“Doğa insan içindir” yerine, bir kültürün diğerini yok etmeyip ondan beslendiği kapitalizm öncesindeki “insan doğa içindedir” anlayışına hayat vermemiz gerekiyor. Ekoloji: Bir Arada Yaşamın Geleceği, bu acil dönüşüm için bir çağrı.

Ekolojik yıkıma karşı acil çağrı

Ali BULUNMAZ

Çok eski zamanlardan bu yana; bilgelik dönemlerinden başlayarak ve Eski Yunan’dan beri temel sorunlardan biri, insanın doğayla kurduğu ilişkiydi. Doğayı fethetme, kontrol altına alma ve doğayla savaşma anlayışının karşısında, doğaya uygun yaşamanın konduğu düşünülürse bugün hâlâ almamız gereken epey bir mesafe olduğu anlaşılıyor. Yaşadığımız son depremler de doğaya uygun yaşamanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.
Sık aralıklarla gördüğümüz ve farkına varmamız gereken başka şeyler de var: Mesela dilimize pelesenk olan “doğanın intikamı” ve “doğal afet” söylemleri. Doğanın olağan işleyişinin “intikam” diye nitelenmeyeceğini ve afeti yaratanın, kendisini her şeyden üstün gören insan olduğunu kavramak zorundayız. Dolayısıyla uzak geçmişten bugünün neoliberal kapitalist sistemine dek karşımızda duran bir gerçek var: İnsan doğayla inatlaşıp savaştıkça krizler derinleşiyor. Hatta krizlere yenileri ekleniyor. İklim krizi ve biyoçeşitliliğin azalmasıyla birlikte, kaybedilen doğal yaşam çok ciddi bir var oluş sorunu yaratıyor. Başka bir deyişle yaşamın ve doğanın tüketilmesi bir gezegen yangınına neden oluyor.

‘GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN NOKTAYA BİR ADIM KALA’

Artık bir yol ayrımındayız; ya doğayla ilişkimizi yeniden gözden geçirip düzenleyerek mevcut ekolojik krizi ve bunun etkilerini azaltmak için çabalayacağız ya da ekosistemle birlikte yok olacağız.

Didem Bayındır ve Mine Yıldırım’ın yayına hazırladığı; ekolojik yıkımı, insanın doğayla kurduğu, kuramadığı ve kurması gereken ilişkinin yardımıyla anlatıldığı Ekoloji: Bir Arada Yaşamın Geleceği’nde, insanın doğayla ve canlılarla bir bütün olduğu tezi gündeme getiriliyor.

Bugün insanın doğayla ilişkisinin epey bozulduğu yakıcı bir gerçek. Artık konu, fetihçiliği ve sahipleniciliği de aşmış durumda. Meselenin özü ekosistem üzerinden ve onu yok sayarak rant elde etmek. Küreselleşme şiarıyla büyük bir yıkımın kapısını ardına kadar açan neoliberal kapitalist sistem, Antroposen’i (insan çağını) ve büyümeyi körükleyerek doğaya ve canlılara pragmatik biçimde yaklaşmayı olağanlaştırdı. Başka bir deyişle “her şey yapılabilir” ilkesi doğaya hoyrat biçimde uyarlandı. Ekosistemi tüketmek ve insanı doğadan soyutlamak neoliberal kapitalizmin olmazsa olmazı hâline geldi. Bu anlayış ve durum karşısında kaygılananlar ise sesini yükseltmekle kalmıyor, eyleme geçiyor. Bayındır ve Yıldırım’ın yayına hazırladığı çalışma da bu eylemin bir parçası.

Kitapta bazen satır aralarında yer alan bazen de açıktan karşılaştığımız “geri dönüşü olmayan noktaya bir adım kala” ifadesi, ekolojik krizde geldiğimiz yeri anlatıyor. Bahsi geçen nokta, iklim krizi (bununla bağlantılı olarak hemen her ülkenin kapısını çalan kuraklık, orman yangınları, gıda kıtlığı vd.), biyoçeşitliliğin tehdit altında olması (doğa ve hayvan katliamları vd.), hemen her şeyin ekonomik kavramlara indirgenmesinden doğan sıkıntılar, büyüme-küçülme tartışmaları ve eşitsizlik gibi ana sorunların dikkate alınmasını zorunlu kılıyor. Çalışmaya yazılarıyla katılanlar da meseleye bu pencereden bakıyor.

