2001 yılından beri defalarca çözülüp kurulan, her seferinde önceki unsurlarını dışlayarak başka unsurları kapsayabilen “iktidar bloğunun” tek değişmeyen bileşeni Recep Tayyip Erdoğan’ın güdümündeki AKP oldu

Ejderhaya meydan okumadan kahraman olunmaz!

“…mitolojik kahraman olacak şeylerin değil, olan şeylerin yandaşıdır: katledeceği ejder tam da status qou canavarıdır: Yerinde Duran, geçmişin bekçisi. Belirsizlikten kahraman çıkar, fakat düşman gücün koltuğunda büyük ve hilebazdır; düşmandır, ejderdir, tirandır, çünkü konumunun yetkisini kendi çıkarına çevirir. Geçmişi beklediği için değil, beklediği için Yerinde Duran’dır”.

Joseph Campbell

Ben çocukken televizyon tek kanaldı. Ama o tek kanalda çok farklı görüşler ifade edilebilir, o tek kanaldan onlarca farklı ses duyulurdu. Şimdi televizyonda yüzlerce kanal var. Ama hepsinde aynı yayın yapılıyor, hepsinden tek bir ses duyuluyor: Recep Tayyip Erdoğan’ın sesi…

Erdoğan’ın bir açıklamasını izliyoruz ekranda; “devlet içinde devlet kurmaya çalışan hainler…” Hemen akabinde TRT spikeri başka bir haberi şöyle sunuyor: “devlet içinde devlet kurmaya çalışanlara yönelik operasyonda…” Herkes onun dilini konuşuyor, birbirini “edepsizlikle” itham eden ahmakların açık oturumları izleniyor ekranlardan. Gazetelere kayyumlar atanıyor, televizyon kanalları kapatılıyor, Erdoğan’ın hoşuna gitmeyecek olan internet linkleri kırılıyor. Hatta memlekette bomba patladığını internetin yavaşlatılmasından anlayanlar oluyor artık. Gerçekten…

Dünyanın en çok kullanılan internet arama motoru Google’ın istatistiklerine göre geçtiğimiz Nisan ayında Türkiye’deki kullanıcıların rüya tabiri aramalarında “rüyada Cumhurbaşkanı görmek” ifadesi ilk sırada yer alıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın doğum gününün kutlanması için [sembolik bir rakam] 2023 öğrenci seferber ediliyor. Yeni doğan bebelere onun adı veriliyor, sokaklara, parklara, okullara onun adı veriliyor. Onun yaşam öyküsünü yeni nesle belletmek için bir film çekiliyor şu günlerde. Onun söyledikleri yasalaş(tırıl)ıyor, daha fena kültürleş(tiril)iyor.

Evli olduğu kadını döven maganda da, sahaya atlayıp hakemi döven holigan da aynı mazereti öne sürüyor: “Cumhurbaşkanına hakaret etti, dayanamadım”. Dini ve milli linç gerekçelerine bir yenisi eklendi. Ne de olsa Recep Tayyip Erdoğan her şeyin en meşru referansı. O isteyince askerler, polisler açığa alınıyor, o isteyince gazeteciler, akademisyenler tutuklanıyor, o istedi diye milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılıyor, bakın o istedi diye başbakanlar değişiyor. İşin aslı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti devletini kendi yatak odası sanıyor. Yekpare iktidarı onun mahremi, ona karşı olan her girişim müstehcen. Evet, muktedir. Artık gerçekten muktedir. Bakınız herkesin gözü önünde damadını torpille bakan yapacak ölçüde görgüsüz bir adamın ikbali için sırf, şu an Türkiye’de rejim değiştiriliyor.

Peki, bu hale nasıl geldik? Hem iğneyi, hem çuvaldızı ilgilendiren bir soru bu. Bu hale nasıl geldik? Belki de yanıt çok basittir: Her seferinde “birilerinin” kendi siyasi amaçlarını Erdoğan’la uzlaştırarak bir yere varmak istemesidir…
Son yılların popüler kültlerinden Game Of Thrones dizisinde sorulan şu bilmeceyi anımsamak anlamlı:
“Üç büyük adam bir odada oturuyor. Bir kral, bir din adamı ve çok zengin bir tüccar. Masanın yanında da bir asker duruyor. Tüm büyük adamlar askerden diğer ikisini öldürmesini istiyor. Kim ölür, kim kalır?”

2001 yılından beri defalarca çözülüp kurulan, her seferinde önceki unsurlarını dışlayarak başka unsurları kapsayabilen “iktidar bloğunun” tek değişmeyen bileşeni Recep Tayyip Erdoğan’ın güdümündeki AKP oldu. Açıkçası, Recep Tayyip Erdoğan her seferinde yanına birilerini çekmeyi, birileriyle ittifak kurmayı başardı. Kendi siyasi ereklerini başkalarıyla uzlaştıracak hegemonya projeleri üreterek yol aldı. Dostlarının ve düşmanlarının sürekli değişmesi bunun göstergesidir. Nümaratörden aldığı sırası gelen herkes ona koştu; Gülen’den liberallere, Kürtlerden Davutoğlu’na kadar onunla iş yapmış olan herkes vadesi dolduğunda harcandı. Kendi siyasi emellerini Erdoğan’ınkilerle uzlaştırmış olan hiçbir siyasi figür etkinliğini sürdüremedi.



