Google Play Store
App Store

Son beş yılda ülkede değişen dengelere ve U dönüşlerine mercek tutan Doç. Dr. Akçay, “Ekonomik sorunların çözümü siyasettedir, siyaset alanı teknokratlara ve sermaye fraksiyonlarına bırakıldığında toplum kesimleri için refah ve huzur sağlanması mümkün değil” diyor.

Ekonomi sermayenin çıkarlarına hapsoldu
Fotoğraf: Arda Funda
Havva Gümüşkaya
Havva Gümüşkaya
havvagumuskaya@birgun.net

Ülke, özellikle son beş yılda siyaset ve ekonomi alanında farklı kararların alındığı, birbirinin zıttı politikaların uygulandığı bir döneme sahne oldu.

'Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl (2018-2023): Türkiye’de Kriz, Siyaset ve Sermaye' adlı kitabı ile ülkenin son beş yılına mercek tutan Siyasal İktisatçı Doç. Dr. Ümit Akçay ile kitap vesilesiyle ekonomide değişen dengeler ve U dönüşlerinin arkasındaki nedenleri konuştuk.

Faiz-enflasyon ilişkisinin arka planında nasıl bir ekonomik-politik anlayış değişimi vardı? 2013 sonrasında iktidar nasıl bir dönüşüm yaşamaya başladı? İktidarın bocalama dönemlerinde muhalefet nasıl rol aldı? Gelecek günlerde toplum kesimlerini nasıl bir ekonomik tablo bekliyor?

Akçay’a göre Şimşek programı, iktidar blokunda farklı sermaye fraksiyonları arasındaki dengeyi gözetme zorunluluğu nedeniyle bir ‘şok terapisi’ programı olarak kurgulanmadı.

Son beş yıla bakmadan önce arka planından başlamak istiyorum. Kitapta 2013’ten sonrasını bir dönemeç olarak tarif ediyorsunuz. Hem siyaset sahnesinde hem de ekonomik politikalarında esas değişimin başladığı bir yıl olarak karşımıza çıkıyor. 2013’ten sonrasının bir tekerlek patlaması olarak tarif edebilir miyiz?

2013 sonrası dönemi şekillendiren temel dinamik, birikim modeli/rejimi krizi olarak adlandırılabilir. Bunu iktisadi ve siyasi düzlemlerde ele alabiliriz. İktisadi düzlem, 2001 krizi sonrası giderek yerleşikleşen bağımlı finansallaşma modelinin sürdürülemez hale gelmesiyle ortaya çıktı. Esas olarak küresel finansal konjonktürdeki değişimin bir sonucu olarak, yurt içinde hem TL’nin değerinin korunduğu hem de faizlerin göreli olarak düşük tutulabildiği ekonomik koşullar giderek aşınmaya başladı. 2013 sonrasında ekonomi yönetiminin ekonomik büyümeyi canlandırmak için yaptığı faiz indirimleri genellikle döviz krizleriyle karşılaştı. Dolayısıyla 2013 öncesi dönemdeki bağımlı finansallaşma modelinin toplumsal temeli olan ‘değerli TL’ koalisyonu giderek eridi.

Birikim modeli/rejimi krizinin ikinci boyutu, bunun nasıl yönetildiğiyle, yani siyasi düzlemle ilgili. 2013 sonrası dönem AKP açısından siyasi ittifaklarını değiştirmek zorunda kaldığı ve süreci giderek daha fazla otoriter uygulamalarla idare edebildiği bir siyasi düzlem yarattı. 2013’te Gezi ve 2014’te Kobane süreçlerindeki toplumsal mobilizasyon sonucunda 2015’teki genel seçimlerde tek başına iktidar olma şansını kaybeden AKP, bu tarihten sonra MHP ile ittifak yaparak mevcut otoriter konsolidasyon sürecinin temel dinamiği olan siyasi koalisyonu kurdu.

Bu toplumsal tepkinin yanında 2013’te belirginleşen ve 2016’daki darbe girişimi ile sonlanan devlet içindeki kavga, Gülen cemaatinin tasfiyesi ile sonuçlandı. Devlet içindeki bu yeniden yapılanmaya 2018 seçimlerini de içerecek şekilde OHAL eşlik etti.

