Son bir yıldır yaşadığımız eğitim sorunlarında elbette pandeminin bir payı oldu. Ancak asıl pay, kamucu aklın yitirildiği, kazanç ve kâr amacının halka hizmet düşüncesinin yerini aldığı kökleşmiş politikalarda. Basitçe bir maliyet hesabına indirgenen eğitim, yıllardır ilk gözden çıkarılan ve iktidar eliyle yoksullaştırılan alanlardan biri oldu. Dolayısıyla pandemi, mevcut tabloyu sadece daha derin ve şiddetli hale getirdi.

Eğitimin sefaleti ve geleceğimizi yeniden kurmak üzerine

NEJLA DOĞAN

Pandemiyle geçen son bir yıl, içinde yaşadığımız ve gittikçe katmerlenen dinci neoliberal çürümenin yaşamlarımızı ne hale getirdiğinin kısa filmi gibi önümüzden akıp gitti. Üstelik bu düzenin geleceğine dair öngörülerimizi daha güçlü ve haklı hale getirdi. Liberalizmin geniş halk kitleleri için tek vaadinin, daha fazla eşitsizlik-adaletsizlik, daha fazla işsizlik-yoksulluk, daha fazla mutsuzluk-umutsuzluk olduğu daha görünür, bilinir oldu. Böylesi bir yaşamsal kriz sürecinde bile, tüm kamu kaynakları sermayeyi kurtarmak için seferber edildi, yurttaşlar kendi kaderlerine, çaresizliklerine terk edildi.

Kaderlerine terk edilenlerin başında, çocuklar, gençler ve çocuklarının geleceği için çırpınan aileler de vardı. Yıllardır kamu okullarını, öğrencilerini, öğretmenlerini bir yük olarak gören ve sırtından atmaya çalışan MEB, böylesi zorlu bir süreçte, hatta belki de bu fırsatla, milyonlarca öğrenciyi ve veliyi yüzüstü bırakmakta hiç tereddüt etmedi.

EĞİTİMİN SEFALETİ

Son bir yıldır yaşadığımız eğitim sorunlarında elbette pandeminin bir payı oldu. Ancak asıl pay, kamucu aklın yitirildiği, kazanç ve kâr amacının halka hizmet düşüncesinin yerini aldığı kökleşmiş politikalarda. Basitçe bir maliyet hesabına indirgenen eğitim, yıllardır ilk gözden çıkarılan ve iktidar eliyle yoksullaştırılan alanlardan biri oldu. Dolayısıyla pandemi, mevcut tabloyu sadece daha derin ve şiddetli hale getirdi.

Öğrencilerin neredeyse üçte biri uzaktan eğitime hiçbir şekilde erişemezken, erişenlerin de üçte ikisi eğitimini bir telefon ekranından sürdürmeye çalıştı. Pandeminin tüm yıla, hatta belki yıllara yayılacağı bilinmesine rağmen, ihtiyaç duyan öğrencilere uzaktan eğitim araçları sağlanmadı. Yeterli derslik ve öğretmen olmadığı için, kalabalık sınıf mevcutları nedeniyle yüz yüze eğitime geçilemedi. Okulların açılması için gerekli koşulların sağlanması yerine, AVM’lerin, işyerlerinin, turizm tesislerinin açık kalması öncelendi. Taşımalı eğitim riskleri nedeniyle iptal edildi, nüfus yoğunluğu düşük bölgelerdeki öğrenciler dağ-tepe internet peşine düştü. Çünkü gidebilecekleri köy okulları da kapalıydı. Okula gidemeyen çocukların bir kısmı tarım işçisi oldu, bir kısmı kentlerde ucuz işgücüne katıldı. Tüm bu tabloya rağmen, MEB’in hâlâ tek derdi sınav yapmak, öğrencileri baştan kaybettikleri bir yarışmayla elemek ve yoksulluğu onlar için bir ceza haline getirmek.

Öğrenci, veli, öğretmen: Eğitimin tüm öznelerinin mutsuz olduğu bu koşullarda, belki de yeni yılın ilk görevi bu mutsuzluğun kaynağını konuşmak, nasıl bir eğitim istediğimizi daha net sorular üzerinden tartışmaktır.

YENİ BİR GELECEK İÇİN SORULAR

Neden küçük biz azınlığın çocukları sınıfsal olarak “ağa” olmaya layık görülürken, yoksul çocuklar ailelerinden aktarılan yoksulluğa mahkûm olmak zorunda? Neden eğitimsizlik, işsizlik, güvencesizlikle boğuşan bu ülkenin gençleri dünyaya ucuz işgücü olarak sunulmak, tüm yaşamlarını kölece sürdürmek zorunda? Neden eğitimsizliğe, bilimsizliğe, dinciliğe mahkûm edilen bu ülke, merkez kapitalist ülkelerin soyup soğana çevirdiği bir üçüncü dünya ülkesi olmak zorunda?