İşte geçtiğimiz hafta CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması hususundaki “Anayasa’ya da insan haklarına da aykırıdır, ama evet diyeceğiz” ifadesinde somutlaşan tavrı da böyle bir uzlaşmanın göstergesi. “Ahlaksızlığın üst ahlakına” sığınan sinik bir işbirliği arayışı bu, Erdoğan’ın hegemonik yelpazesinden nemalanma çabası, eninde sonunda içinde eriyeceği o hegemonya alanına dâhil olma çabası. CHP’lilerin 7 Haziran’ın akabinde “birlikte iyi salladık ama” diyerek selamladıkları HDP’li vekillere kondurduğu bu Yahuda öpücüğü, sadece basiretsizliğin değil siyasetsizliğin de kanıtı. “Hayır dedi dedirtmeyiz” rezaletinin nedeni Erdoğan’ın Türkiye’deki siyasal pratiğin meşru parametrelerini “amasız fakatsız” belirleyebilmesi. Bu sayede sadece -zaten her daim düz gidip çapraz yiyen- Bahçeli’yi ve MHP’yi değil, aynı zamanda kendini terör manifestosuna ve ana akım medyaya fazlasıyla kaptıran Kılıçdaroğlu ile CHP’yi de yönetebilmesi. Kılıçdaroğlu dama tahtasına bakarken, Erdoğan’ın satranç oynaması… Nihayet vardığımız noktada Erdoğan’ın artık “yoldaşlara” da ihtiyacı kalmadı, şu an gücü ve kaynaklarıyla istediği türden “adamı” satın alabileceğini biliyor.

“Peşine düştüğü canavarlar kendisini görmesinler diye” sihirli bir miğfer giyinen Perseus’u hatırlatan Marx, bizim de “canavarı görmemek için o sihirli miğferi gözlerimizin kulaklarımızın altına indirdiğimizi” söylemişti. Sanırım Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili hep yapılan hata da böyle bir şey. İşin doğrusu, geçmişte Demirtaş da bu hatayı yapmıştı, liberal solcular da…

Oysaki canavar gün gibi ortada. Onu alaşağı edip hazineyi halka savuracak kahramanları çağırıyor. Kötülük televizyon tek kanalken izlediğimiz çizgi filmlerdeki kadar net. Çünkü resimli bir masal kitabında bu ülke. Çocukken okumuştuk: Hani kocaman bir ejderha kayıp ruhlar sisinin çevrelediği o yanardağda, lavların oylumundaki yuvasında yaşardı. Dağın eteklerinde çakallar ulur, haramiler o dağda barınır, ifritler inlerini o dağa kazarlardı. Esir olunmuş dağ köylüleri de vakit vakit aralarından birini feda etmek zorundaydı ejderhaya. Nihayet çıkagelen kahraman dağın bütün kötülükleriyle birer birer cebelleşecek, sonunda da ejderhayı tepeleyip hazineyi halka savuracaktı. Lakin kahramanın en çetin sınavı yolun en başında, köylülerle olurdu hep. Onun ejderhayı kızdırıp daha büyük felaketlere sebep olacağından korkan köylüler kahramana karşı hep ejderhanın tarafını tutardı.

Ejderha alev üfürür, “cehennemi içinde taşır”. Her türden yıkıma ve zulme her an çekinmeden yeltenebilir. Öbür yandan çatallı dili cinaslı marifetlere de muktedirdir onun. Yeri gelir, büyükanne kılığındaki Koca-Kötü-Kurt misali oyun eder. “Baskı” ile “rıza” ikiliğine dayanan hegemonya kuramları da, “baskı aygıtları” ile “ideolojik aygıtlar” arasındaki yapısalcı tasnifler de bu karakteristiği açığa vururlar; canavarın pençeleri ile çatallı dili aynı anda sorun edilir. Ona şu ya da bu şekilde yardakçılık eden hiçbir politik temayül bu yüzden başarılı olamaz. Hepsi o ejderhanın nefesinde kavrulmaya mahkûm. Yüzünü kaybetmeden direnenler hariç… Her şeyi göze alıp ona karşı duranlar hariç…
Yılmadan mücadele eden kahramanlar hariç… Bu yüzden heroik bir özneleşmeye, epik bir cesarete ihtiyacımız var bugün. Ve böyle hikâyelerin kaidesidir; “ejderhaya meydan okumadan karaman olunmaz”.