Kısacası, 2013 sonrasında Türkiye kapitalizminin krizi daha açık hale geldi. Kitabın girişinde, 2018-2024 döneminin arka planı olarak bu dönemi daha detaylı olarak ele aldım. Birikim modeli/rejimi krizinin en temel sonucu, farklı büyüme stratejilerinin gündeme gelmesi ve iktidar bloku içindeki güç dengesinin değişmesidir. 2018-2023 arasında, ekonomi politikasında görülen ‘U-dönüşlerinin’ gerisinde bu dinamik yatmaktadır.

2018’e gelince artık halk desteğini kaybetmiş, ekonomik çıkmazda bir blok ile karşı karşıya kalıyoruz. Bir yandan çoklu krizlerin yaşanmaya başladığı bir döneme giriş yapılıyor. Krizi ötelemek nasıl mümkün oldu?

OHAL şartları altında yapılan 2018 seçimlerinde AKP-MHP ittifakı seçimlerden çoğunluk olarak çıkmayı başardı ve Türkiye’de siyasi rejim değişiminin kapısı aralandı; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne (CHS) geçildi.

2018’in Ağustos ayında yaşanan döviz krizi, yeni kurulan CHS için büyük bir meydan okuma anlamına geliyordu. Özellikle döviz kriziyle başa çıkmak için yapılan faiz artışları sonrasında gelen firma iflasları, kredi çöküşü ve resesyon, işsizliğin 2008-2009 krizindeki seviyelere çıkmasına neden oldu. Bunun siyasi sonucu AKP’nin 2019’daki yerel seçimlerde önemli büyük şehirleri kaybetmesi oldu.

Faiz artışlarının 2019 seçimlerini kaybettiren en önemli etkenlerden biri olması, 2021’deki düşük faiz koalisyonunun oluşmasında etkili oldu.

Sizin tabirinizle düşük faiz koalisyonunun iş başına geçtiği 2021 yılında faiz neden indirildi? Faiz-enflasyon ilişkisinin arka planında nasıl bir ekonomik-politik anlayış değişimi vardı?

2021’deki düşük faiz koalisyonunun oluşmasında iki temel dinamik var. İlki, siyasi iktidarın faiz artışını içeren kemer sıkma politikasından giderek uzaklaşması ve bunu siyaseten uygulanamaz bulması. 2018 döviz krizi sonrasında gelen 2019’daki seçim yenilgisi, siyasi iktidarın faiz artışından ve kemer sıkma tedbirlerini uygulamaktan mümkün olduğunca kaçınmasını beraberinde getirdi. İkinci temel dinamik de pandemi sırasında ve sonrasında özellikle ihracat pazarlarındaki kazanımlarını kaybetmek istemeyen sanayicilerin ve ihracatçıların düşük faiz politikası konusundaki ısrarları. Büyük sermaye kesimlerinden farklı olarak bu fraksiyon için önemli olan TL kredi faizlerinin düşük olmasıdır.

Bu iki dinamiğin bir araya gelmesi, iktidar bloğundaki yeniden yapılanmayla sonuçlandı. Faiz indirimlerini savunan sermaye fraksiyonu ile siyasi iktidarın tercihleri dönemsel olarak uyumlanmış ve bu politika hâkim sermaye fraksiyonunun itirazlarına rağmen uygulandı. Düşük faiz politikasının siyasi iktidar açısından temel mantığı, 2023 seçimlerine gidilirken ekonominin canlandırılması ve istihdamın artırılmasıdır. Faiz indirimlerini destekleyen sermaye fraksiyonları için ise TL krediye ucuza erişim ve reel ücretlerin gerilemesi iki temel motivasyon kaynağıdır.

EKONOMİ SERMAYE ÇIKARLARINA HAPSOLDU

Peki, 2023 seçimlerine doğru siyasi iktidar ve sermaye arasındaki denge nasıl yönetildi?

Kitapta, yaygın kanının aksine 2021-2023 arasında tek bir politikanın uygulanmadığını detaylı olarak açıkladım. Düşük faiz politikası ilk olarak Eylül 2021’de başlıyor. Bu tarihten sonra şok faiz indirimleriyle TL hızla değersizleşmeye başlıyor. Ancak kısa sürede TL’deki hızlı değersizleşmenin, fiyat tespitinin yapılmasındaki zorluklar ve özellikle yerleşiklerin döviz talebinin durdurulamaması gibi nedenlerle tehlikeli boyutlara varması sonucunda Aralık ayında KKM mekanizması devreye sokuluyor. Dolayısıyla KKM sonrasında esas gündem TL’nin hızla değersizleştiği Eylül-Aralık arasında ortaya çıkan hasarın kontrol altına alınmasıdır. Bu hasar, enflasyondaki patlama ya da ‘hayat pahalılığı krizidir’.

