1917 Ekim Devrimi dalgaların kendiliğinden kabardığı anlarda hareketi mümkün olduğunca bünyesine katan ve kendiliğindenliğin olmadığı anlarda dalgaları kendi kabartmaya aday olan bir iradenin doğrulanmasıdır

Ekim Devrimi: Kendiliğindenciliğin eleştirisi

ÖNDER KULAK

100. yılında Ekim Devrimi’nden çıkarılacak en önemli derslerden birisi de, işçilerin kendiliğinden politik hareketi (kendiliğindenlik) ve işçi sınıfı örgütü (örgütlülük) arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiği hakkındadır. Bu ilişkinin kurulma biçimine dair kimi erken tartışmalar ve temel ilkeler, Ekim Devrimi’nden yaklaşık 15 yıl önce yazılmış Ne Yapmalı?’nın sayfalarında yer alır. Bugün söz konusu meselenin 100 yıl öncesinden daha büyük önem taşıdığı öne sürülebilir. Öyle ki, yerküre 100 yıl öncesinden daha az yaşanabilir bir durumda olmasına ve buna bağlı olarak, yerkürenin her köşesinde irili ufaklı birçok tepki kendini -bir potansiyel ya da fiil olarak- ortaya koymasına karşın, işçi sınıfı politik anlamda arzulanan bir noktada değildir. Bu bakımdan Ne Yapmalı?’nın konuya dair katkısı, sınıf için bir pusula minvalinde düşünülebilir.

Kendiliğindenlik ve örgütlülük
Lenin politik alanda kitlenin başlıca iki hareketi olduğuna işaret eder. Bunlardan ilki kendiliğinden, diğeri de örgütlü hareketidir. Kitlenin kendiliğinden hareketi örgütlülüklerin dışında kalan ya da örgütlülüklerden görece ayrı gelişen bir dinamiğin varlığına işaret eder. Burada örneğin bir haksızlık karşısında kendini aniden dışa vuran bir tepki söz konusu edilebilir. Tepki, hâlihazırda orada bulunan bireylerin doğaçlama fiillerini içerir. Bu doğaçlama fiiller aracılığıyla oluşturulan topluluk sayesinde, söz konusu kendiliğinden hareket, bir süre varlığını koruyarak sonuç alabileceği gibi, herhangi bir sonuç alamadan sönümlenebilir de. Bunların dışında, elbette tepkinin büyüklüğüne bağlı olarak, topluluğun kendi içindeki fiili ya da belirlenmiş işbölümü sonrası, kısmi ya da tam bir örgütlülük hali doğabilir; veyahut hareket, halihazırda bir örgütlülüğün yönlendirmesine bağlanabilir.

Kitlenin örgütlü hareketi ise öncüsüne sahiptir. Sınıfın en önde sıralanan unsurlarını içeren öncü, öngörüsü dâhilinde olan ya da olmayan tüm hareketi örgütlemeyi ve ana stratejisine uygun şekilde işlemeyi amaçlar. Bu durum sınıfın gücünün toplumsal değişim bakımından doğru ve yerinde kullanımına olanak verir. Bu olanağın örgütsüzlük halinde namevcut olmasının başlıca iki nedeni olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, politikanın daima bir ‘organizasyon sorunu’nu içinde barındırmasıyla ilişkilidir. Öyle ki, politik etkinlikler karmaşıklaştıkça, o konularda emek harcamış kimselere ihtiyaç duyulur. Bu kimseler bireyleri ve toplulukları bir araya getirme, etkinlikler içinde düzenleyici olma ve sonuçları değerlendirme gibi fiilleri üstlenirler. Öncünün buradaki konumu ve kitleyle olan ilişkisi düşünülürken, işçi sınıfının üyeleri bir orkestranın mensuplarına benzetilebilirler. Öncü, sınıfın içindeki nüansları gözeterek, tıpkı bir orkestra şefi gibi hareket eder. Diğerleri gibi orkestranın bir mensubu olan öncü, farklı sesleri uygun biçimlerde birbirine kenetlemeyi ve böylece müzik parçasını mümkün olan en iyi şekilde ortaya çıkarmayı üstlenir. Bu sorumluluk, her bireyin hem orkestra üyesi hem de orkestra şefi olabilme koşulunu yerine getirebildiği bir uğrağa kadar devam eder…

Örgütsüzlük sonucu, sınıfın gücünün doğru ve yerinde kullanımının olanak dışı kalmasının bir başka nedeni de, sınıf bilincinin düşmanı olan manipülasyon formlarına (hegemonya, rasyonalizasyon, suni denge…) ilişkindir. Bu noktada işçi sınıfının kendiliğinden bir sınıf bilinci oluşturamayacağı fikri elbette söz konusu değildir. Sınıf bilinci işçilerin kolektif kuruculuğuna dayanır. Fakat işçi manipülasyon formları karşısında direnemediği, eşdeyişle egemen bilince karşı kendi bilincini yeterince üretemediği oranda, sınıf bilinci aşınır. Bu noktada, egemen öznelerin üretim ilişkileri içerisindeki hâkim konumları, sahip oldukları araçlar dolayısıyla işçilerden daha etkin olmalarını sağlar. Bu durumun işçi sınıfının kendiliğindenliği içerisinde aşılması zordur. Burada, sınıf bilincini koruyan ve ileri taşıyan öncü, alternatif araçlar oluşturur ve dahası, dışarıdan bilinç götürerek, manipülasyonu mümkün olduğunca kırmaya çalışır.

