Başlıktaki iki sözcüğün de sıkıntısını çekiyoruz. Kıtlığını, hatta yokluğunu çekiyoruz! Memleket biri diğerine tercih edilemez bu iki kavramın yokluğu koşullarında seçime gidiyor. Bu satırlar yazılırken, televizyon muhabiri İstanbul’da bir semt pazarında dolaşıyor, pazarcılar ve tezgâhlardaki meyve ve sebzeye ulaşılmazmış gibi bakarak dolaşan vatandaşlarla konuşuyordu. Erdoğan’ın, başta gıda olmak üzere, raflarındaki pek çok ürünü aşırı fiyatla […]

Başlıktaki iki sözcüğün de sıkıntısını çekiyoruz. Kıtlığını, hatta yokluğunu çekiyoruz! Memleket biri diğerine tercih edilemez bu iki kavramın yokluğu koşullarında seçime gidiyor.

Bu satırlar yazılırken, televizyon muhabiri İstanbul’da bir semt pazarında dolaşıyor, pazarcılar ve tezgâhlardaki meyve ve sebzeye ulaşılmazmış gibi bakarak dolaşan vatandaşlarla konuşuyordu.

Erdoğan’ın, başta gıda olmak üzere, raflarındaki pek çok ürünü aşırı fiyatla satan süpermarketlerden uzak durulmasını söyleyip, vatandaşları yönlendirdiği pazardan haber veriyordu.

Erdoğan, pahalı marketlerden uzak durulmasını öğütlerken, marketlere de göz dağı verdi. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” medeniyetinden geldiğimizi hatırlattı, zararına satın demiyoruz ama fiyatları düşürün diye uyardı, yetmedi, hesap sorarız dedi!

Seçime iki ay kala gıda fiyatlarının, çıldırmış sebze ve meyvenin hali iktidarı endişelendiriyor. Ticaret Bakanı 81 ilin valisinden fiyatları sıkı sıkıya denetlemeleri ve kendilerine haftalık raporlar vermelerini istiyor. “Meyve-sebzeye fiyat radarı” diye haberleştirildi Ticaret Bakanlığı’nın mücadele yöntemi; radara yakalanan yanacak!

İktidarın başını almış giden fiyatlarla mücadelesi kâh soğan depolarını basmak, kâh zabıtayı markete, pazara salmak gibi “polisiye” tedbirlerle sürüyor, ama sıkıntının nedenleri çok daha derinde olmalı ki o tedbirler bir işe yaramıyor!

Birleşik Kamu İş, Ocak ayında gıda fiyatlarının bir önceki aya göre yüzde 14,75 arttığını, yıllık gıda fiyat artışının yüzde 55,3 olduğunu açıkladı.

Patlıcan, biber 20 liralara ulaştı diye üzerlerine gidilen süpermarketler, bu pahalı ürünleri bir süre satmamayı düşünüyor. Türkiye Perakendeciler Federasyonu Başkanı Mustafa Altunbilek, kararlarını; “Sürekli bizim üzerimizden bir söylem geliştirilince buna gerek duyduk” diye açıkladı.

Onlar iktidarın gazabından kurtulmak için patlıcan, biber, kabak satmayacaklar, ama Erdoğan’ın işaret ettiği pazarlarda da fiyatlar bir haftada ikiye katlanmış; sebze meyve “alınır” olmaktan çıkıp “bakılır” olmuş!

Pazar tezgâhlarındakilerin “alınır” olmaktan çıkıp “bakılır” olmasının AKP seçmenini vurmaması imkânsız. O yüzden, son kamuoyu araştırmaları, vatandaşın bir numaralı meselesinin ekonomi olduğunu, ilk kez bu seçim öncesi AKP’nin geriden başladığını ve “işinin zor” olduğunu söylüyor.

Ekmek herkesin, ama daha çok alt sınıfların derdi!

Pazarda en ucuz patlıcan ve biberi bulmak için koşturanların; ekmek, su, hava kadar gerekli hukukla (hukuksuzlukla) gıda fiyatları kadar ilgilenmediği söylenebilir.

Ancak, eli kalem tutan, ağzı laf yapan herkes; özellikle de siyaset erbabı, yok olan hukuk için de sesini en az ekmek için yükselttiği kadar yükseltmek zorundadır.

İnsanlar, hukuksuzluğa itiraz etmek için kendilerini ölüme yatırmak, açlık grevleri yapmak zorunda hissetmemeli.

İşte Leyla Güven; cezaevinden çıktı ama her vatandaş için bir hak olan aile ve avukat görüşmesi Öcalan’a sağlanmadığı için, bir hukuksuzluğa karşı üçüncü ayını dolduran açlık grevini evinde sürdürüyor.

İşte, önce tahliye edilip henüz cezaevinden çıkmadan hakkında yeniden yakalama emri çıkarılan, oğluna sahip çıkan bir cümle yüzünden babasının bile işinden olduğu, CHP eski milletvekili ve PM üyesi Eren Erdem… O da hukuksuzluğa isyan için açlık grevine gidiyor.

Ve ismi onlar kadar bilinmeyen hukuksuzluk kurbanları…

Memleket kritik bir seçime giderken, iktidarı hedefleyen muhalefet partilerinin dillerinden düşürmemesi gereken iki şey: Gittikçe küçülen ekmeğimiz ve yok olan hukuk!