Ve geleceğimize bakarak şu soruları da ekleyelim:

Eğitim alanındaki eşitsizliklerin ve okul türleri arasındaki farklılıkların yarattığı toplumsal parçalanma bizi nereye sürükleyecek? Dinci eğitimin inşa etmeye çalıştığı toplumsal formasyon bizi gelecekte nasıl bir tabloya mahkûm edecek? İlerici kültür ve entelektüel birikime karşı duyulan nefret ve liyakatsizliğin hükümranlığı bizi nereye götürecek? Eğitimde dinci-eril dil ve söylemler, bu ülkenin kadınlarına daha hangi kötülükleri yaşatacak? İçte ve dışta sürekli hale gelen savaş dili bu ülkenin geleceğini ve gençlerini nasıl etkileyecek? Göçmenlerin eğitim ve entegrasyon sorunları çözülmezse gelecekte hangi sorunlara kapı açılacak? Teknolojik gelişmelerin getirdiği olanak ve riskler gelecekte bizi nasıl bir manzarayla karşı karşıya bırakacak? İklim krizi, çevre felaketleri, salgın hastalıklarla nasıl başa çıkılacak?

Politik olduğu kadar pedagojik de olan bu soruları elbette çoğaltabiliriz. Ancak asıl mesele, bu soruların eğitimi de içeren bütünsel bir ekonomi-politiğin konusu olduğu ve sorulara hangi politik zeminden yanıt vereceğimiz. Ürettiği eğitim politikalarıyla ancak geri kalmışlığın tarihini yazan muhafazakâr sağ, her geçen gün toplumsal çürümeyi daha da büyütüyor.

GELECEĞİMİZİ İNŞA MI EDECEĞİZ İMHA MI?

Kuraldır; bir çürüme varsa eğer, o çürük öyle ya da böyle her yere sirayet eder. Dolayısıyla sadece çürüyen yeri kesip atmak sağlıklı bir çözüm değildir; toptan atmak gerekir. Dünya genelinde neoliberal politikaların ülkemiz özelinde ise neoliberalizmle iç içe geçmiş dinci politikaların bizi getirdiği nokta tam da böylesi bir yol ayrımı. Ya kısmi müdahalelerle çürümenin sinsice yayılmasına göz yumacağız ya da çürüyen sistemi toptan gözden çıkaracağız. Bu yol ayrımı, aynı zamanda çocuklarımızın geleceğini imha etmekle inşa etmek arasındaki eğitim taleplerimizi ve politikalarımızı da belirleyecek.

Yukarıda eğitime dair sıraladığımız her bir soru ve sorun elbette ayrı ayrı ele alınabilir. Ancak burada öncelikli olan, bütünsel bir çözümün ne olacağıdır. Bugün tanıklık ettiğimiz gibi, ölçüsü para olan eğitimin bu ülkenin çocuklarına vereceği hiçbir şey yoktur. Bu nedenle piyasalaşma ve özelleştirme politikalarına karşı, halkçı, eşitlikçi, tüm öğrencilerin bilişsel ve sosyal ihtiyaçlarının adil bir şekilde giderildiği, sınavlarla ezilmediği, elenmediği, kendini özgürce gerçekleştirme, tüm kapasitesini geliştirip kullanabilme fırsatı bulduğu eğitim politikalarını inşa etmeliyiz.

Sermayeyle el ele, kol kola çocuklarımızı, gençlerimizi kıskacına alan dinci gericiliğe karşı, laik, ilerici, aydınlanmacı eğitim politikalarını inşa etmeliyiz. Irkçı, cinsiyetçi, mezhepçi her türlü ayrımcılığa karşı, eşitlikçi, adil, insanlık onurunu ve değerlerini esas alan eğitim politikalarını inşa etmeliyiz. Kapitalizmin yıkıcılığına karşı, doğaya ve tüm canlılığa saygılı eğitim politikalarını inşa etmeliyiz.

UMUDUMUZ YENİ YILDA DEĞİL, KENDİMİZDE!

Yeni yılda ihtiyacımız olan tek şey, bize bugüne kadar dayatılan politik sınırların bir kanun olmadığını bilmek ve bunun aşılabileceğine dair inanç ve iradeyi büyütmektir. Dolayısıyla ne bitmiş bir hikâye ne sona ermiş bir tarih var… Ne bu eğitime ne de bu geleceksizliğe mecburiyetimiz var… Gücümüz haklılığımızdan ileri geliyor. Bir avuç sermayedarın ve tuzu kurunun mutluluğu için milyonlarca çocuğun ve gencin sefalet içinde, umutsuzluk içinde yaşadığı bir dünyanın “haklılığını”, bırakalım o küçük azınlık savunsun. Biz milyonlar olarak kendi haklılığımızı bilelim, kendi haklılığımızı örgütleyelim.

2021 bize yeni bir yaşam, yeni bir gelecek getirmeyecek elbette... Çocuklarımız için düşlediğimiz hayat, ancak biz inşa ettiğimizde gerçekleşecek. Belki bugünden yarına olmayacak, ama bugünün mücadelesi üzerine kurulacak. İnsanca yaşamak, insanca çalışmak, insanca üretmek için kuracağımız bir geleceği, yine insanca bir eğitimin üzerine inşa edeceğiz. Terry Eagleton’un çok güzel ve yerinde ifadesiyle; “iyimser olmayan bir umut”, gerçekçi ve ayağı yere basan politikalarla…