2023 seçimlerine doğru KKM mekanizması ve uygulanan örtük sermaye kontrolleri sayesinde TL’deki değersizleşme kontrol edilebiliyor ve enflasyon bu sayede zirve noktasından döndükten sonra yarıya düşüyor.

Bu sürece iktidar bloğunda güç ilişkileri açısından baktığımızda, 2021-2023 arasındaki düşük faiz politikasının hâkim sermaye fraksiyonuna rağmen uygulandığını, ancak bu politikanın ekonominin yapısal sınırı olan ödemeler dengesi krizi riski ile karşı karşıya kalındığında, değiştirildiği söylenebilir.

Bu dönemdeki ekonomi politikası tartışmalarını daha çok iktidar bloku içi değişkenlerle açıklamamın nedeni, emekçi sınıfların büyük ölçüde ‘seyirci’ koltuğunda oturmasıdır. Bir başka ifadeyle 12 Eylül 1980 darbesiyle kurulan otoriter devlet biçiminin 2001 krizi sonrasında uygulanan IMF programıyla daha da yerleşikleşmesi, örgütlü emeğin kurumsal, siyasal ve örgütsel gücünü kırmıştır.

Emekçi sınıfların siyasete müdahale kanallarının tıkanması ise iktidar bloku içi mücadelelerin daha da sertleşmesine neden olmuştur. Bu ise ekonomi politikasını sermaye fraksiyonlarının farklılaşan çıkanlarını temsil eden ekonomi politikalarına hapsetmiştir.

Kitapta yer alan borçlandırma siyaseti alıntısı dikkatimi çekti. AKP iktidarı ve borçlandırma siyaseti nasıl ilişkili? Bu politika artık işlemiyor mu?

Bireysel borçlanmanın giderek daha önemli bir ekonomik ve siyasi bir faktör haline gelmesi, bağımlı finansallaşma modelinin sonuçlarından biridir. Özellikle 2001 krizi ile 2013 arasındaki döneme baktığımızda hanehalkı borçlarının milli gelire oranının hızla arttığını, sonrasında ise 2013 yılından itibaren bu oranın gerilemeye başladığını görüyoruz. Borçlanmanın yeniden yaygınlaşması için faizlerin düşmesi gerekiyor. Ancak enflasyon kontrol altına alınamadığı durumlarda yapılan faiz indirimleri yeni döviz krizlerine ve bu da yeni faiz artışlarına neden olduğu için borçlanma olanakları giderek azalıyor.

Şimşek yönetimi, bağımlı finansallaşma modeline dönüşü, sermaye girişleri sayesinde enflasyonun kontrol altına alınabildiği ve düşük faizlerin yeniden mümkün olabileceği bir modeli takip ediyor. Ancak bu model, tıpkı 2013 öncesinde olduğu gibi yeni kırılganlıkların birikmesine neden oluyor. Bu nedenle bağımlı finansallaşma modeline dönüş oldukça zor. ‘Borçlandırma siyaseti’ konusuyla ilgilenenler, kitapta alıntı yaptığım meslektaşım Ali Rıza Güngen’in bu isimli kitabına bakılabilir.

HAYAT PAHALILIĞI KRİZİ

İktidarın bocalama dönemlerinde muhalefet nasıl rol aldı? Altılı masa veya ‘boş tencere’ neden 2013 seçimlerinde etkili olmadı?

Şunu netleştirelim: 2023 seçimleri iktidar kazanmadı, Altılı Masa muhalefetinin takip ettiği strateji kaybettirdi. Altılı Masa ve onu destekleyen yorumcular tam da sizin söylediğiniz şekilde ‘boş tencerenin iktidarı götüreceği’ varsayımına dayanarak, stratejilerini toplumsal sorunları mümkün olduğunca tartışma dışına çıkarıp, toplumsal enerjiyi pasifize ederek sandığa yöneltmek üzerine kurdular. Bu stratejinin hatalı olması, 2023 seçimlerini AKP’ye hediye etmiştir. İlk olarak, o tabiri kullanacaksak, ‘tencere boş değildi’.

