Fırat YENİCİ Çoğumuzun bildiği üzere Yanis Varoufakis kısa ama etkili Yunan ekonomi bakanlığı döneminde Avrupa’daki yerleşik güç dengelerini sarsmayı ve arka planda dönen kirli pazarlıkları halka deşifre etmeyi başarmıştı. Yazar o sıradaki deneyimlerini asıl Adults in the Room kitabında anlatsa da; bunları bakanlığı öncesi yazıp daha sonra tekrar ele aldığı Kızımla Ekonomi Sohbetleri kitabına da […]

Ekonomi ekonomistlere bırakılamayacak kadar önemlidir

Fırat YENİCİ

Çoğumuzun bildiği üzere Yanis Varoufakis kısa ama etkili Yunan ekonomi bakanlığı döneminde Avrupa’daki yerleşik güç dengelerini sarsmayı ve arka planda dönen kirli pazarlıkları halka deşifre etmeyi başarmıştı.

Yazar o sıradaki deneyimlerini asıl Adults in the Room kitabında anlatsa da; bunları bakanlığı öncesi yazıp daha sonra tekrar ele aldığı Kızımla Ekonomi Sohbetleri kitabına da başarıyla yansıtmış ve bu sayede bu kitabı benzeri ekonomiye giriş kitaplarının çok ötesine taşımış. Daha önce alanda başka giriş metinleri de okumuş biri olarak, ilk defa ekonominin arz-talep-denge-fayda ezberlerinden uzakta, ekonominin özü olan ihtiyaç fazlası ve bunun üretimiyle dağıtımını belirleyen ilişkiler ağına odaklanan bir kitapla karşılaştığımı söyleyebilirim.

STATÜKONUN BÜYÜCÜLERİ

Varoufakis gibi kapitalizmi sistem içinden eleştiren yazarlara ihtiyaç var, çünkü piyasa ekonomisinin ve ürettiği düşünsel koşullanmaların dünyayı sardığı, kulakları sağır ettiği bu çağda ‘içeridekilere’ seslerini ancak Varoufakis benzeri saygın, elini taşın altına koyan aktivistler duyurabilir. ‘Ekonominin ekonomistlere bırakılamayacak kadar önemli olduğu’ Kızımla Ekonomi Sohbetleri’nin başlıca tezi, ki gelişmekte olan ülkeleri küresel ölçekte etkileyen krizin en sert vurduğu ve hazırlıksız yakaladığı ülkelerden birinin Türkiye olduğu düşünülürse ülkemizdeki ekonomistlerin ve ‘uzmanların’ da tıpkı diğerleri gibi sınıfta kaldığını söyleyebiliriz. Kitapta tekrar tekrar vurgulandığı üzere ekonomi bir bilim dalı değildir ve istatistik, matematiksel analiz gibi bilimin emrindeki araçları kullansa da, karmaşık psikolojik ve sosyal süreçlerin ürünü olan ekonominin, bilimsel bilginin gözlem-deney-öngörü-hipotez sınavlarından geçebilmesi imkânsızdır. Bu durumda maalesef ekonomistler de genelde statükonun büyücü-doktorları olmaktan öteye geçemiyorlar.

Bu temel dayanağı ve bundan beslenen, herkesin hayatlarını bunca etkileyen ekonominin temel nitelikleri konusunda bilgi sahibi olması gerektiği görüşünü gözden kaçırmayan Varoufakis, insanlık tarihinin nitelikli bir sosyoekonomik panoramasını çizmeyi de başarıyor. Örneğin paranın ve borcun Mezopotamya’ya uzanan kökenlerine inerken ‘ihtiyaç fazlasının’ ve ona bağlı olarak bürokrasi, ordu ve ruhban sınıfının doğumuna tanıklık ediyor, bu ilkel toplum hiyerarşisinin önce serfliğe, yükselen küresel ticarete bağlı olarak da topraksız tarım işçiliğine evrilişine ve Varoufakis’in ‘piyasa toplumu’ adını verdiği kapitalist toplum düzeninin doğuşuna uzanıyoruz. Fabrikaların doğuşu ile emek topraktan tam anlamıyla kopuyor ve üretim aygıtlarının uğradığı derin değişim modern kapitalizmin tohumlarını ekiyor. Bu noktada Varoufakis modern üretim aygıtlarının mülkiyetine ilişkin ilginç ve özgün tezler geliştiriyor.

