Yeşil Ekonomi; Küçülmek Güzeldir, Türkiye’nin ekonomi politikasına dair yapılan tartışmalara küçülmeyi de ekleme konusunda fayda sağlayacak. “Küçük güzeldir’’i kulağımıza küpe eden E. F. Schumacher’i burada anarak

Ekolojik krize set çekmek için ‘küçülmek’

DEVİN BAHÇECİ

19. yüzyıldaki sanayi devriminin getirdiği kalkınma söylemi, insanların refahını artırmak için tek yöntemin sürdürülebilir bir biçimde büyüme olduğunu yegane ekonomik destur olarak hayatımıza soktu. Devamında 20. yüzyılın başında yapılan büyüme tartışmaları da benzer bir biçimde ekonomi politikasının temel amacının üretimi ve tüketimi artırarak insanların refahını sağlamak olarak biçimlendirdi.

Refahın ve toplumsal zenginliğin artması için ekonominin sürekli kar etmesi gerektiği ve büyüyerek ancak eşitsizliklerin giderilebileceği anlayışı batıdan doğuya Dünya’daki hemen hemen tüm coğrafyalarda yaygın ekonomi politikası olarak yerini buldu.

Bu anlayışın yerleşmesinde liberal ekonominin mimarı Adam Smith’in katkısını da yadsıyamayız:
“Her birey kendi kârını arttırmaya çalışırken amacı hiç de bu olmadığı halde bütün toplumun zenginliğinin artmısına hizmet eder. Bunu yaptıran piyasının gizli elidir.’’

Büyümek için şirketlerin daha fazla kar etmesi, şirketlerin daha fazla kar etmesi için ise piyasanın daha fazla sözde özgürleşmesi ve devletin rolünün giderek daha fazla azaltılması gerektiği zihinlere yerleşti / yerleştirildi.
Sınırsız büyüme toplumsal refahı sağlayacaktır anlayışının ekonominin temel desturu olması iki paragrafta özetlenebilecek bir durum olmasa da Batı dünyasının ve batıya yüzünü dönmüş olan Türkiye gibi ülkelerin sınırsız büyümek ve kalkınmak için gerekli adımları birer birer attığını ve IMF, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumlarla da bu anlayışın desteklendiğini görebiliriz.

Ancak sınırsız büyüme kavramı ve kalkınmanın sorgulanması 1970’lere kadar pek yapılmadı diyebiliriz. 1968’de kurulan Roma Kulübü’nün hazırladığı “Büyümenin Sınırları’’ raporu dünyada, özellikle batı ekonomisinde kaynakların (doğanın kaynak olarak algılanması başka bir tartışma konusu) sınırsız olmaması üzerinden büyümenin sınırlarını tartışmaya açtı. Ancak yine de tartışma toplumsal refahın ancak büyüme ile sağlanabileceğini sorgulayan bir tartışma değildi. Daha çok doğanın / kaynakların sınırlı olması üzerinden büyümenin sınırsız olmadığı görüşünü savunuyordu.
Bu tartışmalar, bizi yeni bir kavramla tanıştırdı: Sürdürülebilir Kalkınma:
“Bugünün gereksinmelerini, gelecek kuşakların da kendi gereksinmelerini karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin karşılamak.”

Keza sınırsız büyüme için devletler piyasa üzerindeki etkinliklerini yitirirken, görece olarak teknoloji ve bilgi birikimine daha az erişimi olan ülkelerin doğası ekonomik kalkınma için talan edilirken ve sonuç olarak şirketler giderek daha fazla kar eder hale gelirken, toplumsal refah Adam Smith’in önermesindeki gibi artmıyor aksine azalıyor, yoksulluk önemli bir sorun haline geliyor ve zengin ve fakir (zengin ülkeler, fakir ülkeler, zengin bireyler ve fakir bireyler) arasındaki gelir uçurumu giderek büyüyordu.

