Ekim Devrimi’nin güncelliği...
Lenin, Ekim Devrimi’nin 1. yıldönümünde Moskova’daki Kızıl Meydan’da halka hitap ederken. (Fotoğraf: DepoPhotos)

İbrahim AYDIN

Rus proletaryasının Bolşevik Parti önderliğinde gerçekleştirdiği Ekim Devrimi’nin 105’inci yıldönümü. Ekim Devrimi işçi sınıfının, kapitalist sisteme karşı sınıfsız, sömürüsüz bir dünyanın kurulacağına dair ilk somut eylemi olan 1871 Paris Komünü’nden sonra atılan en somut adımının adı. Ekim Devrimi, tüm insanlığı sarsan, yeni bir çağ açan, ezilenlerin ve sömürülenlerin kurtuluş umutlarını görülmemiş ölçüde büyütmekle kalmayan, bunu bizzat açtığı çığır içinde somutlaştıran, bir gerçeklik haline getiren muazzam önemde ve kapsamda bir tarihsel olaydır. Ekim Devrimi’ni sadece bir tarih olarak da ele almamak; sosyalizm mücadelesinin bir mirası ve bugünün dünyasına da yanıt verebilecek pratik-politik bir süreç, bir laboratuvar olarak da görmek gerekiyor.


Ekim Devrimi bir darbeden ibaretmiş

Burjuva dünyası Ekim Devrimi’ne ve onun bütün kurum ve kişilerine karşı bir nefret nesnesiyle baktı. Sovyet Devrimi’ni bir devrimden ziyade bir “darbe” olarak nitelendirme çabası içine girdi. Birinci emperyalist paylaşım savaşında yenilmiş ve adeta çürümüş olan çarlık rejimi, 1917 Şubat ve Kasım ayları arasında kurulan geçici burjuva hükümet (Şubat Devrimi) ile kitlelerin barış ekmek ve toprak taleplerine hiçbir şekilde yanıt verememiş ve adeta çarlığı yeniden üreten bir hükümet pozisyonuna dönüşmüştü. Barış ve toprak talebiyle ortaya çıkan Bolşevikler, kitlelerin desteğine sahip olmayan geçici burjuva hükümetini alaşağı etmekten başka yapılabilecek bir şeyleri yoktu. Ekim Devrimi’nin başarısının anahtarı, devrimin saf bir devrim olmayacağı ve burjuva demokratik devrim ile proleter devrim arasındaki diyalektiği kavrayan politik ve örgütsel özneye sahip olmasıdır. Lenin, 1917 yılında Rusya’ya döner dönmez, “Tüm iktidar Sovyetlere” çağrısını yaptığında, Bolşeviklerin işçi sınıfı içinde azınlıkta olduğunu ve işçi sınıfının büyük çoğunluğunu kazanmak zorunda olduğunu dile getiriyordu. Sovyetler, işçi demokrasisinin öz yönetim organlarıydı. Bolşevik Partisi’nin barış, ekmek ve toprak talebi proletaryanın ve ezilen köylülerin örgütlendiği Sovyetlerden büyük destek görmüş, iktidarın ele geçirilmesinde çok güçlü bir kitle desteği sağlamıştı.

Ekonomik ve sosyal olarak geri bir ülkede iktidarı ele geçirmiş bulunan Rus proletaryasının önünde, iktidarını korumak ve sosyalizmin inşası gibi büyük bir sorumluluk durmaktaydı. Devrim, beklendiği gibi ekonomik ve sosyal açıdan ileri kapitalist ülkelerde değil, emperyalist-kapitalist sistem zincirinin en zayıf halkasından birisinde, Rusya’da gerçekleşmişti. Ekim Devrimi’nin kaderi, ileri kapitalist ülkelerden gelecek bir proleter devrime yani enternasyonal desteğe ve köylülüğünün devrimin tarafına çekilmesine bağlıydı. Avrupa işçi devrimlerinin mümkün ve yakın olduğu bir görünüm sergiliyor olmasına rağmen Macaristan işçileri bunu başardı ama kısa sürede yenildi. Çekoslovakya’da da kısa süreli bir işçi iktidarı deneyimi yaşamasına rağmen uzun sürmedi. Almanya ise Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin ihaneti ve sonrasında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in Ocak 1919’da, Berlin’de, devrimci Spartakist ayaklanmanın kanlı bir şekilde bastırılması sırasında katledilmesiyle bu sayfa da kapanmış oldu.

