Mutabakat Metni’nin ekonomik hedeflerinin tutturulması biraz da küresel ekonominin seyrine bağlı. IMF’nin Ocak 2023 Dünya Ekonomik Görünüm Raporu, 2023 için yüzde 2,9 bir küresel büyüme öngörüyor. Bu oran Türkiye’nin önde gelen ihracat pazarı Avro Bölgesi için yüzde 0,7’ye, Almanya özelinde yüzde 0,1’e kadar düşüyor.

Ekonomi metninde umduklarımız ve bulduklarımız
Koç Holding’e devredilen TÜPRAŞ tesislerinin açılışına Erdoğan da katılmıştı. (Fotoğraf: DepoPhotos)

Ayrıntılı bir biçimde hazırlanmış Mutabakat Metni’nin genel hatlarıyla toplumda olumlu bir hava yarattığı, baskıcı başkanlık rejiminden çıkış için umutları tazelediği söylenebilir. Öncelikle 6’lı Masa’nın kolektif çalışma ürünü bir belge ortaya koyması, metnin bölüm bölüm farklı isimler tarafından sunulması bile, memleketin kaderini Tek Adam’ın iki dudağı arasına hapseden totaliter zihniyete kararlı bir yanıt sayılabilir. Böylelikle olası cumhurbaşkanı adayı için de hem seçim süreci ve sonrasında temel alacağı bir çerçeve metni hazırlanmış, hem de adayın programını kişileştirilmesi tehlikesi savuşturulmuş kabul edilebilir.


Elbette 6’lı Masa’nın beş bileşeninin sağcı partiler olduğunu biliyoruz. CHP adına ekonomi metnini sunan Faik Öztrak’ı da Kemal Derviş’in Hazine Müsteşarı olarak tanıyoruz. Bu nedenlerle ekonomiye ilişkin bir değerlendirmede bulunurken kamucu, kalkınmacı, emekten yana net bir içerik beklentisinin gerçekçi olmadığının da farkındayız. Öte yandan Millet İttifakı’nın en azından parlamenter demokrasiye dönüşü, daha özgür bir tartışma ortamını vaat etmesi, farklı perspektiflerin ortaya konulmasını cesaretlendirmeli. Özellikle CHP tabanı eleştirel görüşlere tepki göstermek yerine kulak vermeli.

Çünkü demokratikleşmeyle ekonomik kalkınma birbirini besleyen, güçlendiren, birbirlerinden kopuk düşünülemeyecek iki önemli mücadele alanıdır. Demokratik bir toplumda korkmadan, çekinmeden, kolaylıkla sendikalaşabilir; alternatif ekonomik programlar tasarlayabilir; ekonomik haklarınızın kavgasını verebilirsiniz. Haliyle bizler de doğru bildiğimiz fikirler doğrultusunda kamuoyunu bilgilendirmek; soldan yana partilere, sendikalara, meslek kuruluşlarına önerilerde bulunmak sorumluluğuyla her zaman olduğu gibi bugün de karşı karşıyayız.

Heddefler gerçekçi mi?

Mutabakat Metni’nin ekonomik hedeflerinin tutturulması biraz da küresel ekonominin seyrine bağlı. IMF’nin Ocak 2023 Dünya Ekonomik Görünüm Raporu, 2023 için yüzde 2,9 bir küresel büyüme öngörüyor. Bu oran Türkiye’nin önde gelen ihracat pazarı Avro Bölgesi için yüzde 0,7’ye, Almanya özelinde yüzde 0,1’e kadar düşüyor. Birleşik Krallık içinse yüzde 0,6’lık daralma bekleniyor. Rusya ekonomisine gelince, bilindiği gibi zaten savaş nedeniyle zor bir dönemden geçiyor. Petrol ve doğalgaz fiyatlarında beklenen düşüş ise, tahmin edileceği gibi Ortadoğu ekonomilerinde talebi olumsuz etkileyecek. Tüm bu bilgiler, beş yılın sonunda 600 milyar dolar ihracat düzeyinin yakalanmasının pek kolay olmadığını gösteriyor.

Ortalama büyüme hızının yüzde 5’in üzerinde gerçekleşmesi hedefinin tutturulması da bu dünya koşullarında zor. Zaten kamu eliyle büyüme hızına ivme kazandıracak kalkınmacı bir perspektif metne yansımamış. Halbuki demokratik planlama yoluyla kamunun ekonomiye müdahale kapasitesini geliştirerek, servet-kâr ve ranttan alınan vergilerle kamu harcamalarını finanse ederek, kamu hizmetlerini geliştirerek, kamunun üretim kapasitesini artırarak, pekala büyüme ve istihdam desteklenebilirdi. Ayrıca belgede “kamuda taşeronlaşmaya son vereceğiz” tarzı bir irade de gözlenmiyor.