Neoliberal kapitalist sistemin ekolojik yıkıma neden olduğunu ve bunun giderek doğal ve insani krizlere yol açtığını, dolayısıyla tüketim anlayışının adalet ve yaşam krizini derinleştirdiğini hatırlatıyor yazarlar. Tüm bunların insanlarla sınırlı kalmayıp hayvanlar için geçerli olduğunu da…

İklim krizinin ve bununla bağlantılı başka pek çok sorunun “kader” olmadığını ve inkârın da bir işe yaramadığını; ekolojik bir gelecek için harekete geçme zorunluluğunu, çevre adaleti için anti-kapitalist politikalar geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor yazarlar. Bu babta Foti Benlisoy’un ismini andığı John Molyneux, yakın geleceğe dair öngörüsüyle dün-bugün-yarın bağlantısı kuruyor: “Hareket, yalnızca iklim değişikliğini nasıl önlediğimiz veya durdurduğumuzla değil, aynı zamanda onun yıkıcı etkileriyle nasıl başa çıktığımızla da ilgilenmek zorunda kalacak: Barbarlıkla mı dayanışmayla mı? Kapitalizm, tüm biçimleriyle giderek barbarlığa dönüşecek. Yalnızca sistem değişikliği, kapitalizmin yerini sosyalizme bırakması, işçi sınıfı ve insan dayanışmasına dayalı bir yanıta izin verecek.”

İNSAN DOĞA İÇİNDEDİR

Birçok konuda olduğu gibi ekolojik kriziyavaşlatmak için planlar var fakat iş uygulamaya gelince bir yavaşlamayla karşılaşıyoruz. Emrah Çoraman’ın dediği gibi bu noktada bir sistem değişikliği, daha doğrusu “Antroposen denen bir şey yapmama döneminin sona ermesi” şart. Bunun için doğaya ve yabana saygı duymak, insan merkezli düşünmekten vazgeçmek, hayatı düşünmekten vazgeçmek, hayatı insanın ötesinde anlama çabasını güçlendirmek, hayvanları eşya gibi görmekten ve türcülükten uzaklaşmak zorunlu. Bütün bunların, politik ve kültürel sorunlar olduğunu kabul etmemiz de gerek.

Burcu Meltem Arık’ın deyişiyle “gezegenimiz yanıyor” ifadesi artık bir metafor olmaktan çıktı; bunu bizzat yaşadığımız bir dönemdeyiz; doğayla inatlaşmanın ceremesini çekiyoruz: Su kıtlığına ramak kaldı, hemen her mevsim orman yangınlarını görüyoruz, gıda krizi kapıda, iklim değişikliği nedeniyle göçler başladı başlayacak, biyolojik çeşitlilik kaybı ve çevre kirliliği hayatımızın ayrılmaz bir parçası artık. Bu süreci yavaşlatmak için gezegenin dengesinin ve biyo-fiziksel sınırlarının farkında olma zorunluluğunu, dolayısıyla doğa-insan uyumunu hatırlatıyor Arık. Başka bir deyişle insan-doğa ilişkisinde adaleti ve vicdanı ön plana almak gerekiyor.

Didem Bayındır kitap için kaleme aldığı önsözde, çalışmanın çerçevesini çizerken ortak çabayı özetliyor: “Geri dönüşü olmayan noktaya bir adım kala ekolojik yıkımı çok boyutlu dinamikleriyle ele alarak sadece kolektif evimiz olan Dünya’yla ilişkimize değil; aynı zamanda Gaia’nın, canlı ve cansız varlıkların, gezegenin dününe, bugününe ve geleceğine bakmak istedik; hem bireysel ve toplumsal hayatlarımızda hem de küresel örgütler ve devletler bazında değişmek zorunda oluşumuzun bilimsel ve felsefi gerekçelerini sunmak, canlı ve cansız tüm varlıklarla Yeryüzü’nün bir bütün olduğunu hatırlamak, hatırlatmak istedik.”

Çalışmadaki yazıları okuduğumuzda, pek çok alışkanlığımızı değiştirmemiz gerektiği ortaya çıkıyor. Bunların başında tüketime dayanan yaşam yerine bir başka bakış açısına ihtiyaç var: “Doğa insan içindir” yerine, bir kültürün diğerini yok etmeyip ondan beslendiği kapitalizm öncesindeki “insan doğa içindedir” anlayışına yeniden hayat vermemiz gerekiyor. Ekoloji: Bir Arada Yaşamın Geleceği, bu acil dönüşüm için bir çağrı.