Bütün bunlar, dünya devriminin uzak bir düş değil, gerçekleşmesi gündemde olan bir olanak olduğu görüşünü güçlendiriyordu. Ne var ki her ülkede tarih aynı yönde ilerlemiyordu. Köylülüğün desteği alınmasına rağmen, beklenen devrimler dalgasının gerçekleşmemesi Ekim Devrimi’nin yalnız kalmasına neden oldu. Rus proletaryası emperyalist-kapitalist dünya sistem karşısında tek başına kalan, ekonomik ve sosyal açıdan geri bir ülkede, yeni bir devrimci dalga yükselene kadar iktidarı elinde tutma görevi ile karşı karşıya kalmıştı.

Yetmiş üç yıllık deneyim

Burjuva kültürünün bir başka çabası ise, devrimi gerçekleştiren Bolşevik liderleri birer diktatör olarak resmetmeleridir. Neredeyse bir asır boyunca Lenin ve Stalin tarihte görülmemiş bir yalan ve karalama kampanyalarının özneleri haline getirildi. Özellikle Soğuk Savaş koşullarında Stalin, faşist Hitler’le birlikte anılır oldu. İkinci Dünya Savaşı, Sovyetlere çok pahalıya mal olmuştu. Yaklaşık 20 milyon insan savaşta öldürüldü. Binlerce fabrika, okul yıkılmış, Sovyetler Birliği’nin Avrupa’daki kara parçası enkaz haline getirilmişti. Savaştan galip çıkan Sovyetler Birliği, Avrupa içlerine kadar genişlemiş ve emperyalist kapitalist sitemi tehdit eder bir konuma ulaşmıştı. Emperyalistler “Soğuk Savaş”ı böylesi bir konjonktürde başlatmış, sosyalist sisteme sempatiyi engellemek için tezvirat ve karalama kampanyasını devreye sokmuşlardı. Bu kampanyanın en somut hedefi kuşkusuz Stalin’di. Sovyet modelinin uygulama sürecindeki hatalar trajik sonuçlar da üretmiştir. Ancak bu sürecin tek sorumlusu olarak gösterilmesi, tarihi kişilerle açıklayan idealist bir tarih anlayışıdır.

Bütün bir sistemi tek bir kişiye indirgeyip onun nezdinde sosyalizmi karalama modasına sol-liberal çevreler de destek verdiler. Sosyalizme inanmış insanlar bile bu yaratılan hegemonyanın içerisine çekildi. Bu tarz eleştiriler Lenin ve Stalin’e tarih ve toplum üstü bir güç vermekten başka bir anlama gelmez. Eğer dedikleri doğruysa, “Tarihte kitlelerin en aktif katıldıkları bu harekette bile bir devrimciler örgütünün veya bu örgütün yöneticilerinin görüş ve davranışları onu yok etmek için nasıl bu kadar etkili olabilmektedir?” sorusu haklı olarak gündeme gelecektir. Her zaman böyle birilerinin çıkması da kaçınılmaz olduğundan, bu akıbetten kurtulmak da mümkün olamayacak demektir. Bugün bile birçok sol çevrenin, sadece reel sosyalizm eleştirisi yaparken “sosyalist demokrasinin” yokluğundan hareket ederek partiyi, dolayısıyla partinin lider kadrolarını hedef alıyor olması bu hatalı mantığın ürünüdür.

