Aralık ayında asgari ücrete zam yapıldığında herkes o günkü fiyatıyla 3 liradan kaç adet alınabileceğini hesap ediyordu. Ocak 2021’de asgari ücret 2 bin 825 lirayken 1,5 liradan bin 884 ekmek alınabilirken Aralık 2021’de yapılan zamla 4 bin 253 lira olan asgari ücretle bin 418 adet ekmek alınabiliyordu. Bu hesabı takip eden birkaç gün içinde asgari ücretle kaç adet ekmek alınabileceğinin izi sürülemez hale gelindi. Masraflar artıyor, alım gücü düşüyordu. Bu sırada bugünlerde gıda krizinin sebebi olarak sıkça işaret edilen Rusya-Ukrayna savaşı henüz başlamamıştı bile. Savaş şubatta başlayacaktı fakat ekmek ve diğer temel gıdaların fiyatları ülkemizde öyle anımsıyorum ki ekim itibariyle öngörülmez bir hızla artmaya başlamıştı.

***

Neticede Aralık’ta gelen asgari ücret zammı gıda enflasyonuna yetişemedi. Diğer gündelik maliyetler, barınma, ısınma ve benzeri yaşamsal ihtiyaçlara yansıyan zamlar da cabası oldu. Ortaya bir yaşam maliyeti krizi çıktı. O günden bu yana artmayı sürdüren maliyetler karşısında toplumun geniş kesimleri açlıkla ve yetersiz beslenmeyle veya evsizlik gibi türlü risklerle burun buruna yaşıyor. Sonuçta asgari ücrete ikinci zam yapılmak zorunda kalındı. Geçtiğimiz günlerde yapılan yüzde 29,3’lük artışla 5 bin 500 lira oldu. 1980 darbe koşullarına kadar gerilediği ifade edilen bu ücretin bırakın bugünkü masrafları karşılamasını, emekçilerin geçtiğimiz altı aylık zararını kapamaya dahi yetmeyeceği aşikâr.

***

Ekmeğin hammaddesi buğday üreticisinin durumu da daha iyi değil. Mayıs sonu başlanan buğday hasadı Ağustos’a kadar sürüyor. Üreticinin üretim planlamasını sağlıklı yapabilmesi için beklediği taban fiyat geç ve insanca yaşam sağlayacak tutarın altında gelmişti. Cumhurbaşkanı Haziran başında ekmeklik buğdayın tonunu 6 bin 50, arpanınkini ise 5 bin 500 lira olarak duyurmuştu. Bir ay geçmeden Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) alım fiyatlarının hasadın ötelenmesi gerekçesiyle yüzde 6.6 zamla ton başına buğdayda 400 lira, arpada ise 200 lira artırıldığını duyurdu. Hâlbuki üreticilerin bir kısmının hasadı çoktan tüccara verdiği ifade ediliyordu. Dahası bu artış hasadı tüccara vermemiş olan çiftçiyi de yaşam masrafları ve girdi maliyetlerindeki artış karşısında tarlasını yeniden ekme konusunda rahatlatmadı.

***

Elbette TMO’nun fiyat ve alım politikası da AKP’nin tarım politikasının bir uzantısı olarak şekilleniyor ve bu bağlamda Tarım Bakanlığı’nın Latin Amerika ve Afrika’da 10 ülkede tarım arazisi kiralamak için görüşmelere başlamasından veya Venezuela’da buğday üretmek için anlaşma yapılmasından bağımsız değil. Bunlar, ülkenin 2000 yılında 9,4 milyon olan buğday ekim alanlarının 2019’da 6,8 milyon hektara gerilemesinin veya 2002’de 1,1 milyon ton olan buğday ithalatının 2019-2020 yıllarına vardığımızda 9,8 milyon tona ulaşmasının devamı. Ekim alanları birer birer tahrip edilirken buğday üretimi de düştü ve gümrük vergisi indirimleri gibi uygulamalarla ithalat desteklenerek hem kamu kurumları hem de üreticiler zarara uğratıldı.

***

Bir müşterek olarak gıdanın üretimden tüketimine kadar gasp edilmesi, mülkiyet rejimine konu edilerek metaya dönüştürülmesi sonucu emekle ekmek ilişkisi yabancılaştı ve alt üst oldu. Gıda üretilen toprakların sermaye olarak kabul edilmesi, ekolojik varlıkların tahribatı emeğin demokratik haklarının gaspıyla birleşerek açlık ve kıtlık koşullarını derinleştirdi. Bu arada ekmek hesabı ise unutulmuş görünüyor. Şimdi kaç ekmek alabiliyoruz pek konuşulmuyor. Demek ki bu altı ayda sadece asgari ücret erimedi. Emeği ekmeğe yabancılaştıran, emekçileri muhtaçlığa iten baskı rejimi sermayenin karını katlarken başka kazanımlar da elde etmiş görünüyor. Toplum ekmekten kısmaya, açlığa, gıda yoksulluğuna alışır hale geldi. Asgari ücretle kaç ekmek alınır sorusu önemini yitirmeye yüz tuttu. Hâlbuki ekmek adalet demekti.