Ne yazık ki çocukların ne bu dönemde ne yüz yüze eğitime geçildiği zaman sosyal duygusal ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağımıza dair bir planımız yok. Bu kadar müfredatı bitirme, konu yetiştirme telaşı ile devam eden bir eğitim, bırakın online süreci, pandemi sonrası yüz yüze eğitimde bile olmamalı.

Eğitimde yalnızlaşmak, eğitimle yalnızlaşmak

AYŞE ALAN

Mart ayı itibarıyla EBA platformu üzerinden ders videoları, sonrasında da canlı dersler başladı. Eğitim Sen’in “Salgın Günlerinde Uzaktan Eğitim Çalıştayı Sonuç Raporu” verilerine göre EBA’daki canlı derslere öğrencilerin sadece yüzde 15’i katılıyor. İnanılmaz bir oran. Eğer sadece yüzde 15’i canlı derslere bağlanıyor ise geri kalan yüzde 85 kim ve nerede bu çocuklar?

Bu verinin bizi çoktan ayağa kaldırması gerekirdi. Hem en kısa zamanda etkili bir çözüm bulabilmek için hem de şimdiye kadar çocukların okulla bağını kuramamış olmanın nedenleri üzerine düşünmek için. Aksi takdirde bugünlerin hasarını özellikle eğitimde çok daha uzun süre yaşamaya mahkûmuz.

Sosyal bir devlette eğitimin olmazsa olmaz özelliklerinden biri kapsayıcı olmasıdır. Kapsayıcı eğitim özetle hangi sınıf, etnik grup, coğrafi bölgeden gelirse gelsin, öğrenme güçlüğü çeken öğrencinin de, üstün zekalının da, anadili farklı olanın da, göçmenin de, bedensel engellinin de ihtiyacına uygun kaliteli eğitime erişiminin sağlanmasıdır. Bu noktada eğitimden sorumlu olan devlet, farklı gruplara eşit değil, hakkaniyetli davranmakla sorumludur. Örneğin tüm öğrencilere aynı müfredatı, aynı sınavları dayattığınızda birçok öğrenciyi dışarıda bırakmış olursunuz. Farklı grupların farklı ihtiyaçlarına göre eğitimi planlamak gerekir. Bu yüzden hakkaniyet kavramı değerlidir. Şimdi bu yüzde 85’e tekrar bakalım, kim bu çocuklar? Evinde interneti, kendine ait bilgisayarı, uygun çalışma ortamı olmayan çocuklara istediğiniz kadar EBA canlı ders yayını yapın, ne fark eder? Bu çocukların eğitime erişimi olmadığından, dışarıda kalmaya devam edecekler. Tarım işçisi çocuklara kitap götüren bir milli eğitim anlayışımız var. Ya da EBA yayın aracı. İyi de eğitim tam da bu çocukları tarladan koparmaya yaramayacak mıydı? Suriyeli çocuklara ne oldu mesela? EBA’dan az da olsa Türkçe öğrendikleri uyum dersleri yapılmıştı, ancak ilkokul ve orta okul öğrencilerinin farklı ihtiyaçları gözetilmemişti. Bu eğitim-öğretim yılı için ise derslere dâhil olup olamadıklarını bilmiyoruz. Görme engelli öğrenci, öğretmen ve velilerin EBA’dan eşit bir şekilde yararlanamadıklarını biliyoruz, çünkü onların kullanımına uygun hale getirilemedi. Tüm bu gruplar çocuklar yüzde 85’in içinde olmasın?

EBA içeriklerine erişim sorunlarının ötesinde, binlerce çocuk için okul sevildiği, kabul gördüğü, eğlenebildiği, arkadaşlık kurabildiği tek mekân. Mahrum kaldıkları bu ihtiyaçlarını böylesine bir kriz döneminde ne yazık ki karşılayamaz durumdayız. Çocukların eğitime yabancılaşması, hatta özellikle hali hazırda okullaşma oranı düşük olan kız çocuklarının, çocuk işçilerin örgün eğitim dışına çıkması en büyük tehlike olarak karşımızda duruyor. Ancak ne yazık ki çocukların ne bu dönemde ne yüz yüze eğitime geçildiği zaman sosyal duygusal ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağımıza dair bir planımız yok. Bu kadar müfredatı bitirme, konu yetiştirme ile telaşı ile devam eden bir eğitim, bırakın online süreci, pandemi sonrası yüz yüze eğitimde bile olmamalı. Çocukların okula döndüğünde kendilerini ifade edecekleri, iyileşecekleri, sosyal ilişki kuracakları, bol bol oynayacakları bir planlama yapmalıyız.

Bir yandan şu soruyu düşünmek gerekir; öğrenme hakkı sadece verili müfredatla mı sınırlıdır? Çocukların kaliteli eğitime eşit erişime hakkı olduğu kadar, dünyada olup biteni öğrenmeye, bunun üzerine düşünmeye, tartışmaya, söz söylemeye, çözüm üretmeye de hakları var. Yaşadığımız bu küresel ve yerel krizde, içeriğin aynı konularla devam etmesine birileri istediği kadar modern dünyanın ihtiyaçlarına uyum sağlama desin, benim yorumum Orta Çağ karanlığına geri dönmek olur. Bir nesli ancak böyle uyuşturabilirsiniz çünkü. İnsanlar ölür, sağlık sistemleri çöker, doğa katliama uğrar, aşı bulunamaz, yaşlılara potansiyel suçlu muamelesi yapılır, ama illa ki o dersler ezberlenecektir. Online derse bağlanıp, sanki evlere kapanmak zorunda kalmamışız gibi örneğin Tarih dersinde Osmanlı Duraklama Dönemi'ni anlatmak çok ironik. Oysa yüz yüze eğitimde öğrenci ve öğretmen müfredatta olmasa da birçok meseleyi tartışacak az da olsa alan ve zaman bulabilirdi, şimdi bunun da çok gerisine düştük. Öğrenciler online derslerde oldukça edilgen, hareketsiz. Öğrenen bireylerden çok, küçük pencerelere sığdırılmış oyun karakterleri gibi. Öğretmenler de karar alma süreçlerinde etkin olamadıkları, çocukların gerçek ihtiyaçlarını en çok bilenler olarak planlamalara dahil edilmediği için duruma ayak uydurmaya çalışıyorlar.

Tüm bunları topyekûn düşünmek de tek tek çocuğun, velinin, öğretmenin yaşadığına bakmak da bizi mevcut durumda aynı noktaya getiriyor. Eşitsizliklerin çok daha derinleştiği bir dönemden geçiyoruz. Ne çocukları ne kendimizi bu belirsizlikler ve krizler karşısında güçlendiremiyoruz. Tam da bu dönemde en çok ihtiyacımız olan dayanışmanın güçlendirici etkisini ve iyileştirici yönünü, bireysel sorumluluklar kadar toplumsal sorumluklarımız olduğunu vurgulayamıyor, yaşayamıyoruz.

Şükrü Erbaş çok sevdiğim “Koşaradım” şiirinde şöyle diyor:

Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;
Toprağı rüzgârı denizi göğü
O her zaman bir insanla anlamlı
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı
Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların
Ve ucuz korkuların kör kuyularına
Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.

Ne bizi bencilleştiren ne de ekrandaki pencerelere sığdırılan bir eğitime mahkûm değiliz.