Kitabın çarpıcı bir diğer yanı, çoğu ekonomi kitabında yeterince yer bulamayan girişim-borç-kâr-bankacılık ilişkisinin üzerinde dikkatle durması, burada yazarın Yunanistan’ı temsilen üstlendiği borç müzakerelerinin getirdiği tecrübeler belirgin şekilde hissediliyor. Kitabın bu bölümünde borcun tarihsel evrimi ve günümüzde kazandığı kaçınılmaz nitelik, bunun yanında kamu borcunun kritik rolü, bankacıların bu dönüşüm sürecinde giderek artan nüfuzlarının sonunda ulaştığı tehlikeli boyut adım adım inceleniyor, tabii günümüzde bankacılık-finans mekanizmasının karmaşık niteliği ve manipüle ettiği güç ilişkilerinin sonucu olarak dizginlenemez hale geldiğinin de altı çiziliyor.

Son olarak, kitabın üçüncü ayağının devlet-para politikası-emek ekseninde ilerlediğini söyleyebiliriz. Varoufakis ekonomik krizlerinin yarattığı büyük insani hasardan yola çıkarak devletin krizleri dengeleyici ve engelleyici rolünü yeni bir bakış açısıyla ele alıyor, bunu yaparken de günümüzün Bitcoin benzeri ‘apolitik para’ yaratma hayallerine uzanarak neden bunların birer hayalden ibaret kalmaya mahkûm olduklarını güçlü argümanlarla ortaya koyuyor. Ayrıca para piyasalarının ve emeğin eşsiz niteliğine vurgu yaparak bunların ‘kendileri için’ değil, araçsal nitelikleri nedeniyle talep edildiğini ve emek ile paranın değerinin diğer her tür değerden farklı şekilde anlaşılıp yorumlanması gerektiğini belirtiyor. Maaşlar yeterince düşerse işsizlik diye bir şey kalmayacağını savunan ham hayalciler, Varoufakis’e göre işte bu tarz bir yanılgının içine düşmüş durumdalar.

‘HÂLÂ UMUT VAR’

Kitabın editörü sıfatıyla daha öznel bir açıdan bakacak olursam, doğrudan sol gelenek içinde yer almayan ama piyasa ekonomisine eleştirel bakmaya çalışan bir ‘eşitlikçi liberal’ olarak, Varoufakis’in emek-sermaye çelişkisine ve bunun günümüze kadar gelecekte de alacağı şekle dair son derece özgün ve nitelikli çözümlemeleri olduğunu söyleyebilirim. Bugüne kadar sol düşünce içinde ne yazık ki yeterince yer almadığını düşündüğüm ‘ekolojist-yeşil’ tezler kitapta güçlü bir şekilde sunuluyor ve bence günümüz kapitalizminin günlerinin sayılı olduğuna dair en sağlam dayanaklardan birini oluşturuyor. En önemlisi ise, Varoufakis indirgeme ve hoyrat genellemelerden uzak kalıp sol ‘asr-ı saadet’ arayışına sırt dönerek, günümüz sosyoekonomik yapısının karmaşık ve geniş bir özgürlük alanı talep eden özünü, sosyal adaletin ve gezegenimizin meşru gereksinimleriyle bağdaştırabilecek ‘yeni bir yolun’ mümkün olduğunu güvenle ve açıkça ilan ediyor. Slavoj Žižek’in “Az sayıdaki kahramanımdan biri, Varoufakis gibi insanlar oldukça hâlâ umut var” derken vurguladığı nokta sanırım tam da bu.