1986’da yayınlanan Bruntland Raporu ile tanıştığımız bu kavram, 1992 Rio Zirvesi ile birlikte yeni ekonomi politikası amacı olarak yaygınlaşmaya başladı. Artık kaynaklar (doğa ve insan) daha sürdürülebilir biçimde kullanılacak böylece büyüme gelecek nesillerde de devam ettirilecekti. Kavramın destekçileri ne kadar samimi bir biçimde bu düşünceyi hayata geçirmeye çalıştı bilinmez ama geçtiğimiz son 20 küsür yılda, doğanın ve insan emeğinin talanı daha yavaşlayacağına daha da hızlandı. Artık ekolojik kriz ve iklim krizi durdurulamaz noktalara erişti. Sürdürülebilir kalkınma, şirketlerin sınırsız büyüme için herşeyi kaynak olarak gören anlayışına yeni yıpranmamış bir elbise gibi hizmet etti, görünürde çevreyi ve doğayı korumayı, yaşamı sürdürülebilir kılmaya çalışan anlayış arka planda yine aynı şekilde karı sürdürülebilir kılmaya devam etti.
Ayrıca bu süreçte sosyal politika ve yönetim kavramı olan liberalizm de renk ve yapı değiştirerek, sadece piyasanın özgürleşmesini amaçlayan ve neoliberal anlayışa yerini bıraktı. Giderek otoriterleşen rejimler ekonomi politikasında serbest piyasa ekonomisi için ne gerekiyorsa yapmaya başladılar.

Bu anlayış, büyümenin ve kalkınmanın tek seçenek olarak sunulması ile birleşince, günümüzdeki ekolojik kriz daha da derinleşiyor, iklim değişikliği her geçen gün daha fazla hayatımızı zorlaştırmaya başlıyor. Yoksulluk ve gelir adaletsizliği giderek derinleşiyor, sosyal politikalar ile hak ve özgürlükler giderek kısıtlanıyor.
Üstelik, otoriterleşen rejimlerde, büyüme odaklı politikaları tartışmak, karlılık uğruna yapılan talanları eleştirmek, kalkınma anlayışına karşı çıkmak, Türkiye’de de olduğu gibi vatan hainliği olarak da yansıtılabiliyor.

Yeşil Ekonomi; Küçülmek Güzeldir kitabında, yukarıda özet geçtiğim tüm bu ekonomi tartışmaları ve büyüme tartışmalarına, kalkınmanın tek yöntem olduğu desturuna karşı çıkma hali var. Adil paylaşım, adalet, eşitlik, refah ve insanın doğanın bir parçası olduğu anlayışının ekonomi yönetimine nasıl yansıması gerektiği, yeşil bir ekonominin nasıl olması gerektiğine dair tartışmalar kitabın ortaya çıkmasının bağlamını oluşturuyor.
Bu kitap, Türkiye’de çok tartışılmayan yeni bir kavrama dair makalelerden oluşuyor. Kitapta makaleler hep beraber, refahın ve adaletin ancak küçülerek olabileceğini ortaya koyuyor. Ancak az tüketerek, daha az üreterek daha adil ve eşit bir toplum yaratılabileceğini, küçülmenin insanların hayat standartlarını etkilemeden doğa ile beraber barış içinde yaşayabileceğimiz bir ekonomik yaklaşım olacağını vurguluyor.

Küçülme tartışması dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de halen çok yeni bir kavram olduğundan dolayı, kitaptaki makaleleri, geniş bir çerçevede küçülme tartışmasına bir ayna tutuyor.

Kitapta 7 adet makale buluyor, ilk makale öncelikle sürdürülebilirlik kavramını sorgulayarak, büyüme ile sürdürülebilirliğin neden yanyana duramayacağını anlatıyor. İkinci makale ise büyüme kavramının nasıl toplumsal eşitlik ile bağdaşmayacağından bahsederken üçüncü makale bizi küçülme kavramı ile tanıştırmaya başlıyor. Bir sonraki makalede ise küçülme tartışmasını biraz daha derinleştirerek küçülmenin büyümeye alternatif olarak toplusal refaha nasıl katkı sunabileceğinden bahsediyor.

Devamında ise tartışmayı biraz daha derinleştirerek bir sonraki yazıda küçülmenin tarihsel bağlamından bahsediyor. Bu yüzden son iki makaleden biri sürdürülebilir kalkınma ve küçülmeyi detaylı karşılaştırırken, bir diğeri ise küçülme kavramının eleştirisini yapıyor ve bizi başka alternatif tartışmalar ile tanıştıyor.

Yeni İnsan Yayınevi bu kitabıyla küçülmeye (degrowth) dair bir tartışmayı başlatıyor. Bu bağlamda Yeşil Ekonomi; Küçülmek Güzeldir kitabının, Türkiye’deki ekonomi politikasına dair yapılan tartışmalara küçülmeyi de ekleme konusunda fayda sağlayacağı söylemek mümkün.

“Küçük güzeldir’’i kulağımıza küpe eden E. F. Schumacher’i burdan birkez daha anarak KÜÇÜLMEK GÜZELDİR diyorum.

YEŞİL EKONOMİ; KÜÇÜLMEK GÜZELDİR
Kolektif
Yeni İnsan Yayınevi