Bu iki neden dolayısıyla sınıfın kendiliğinden hareketi, egemenin örgütlü hareketinin de kuvvetli baskısıyla, etkin bir politika bakımından yeterli değildir. Bu noktada egemenin örgütlü hareketinin karşısına sınıfın örgütlü hareketini çıkarmak gerekir. Bu elbette örgütlü hareketin kendiliğindenliği yok sayacağı anlamına gelmez. Aksine burada kendiliğindenlik ve örgütlülük birbirine dönüşen ve biri diğerini tamamlayan iki süreç olarak alınmalıdır.

Kendiliğindenlik, örgütlü hareket için daima uygun bir zemin yaratır. Bir örgütün kendiliğindenlik içinden doğmasına rastlanabileceği gibi, hâlihazırdaki bir çekirdeğin kendiliğindenliğin ivmesine tutunarak büyümesi de gözlemlenebilir. Bu ilişkiye tersten de yaklaşılabilir. Örneğin örgütlülük sayesinde birçok kendiliğinden hareket doğabilir ve bunlar örgütlülüğün bünyesine katılarak, örgütlü hareketin ivmesi yükseltilebilir. Bu şekilde kendiliğinden hareketler, örgütlü birer nitelik kazanarak, arzulanan sonuçlar alabilirler. Bütün bu süreçlerin asli öğesi, gerekçeleri açıklandığı üzere, örgütlülük olarak alınmalıdır. Aksi bir tercih ise kendiliğindencilik adını alan politik tutuma karşılık gelir. Kendiliğindencilik politikanın çıkmaz sokaklarından biri olarak nitelenebilir.

Kendiliğindenciliğin eleştirisi
Kendiliğindencilik kendini farklı biçimlerde gösterebilir. Bunlardan bazıları, örgütlülüğü dışlama ve sadece kendiliğindenliği tanıma, kendiliğindenliğe örgütlülüğün üstünde bir önem atfetme ve böylece örgütlülüğü kendiliğindenliğe tabi kılma ve örgütlülüğü sadece kendiliğindenlikle besleyerek olası örgütlü çıkışları dışlamadır. Bu sonuncusu bugünün politik ortamında son derece yaygındır.

1991 sonrası sıkça karşılaşılan bu eğilim, ilkesel bakımdan kendiliğindenciliğe karşı olsa bile, günceli değerlendirirken ilkelerin yanına eklediği ‘ama’lar ve ortaya koyduğu pratik bakımdan kendiliğindencilik anlayışı içerisine dâhil olmaktadır. Böylesi bir örgütlülük, bünyesine katacağı kendiliğinden hareketleri beklemeye odaklanır. Kendisinden doğabilecek örgütlü hareketleri ise bir rutin içerisine hapsederek en aza indirger. Bu şekilde kendini dahasını yapmaktan alıkoyar. Bu duruma yol açan nedenler birden fazladır.

Bunların başında egemenin kuvvetli baskısı ve ona dayalı saldırıları gelir. Bahsi geçen örgütlülük, rutini dışına çıkan etkinlikleri dolayısıyla karşılaşacağı saldırılara karşı koyamayacağını düşünerek, bunları olası dikkate değer bir kendiliğinden harekete kadar erteler. Diğer bir neden de eylemlerinin meşruiyetini sınıfsal mücadelenin kendisinden hareketle savunmak yerine, bu meşruiyeti çoğunluktan, eşdeyişle kendiliğinden yükselen kalabalıklardan hareketle savunmaya çalışmaktır. (Böylesi bir durum açıkça ideolojik güçsüzlük olarak nitelenebilir.) Bir diğer neden ise örgütlülüğün kendini kapattığı rutin içerisindeki konformizmi ve bu konformizmin nedeni ya da sonucu olarak, sınıfa ve örgüte olan güvensizliktir. Bu ve diğer nedenler beraberinde bir sürekli bekleme halini doğurmaktadır. Ne var ki beklenen an geldiğinde de söz konusu örgütlülük etkisiz kalır; öyle ki kendiliğindencilik zaman içerisinde ya da daha baştan, örgütlü hareketin arzu edilen inşası ve devrimci ilerleyişi için gerekli becerilerini aşındırmış ve nihayetinde elinden almıştır. Böylece ya sınıfın örgütü yerine sınıfın bir kısmını içeren örgüt olarak sınırlanır ya da sınıftan uzaklaşır. Bunlardan ilkinde taşıdığı öncü sorumluluğunu yerine getiremezken, ikincisinde bir politik savrulma eğiliminin parçası haline gelir. Bir başka deyişle kendiliğindencilik, politikanın çıkmaz sokaklarından birinde sıkışır kalır. Çıkış ise kendiliğindenciliğe karşı sınıfı örgütlemektir.

Ekim Devrimi tüm kendiliğindencilik biçimlerinin ve özellikle de Bolşeviklere sıkça önerilmiş bekleme halinin bir reddidir. Bu bağlamda, 1905’ten 1917 Şubat’ına ve 1917 Ekim’ine uzanan süreçte, kendiliğindenlik ve örgütlülük arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiğine dair en somut örnektir. Dalgaların kendiliğinden kabardığı anlarda hareketi mümkün olduğunca bünyesine katan ve kendiliğindenliğin olmadığı anlarda dalgaları kendi kabartmaya aday olan bir iradenin doğrulanmasıdır.