatlar üzerinden her okulu, her üniversiteyi, her eğitim kurumunu mücadele alanı haline getirmenin zamanıdır. Bu memleketin öğretmenleri olarak bu sorumluluk bizdedir, Eğitim Sen’lilerdedir.

Bulunduğumuz her okulda, her üniversitede kaç tane yaşama gerçekten dokunuyoruz? Kaç çocuğun, kaç gencin hayatında ‘devrimci bir öğretmen’ olduğumuzu hissettiriyoruz? Eğitimde devrim yapmak derken, çocukların, gençlerin yaşamına dokunmaktır aslolan ve devrimci olmanın, eğitimde devrim yapmanın karşılığı da budur ve son derece yapılabilirdir, gerçektir, sahicidir ve yaşamı dönüştürmenin, devrim yapmanın kendisidir.

Bilimin, sanatın, sporun, felsefenin, edebiyatın çocukların, gençlerin yaşamında yer almasıdır. Bunu yapacak olanlar da Eğitim Sen’lilerdir. Biz yalnızca yakın tarihimizde katliamlar, hukuksuz ihraçlar, sürgünler, baskılar, gözaltılar, tutuklamalar yaşadık ve zalimin zulmüne karşı dimdik ayakta durduk ve ayakta durmaya devam edeceğiz. Bizi biz yapan, Eğitim Sen yapan da köklerimizden, tarihimizden aldığımız bu güçtür. Faşizme karşı bizi ayakta tutan bu güç elbette ki her okulu, her üniversiteyi bir mücadele alanına dönüştürecektir. Biz öğrencilerimize her zamankinden daha fazla Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Yaşar Kemal, Sabahattin Eyüboğlu okuyacağız, her zamankinden daha fazla türkülerimizi söyleyecek ve söyleteceğiz, Einstein’ın “İnsanı ayakta tutan kas ve iskelet değil, inançlarıdır” sözünü hatırlatacak ve olmayan laboratuvarları biz kuracak ve deneyler yapacağız saatlerce...Bağlama, gitar, keman çalmayı öğretecek, “Soyunu sevgiden, unvanı haktan almaktır aslolan” diyen Metin Oktay’ı anlatacak, sporu öğrencilerimizin yaşamının ekmek gibi, su gibi bir parçası haline getireceğiz.

Eğitimde ne değişmeli, ne yapmalının cevabı bizde ve bunu yapacak güç de bizde var. Ve biz bunu yaptığımızda devrim de tam da budur, yaşamı değiştirmek ve dönüştürmektir. Yıllardır söylediklerimizi, biriktirdiklerimizi yaşama geçirmenin zamanıdır şimdi...Tarihsel sorumluluğumuzdur. “Bizim sorunlarımız, halkımızın sorunlarından ayrı değildir. Mutsuz insanların mutlu öğretmenleri olmayı reddetmenin mücadelesidir, bizim mücadelemiz...” diyerek yazılan tarihin karşılığı olacaktır bugün yaptıklarımız... Kaybettiğimiz, yitirdiğimiz tüm yol arkadaşlarımıza ve bu toprakların en kıymetlilerine, en değerlilerine öğrencilerimize, çocuklarımız verdiğimiz sözdür.

Yola çıkmanın tam vaktidir…