Beş yılın sonunda dolar cinsinden kişi başına gelirin en az iki katına çıkması beklentisi de, nüfus artışını göz önüne almasak dahi, ancak döviz kurunun değerlenerek 12 TL’ye düşmesi ile olanaklı. Bu durumda da ihracatta rekabet hedefini baltalayıcı bir döviz kuru ortaya çıkmış oluyor. İşçi ücretlerini düşürerek bu hedefin yakalanması da herhalde düşünülmüyor. Uluslararası döviz rezervlerinin güçlendirileceği ifadesi ile de birleştirince, yoğun bir döviz girişine bel bağlanacağı izlenmi uyanıyor. Bu da hadi IMF’yi telaffuz etmeyelim de, ancak Atlantik İttifakı’nın ABD-AB’nin yoğun desteği ile olanaklı.

Metne sinen neoliberal tını

“Merkez Bankası’na fiyat ve finansal istikrarı sağlama dışında sorumluluklar yüklemeyeceğiz” beyanı da, büyüme ve istihdam hedeflerini gerçekleştirmekte niye bankaya misyon biçilmiyor sorusunu akla getiriyor. ABD Merkez Bankası FED’in dahi böyle bir görevi bulunuyor.

Salı günkü yazımızda belirttiğimiz gibi, Merkez Bankası bağımsızlığı, mali kural uygulanması, dalgalı kur sisteminin mutlak kabul edilmesi gibi ifadeler neoliberal zihniyetin 6’lı Masa’ya da sindiğinin kanıtları. Ülkede iyice bozulan gelir ve servet dağılımını daha adil hale getirme, emeğin milli gelirdeki payını yükseltme kararlılığı da Mutabakat Metni’ne yansımıyor.

Gönlümüzden geçen ilkeler

Peki böyle bir metinde hangi öğeler bulunabilirdi?

Özelleştirilen Ereğli Demir Çelik, PETKİM, TÜPRAŞ’ın tekrar kamu mülkiyetine kazandırılması amaçlanabilirdi.

Sadece Kamu-Özel İşbirliği projelerinin teknik, idari, hukuki veya yasama denetimine tabi tutulacağı ifadesiyle yetinilmez, bir dönem Meral Akşener’in gündeme getirdiği “tiksindirici borçlar” konusu ele alınabilirdi. Dış borçlardan toplumun yararına kullanılmayan veya topluma belli bir yarar sağlasa da maliyetleri ile sunduğu hizmetin bağı kopmuş olan, yolsuzluklara konu teşkil eden borçların gözden geçirilmesi kararlılığı dile getirilebilirdi.
Yurttaşlık temel geliri programıyla, her yurttaşa emek sürecine katılarak elde ettikleri gelirin dışında kamu bütçesinden bir ödeme yapılması sözü verilebilirdi.

Son dönemde fiyatları hızla artan gayrimenkullerin vergilendirilmesi başta gelmek üzere zengin yüzde 1’e servet vergisi uygulanarak yıllardır süregelen bozuk gelir dağılımının birikimli etkisinin dengelenmesi programa alınabilirdi. Ayrıca son dönemlerde aşırı kârlar elde eden bankalar ve enerji şirketlerine ek bir vergi uygulanması gereği vurgulanabilirdi.

Katılımcı bütçe anlayışının benimsenmesiyle hem bütçe gelirlerinin belirlenmesinde, hem de harcama kalemlerinin yönlendirilmesinde, genel bütçeden yerel yönetimlere kadar her düzeyde yurttaşların, yöre halkının, sendika ve meslek örgütlerinin söz ve karar sahibi olacakları demokratik bir süreç tasarlanabilirdi.

Türkiye ekonomisinin en yakıcı sorunlarından işsizlik çözümünde yeni istihdam alanları açmanın yanı sıra, hem çalışma saatlerinin kısaltılması, hem de çalışma günlerinin azaltılmasıyla, mevcut işlerin paylaştırılacağı fikri benimsenebilirdi. Çünkü uzaktan ve hibrit çalışma artık hayatın bir gerçeği haline gelmiş durumda.

Bilginin demokratikleştirilmesi kapsamında, internetin kamusal bir hak olarak herkese ücretsiz ulaştırılacağı müjdesi verilebilirdi.

Eğitim ve öğretim hizmetlerinden alınan KDV’yi indirmek, eğitim ve sağlık harcamalarının vergi matrahından indirilebilmelerine imkan sağlamak gibi vaatler bazı yurttaşlarımıza küçük avantajlar sağlasa da, eğitim ve sağlıktaki piyasalaşmanın kabulünü de ima ediyor. Halbuki bunun yerine toplumsal muhalefetin yıllardır dile getirdiği, eğitim ve sağlığın eşit, parasız ve nitelikli biçimde her yurttaşa bir hak olarak sunulması ilkesi benimsenebilirdi.
Tüm bu eleştiri ve yorumlarımız bugünün asli görevinin, en geniş muhalefet güçleriyle birlikte baskıcı başkanlık rejimine son verilmesi olduğu gerçeğini elbette unutturmuyor. Sadece, seçim sürecinde ve sonrasında farklı bir toplum, farklı bir ekonomi tahayyülünün mümkün olduğunu topluma anlatma görevini bir kez daha hatırlatıyor.