Tarihi bir muhasebe defterine dönüştürüp doğrular bir tarafa yanlışlar bir tarafa yazarak geçmişin anlaşılamayacağı kanaatindeyiz. Her şeyden önce Ekim Devrimi, kapitalizme karşı ezilenlerin ve sömürülenlerin bir başka dünya hayalinin ete kemiğe bürünmesidir. Hiçbir şekilde küçümsenmeyecek yaklaşık yetmiş yıllık bir mücadele deneyimidir. Bolşevikler nasıl bir sosyalizm inşa edeceklerini düşünürken en büyük esin kaynakları birkaç ay yaşamış olan Paris Komünü’ydü. Lenin devrimin hemen sonrasında Avrupa proletaryasının enternasyonal desteğinin gelmeme ihtimalini düşünerek tarihe bir not düşmek kaygısıyla bir proletarya iktidarının neler yapması gerektiğine ilişkin hızla birtakım uygulamalar içine girmişti (Bütün üretim araçlarının kamulaştırılması, kolektifleştirme, işçi denetimi vb.). Oysa tek “Tek ülkede sosyalizm" tartışmalarını da anlamsızlaştıran bu model, 73 yıl yaşadı.

Sonuç olarak

Bugün anlaşılmasında çok büyük bir yarar gördüğümüz Sovyet Devrimi, parti ve toplumsal hareket ilişkileri, özyönetim, sınıf dayanışması, ulusçuluğu aşan özgür ulusların birliği olan Sovyetler Birliği ve çoğulculuk gibi başlıklar altında ele alınan muazzam zenginlikte bir deneyim olmaya devam ediyor. 21’inci yüzyıl sosyalizmi bu deneyimler üzerinden şekillenecek.

Şimdi 105 yıl öncesinde işçi ve emekçilerin neyi başardığına dönüp baktığımızda, Ekim Devrimi’nin geçmiş değil gelecek olduğunu çok rahat söyleyebiliriz.

Yakın bir geçmişe kadar “toplumsal devrimler çağının bittiğini, büyük anlatıların hiçbir inandırıcılığının kalmadığını” anlatan burjuva düşünürler bile bugün Marx’ın teorisini anımsatarak kapitalizmi esastan sorgulamaya başladılar. Tarih yeniden hızlanıyor ve devrimcileşme imkânı bir kez daha güncel hale geliyor. Bugün, artık neoliberal kapitalizm söylemi ve eylemi çöktü. ABD ve AB ile diğer kapitalist ülkelerde kriz reçetelerinden de sonuç alınamıyor.

Tüm dünyada sayısız bölgesel gerilim, büyük, nükleer silahlı güçlerin giderek doğrudan ve açık çatışmasına doğru gelişiyor. Kapitalizm her dönem krizini küresel veya bölgesel savaşlarla aşmaya çalıştı. Dünya bugün bir kez daha küresel savaş tehdit altında. ABD önce Rusya’yı etkisizleştirip, sonra kendi hegemonyasını tehdit eden Çin’e saldırma stratejisi içinde. Ukrayna’nın NATO’ya alınma hedefi ve bütün Doğu Avrupa ülkelerine yapılan silah yığınağı bu sürecin bir parçası olarak işliyor. Almanya bile ekonomik gücünü askeri güce çevirmeye çalışıyor. Kapitalist emperyalist sistem kendi doğasından kaynaklı olarak dünyayı geri dönüşü olmayan bir yok oluş içine soktu. Bu döngüyü tersine çevirecek olan ise 21’inci yüzyılın sosyalizmi olacak.

21’inci yüzyıl sosyalizmi ise reel sosyalizm deneyimlerinin eleştirel bilinci üzerinden yükselecektir. Bu deneyimlerin en önemlilerinden biri, toplumun, sınıf adına bir parti iktidarı olarak biçimlenmesi yerine, özgür üreticilerin birliği ile gerçekleşecektir.