Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğinin yasal dayanakları
ZEYNEP ALİCA*
12 Eylül 2019’da Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik değişikliğiyle, MEB Sosyal Hizmetler Yönetmeliği’nin tüm etkinlik alanlarından “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramı çıkarıldı. Oysa MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü yeni eğitim öğretim yılı için 26 hedef yayımlamıştı (10.09.2019) ve bu hedefler arasında toplumsal cinsiyet eşitliği de yer alıyordu. Hem eğitime erişim ve diğer açılardan eşitliği sağlamanın temel gereği olarak hem de Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaların getirdiği yükümlülükler nedeniyle toplumsal cinsiyet eşitliği özünde vazgeçilmez bir noktada duruyor. Peki eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğinin yasal dayanakları neler?
Kadınların eşitlik mücadelesinin önemli bir boyutunu eğitim hakkına erişim oluşturmuştur. Birinci Dalga feminizmin öncelikli talepleri arasında, temel vatandaşlık haklarına dolayısıyla eğitim hakkına erişim öne çıkıyordu. Türkiye’de bu talebi dillendiren ilk kuşak feministler hemcinslerinin dünyayı okuma hakkını ısrarla savundular. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ise “modern okul sistemi modernleşme projesinin kaldıracı olarak tasarlandı ve aynı zamanda bu projenin verili toplumsal cinsiyet ilişkilerini düzenlemeyi hedefleyen belirgin bir toplumsal cinsiyet rejimi yaratma hedefi vardı”. Bir tür devlet feminizmi yoluyla kadınların eğitim hakkına, çalışma ve siyasal haklara erişimlerinin desteklendiği kurucu dönemin sonrasında, Türkiye eğitime erişimde eşitsizliklerin yaşandığı, buna karşın söylem düzeyinde eşitlik hakkının teslim edildiği bir ülke olagelmiştir. “MEB’in eğitimde fırsat eşitliği politikasını her iki cins için eşit fırsatlar sunma temelinde işlediğini” vurgular. Ayrıca “eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği yasal ve anayasal güvence altındadır”. Anayasanın 42. Maddesi ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı gözetmeyen bir eşitliğin altını çizerek, eğitim hakkının her vatandaş için fırsat eşitliği çerçevesinde sağlanması gereken bir hak olduğunu garanti altına almıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yayınlandığı tarihten itibaren “kadınların eşit ve nitelikli eğitim görme talebi, uluslararası toplumun temel hak belgelerindeki devlet taahhütlerinin asal bileşenlerinden biri olma niteliğini kazandı”. 1981’de yürürlüğe giren Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW md. 10) ise kadına karşı ayrımcılığın tanımlanması ve eğitim hakkına erişim için hedefler ortaya koyması bakımından kritik öneme sahiptir.
Dördüncü Dünya Kadın Konferansı (1995) sonucunda ortaya konan Pekin Deklarasyonu, kadınların yaşamları boyunca her alanda karşı karşıya kaldıkları eşitliksizlikleri titizlikle ele almıştır. Deklarasyon, toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının yaşamın tüm alanlarında uygulanan politikalara yerleştirilmesini önermektedir. Türkiye, 1995 ve 2000 yıllarında Pekin Konferansı’nda ve sonrasında bu konferansla ilişkili olarak gerçekleştirilen Pekin+5 BM özel oturumunda hazırlanmış olan sonuç belgelerini ve eylem kararlarını hiçbir çekince belirtmeden imzalamıştır. Özel olarak ise toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yol açan politikaların ortadan kaldırılması taahhüdünde bulunmuştur. UNESCO tarafından düzenlenen “Herkes İçin Eğitim” süreçlerinin karar metinleri de toplumsal cinsiyet eşitliğinin dünya genelinde eğitim sahalarında uygulanmasının takibi açısından dikkate değer metinlerdir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin hayata geçirilmesi için politikalar üretme konusunda belirleyici uluslararası metinlerin sonuncusu ise İstanbul Sözleşmesi’dir. 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren sözleşmenin esas hedefi kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak bunun için de kadınlar ve erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliği gerçekleştirmektir. Bu bağlamda metnin ana hedeflerinden biri, toplumsal cinsiyet eşitliğini odağa alan bir eğitim perspektifidir. İstanbul Sözleşmesi’ne göre devlet her düzeyde ve hukuki birimler başta olmak üzere her alanda toplumsal cinsiyet eşitliğini politikalarına yerleştirmek sorumluluğundadır.
Elbette tüm bu yasal dayanaklar kadınların yıllar süren mücadeleleri sonucunda oluşmuştur. Yaşamı eşitlikçi bir şekilde kurma çabalarımızdan ve kararlılığımızdan geri adım atmaya da niyetimiz yok. Toplumsal cinsiyet eşitliğini keyfi bir şekilde MEB ve YÖK politikalarından çıkarmak, kadınların eşitlik mücadelelerini yok saymaktır. Eğitimciler ve aileler başta olmak üzere bu kazanımların farkında olup, çocukların ayrımcılığı aşıp eşitlikçi bir okul deneyimlemeleri için toplumsal cinsiyet eşitliği talebimizi daha yüksek sesle haykırmamız gerekiyor.
* Öğretmen/Ankara Üniversitesi Doktora Öğrencisi