2023 seçimleri öncesindeki manzara şudur: Enflasyon zirve noktasından sonra yarı yarıya gerilemiştir, istihdam artmaktadır, asgari ücret artışı, sosyal yardımlar ve EYT ile geniş kitlelerin alım gücü kaybı kısmen telafi edilmiştir; dolayısıyla muhalefetin ileri sürdüğü gibi bir kriz atmosferi yoktur. Aksine canlı bir ekonomik büyüme söz konusudur. Dahası, halkın ekonomik beklentileri gelecek 12 ayda işlerin düzeleceği yönündedir, genel ekonomik durumun ise 12 ay öncesine göre daha iyi olduğu düşünülmektedir.

Bu dönemde yaşanan ‘hayat pahalılığı krizidir’. Alım gücünün hızlı ve yüksek oranlı gerilmesi olarak tanımlanabilir. Faiz indirimleri sonucunda konut ve gıda fiyatlarının hızlı artışı, hayat pahalılığı krizinin temel göstergeleridir. 2023 seçimlerinde hayat pahalılığı krizi büyük ölçüde büyükşehirlerle sınırlıdır. 2023 seçimlerinde AKP’nin stratejisi, ekonomiyi mümkün olduğunda seçimleri etkilemeyecek bir etken haline getirmekti. Buna karşın muhalefetin önüne gelen bazı fırsatlar oldu. Örneğin 2021 sonunda ve 2022 başında reel ücretlerin erimesine karşı, 2015’teki ‘Metal Fırtına’ eylemlerindeki kadar büyük bir işçi mobilizasyonu oldu. Ancak Altılı Masa muhalefeti, bu toplumsal enerjiyi politikleştirmek yerine, sokağa çıkanları ‘AKP’nin oyununa gelmemeye’ davet etti ve bu harekete sırtını döndü. Bundan sonra Merkez Bankası bağımsızlığı ya da parlamenter sistemdeki bazı teknik detaylar gibi geniş toplum kesimlerinin gündelik ayakta kalma mücadeleleriyle bağlantısı olmayan teknokratik bir siyaset çizgisi izlendi. Dolayısıyla, seçimler bizzat Altılı Masa’nın izlediği strateji sonucunda kaybedildi.

2023 seçimleri sonrası başlayan Şimşek döneminin yerel seçimlerde iktidarda ciddi bir kan kaybına neden olduğunu da söyleyebiliriz. Şimşek programı nasıl bir tercih? Gelecek günlerde toplum kesimlerini nasıl bir ekonomik tablo bekliyor?

Kitapta 2001 krizi sonrası dönemde uygulanan Derviş, Nebati ve Şimşek programının detaylı bir değerlendirmesine yer verdim. Özellikle son ikisine odaklandığımızda gerek Nebati programının gerekse Şimşek programının geniş toplum kesimleri için refah ve mutluluk getirmediğinin altını çizdim. Bu iktidar bloku açısından bir hegemonya krizinin yaşandığı anlamına geliyor.

Şimşek programı, iktidar blokunda farklı sermaye fraksiyonları arasındaki dengeyi gözetme zorunluluğu nedeniyle bir ‘şok terapisi’ programı olarak kurgulanmadı. Esas amacı ödemeler dengesi krizi riskini azaltmak ve bu amaçla sermaye girişlerini teşvik etmekti. Bu amaçla faiz artışları yapıldı, ancak kademeli bir patika takip edildi. Özellikle Şimşek’in göreve başladığı ilk aylarda ekonomi yönetiminin yaşadığı bocalamalar nedeniyle enflasyonda yeni bir tur artışların yaşanması, hayat pahalılığı krizinin daha da derinleşmesine ve coğrafi olarak da Anadolu’nun küçük illerine ve ilçelerine kadar yayılmasına neden oldu. Bu ise, iktidarın 2024’teki yerel seçimlerde büyük başarısızlığında önemli rol oynadı.

Önümüzdeki dönemdeki temel soru, faiz indirimleri ile bir ekonomik kriz (resesyon) yaşanmadan enflasyonun kontrol altına alınıp alınamayacağı olacak. Uluslararası ekonomik konjonktür iktidarın lehine çalışıyor, borçlanma olanakları artıyor ve sermaye girişleri sürüyor. Bu ortamda önemli olan enflasyonla mücadele programının faturasının çalışanların sırtına yüklenmesi ve toplumsal eşitsizliklerin giderek daha da artması.

Kitapta ısrarla altını çizdiğim husus şu: ekonomik sorunların çözümü siyasettedir, siyaset alanı teknokratlara ve sermaye fraksiyonlarına bırakıldığında toplum kesimleri için refah ve huzur sağlanması mümkün değil.