Bu başlık, Ümit Boyner’in İstanbul Küresel Forum kapsamında yaptığı bir konuşmanın başlığı; T24 tam metni yayımladığından, tümünü okuma fırsatı buldum.  Konu da, konuşan da ilginç; üzerinde durmak lazım.

Konuşma, temelde, küresel ekonominin yeniden şekillenmesiyle ilgili. Söylenenler şöyle: Ekonomik krizler güveni sarssa da, küresel ekonominin refah artışı ve yoksulluğun gerilemesi gibi başarıları var ve yeniden güçlendirilmesi, yani küresel ekonomiye karşı direncin ve güvensizliğin kırılması, bunun için de nedenlerinin anlaşılmasına ihtiyaç var. Direncin temel kaynağı, “adalet ve eşitlik” le ilgili. Eşitsizlik ve adaletsizlik, hem küresel ekonomi için bir meşruiyet krizine yol açıyor hem de eşitsizliğin arttığı ülkelerin ekonomik performans açısından pek parlak sonuçlar elde edilemediği ortada. Öyleyse, büyüme ve verimlilik ile eşitlik ve adalet arasında, çok zaman zannedildiği gibi olumsuz değil, aksine olumlu bir ilişki olduğunu söyleyen çalışmaları dikkate almakta yarar var. Bu çerçevede konuşan, Boyner, konuşmasını bitirirken de “bu taleplerin ışığında yenilenecek yeni ekonominin eşitlik, adalet ve güven unsurlarını mutlaka verimlilik, üretkenlik ve karlılık unsurlarının yanına eşdeğer şekilde yerleştirmesi gerekecektir” temennisinde bulunmakta.

Temenni iyi de, soru ve sorun çok!

Epeyce süredir dünyada, küresel ekonominin meşruiyet meselesi gündemde. Örneğin Dünya Bankası’nın 2006 tarihli yıllık raporu; Eşitlik ve Kalkınma başlığını taşıyordu. Oradaki iddia da, eşitlik ve kalkınmanın ayrı değil, birlikte geliştiği/gelişeceği yönündeydi. Birleşmiş Milletler (BM), Ekonomik ve Kalkınma İşbirliği (OECD) gibi uluslararası kuruluşlar ise, nicedir, eşitsizliği azaltan değil arttıran küresel ekonominin meşruiyet krizine el atmış durumda ve durmadan hem eşitlik  hem sürdürülebilir kalkınma meselesinde rapor üzerine rapor yayımlamaktalar.

Diyeceğim şu ki, küresel ekonominin birileri için kalkınma ve zenginleşme yaratırken, öte tarafta birileri için eşitsizlikleri arttırması 2000’lerden buyana ortalıkta dolaşıyor ve birçok çevrede nasıl baş edileceği konusunda “kara kara” düşünülmekte! “Karar kara” diyorum; çünkü eşitlik ve büyüme arasında olumsuz bir ilişki olmasa da, kapitalizm ve eşitlik arasında olumsuz bir ilişki var. Yalnız ekonomik anlamda değil, siyasal haklar ve demokrasi anlamında da. [1]

Karşımızda çok somut bir soru var: Örneğin küreselleşen kapitalizm daha eşitlikçi toplum ve ekonomi modellerini mi küreselleştirmeye çalışmakta; yoksa eşitsizliğin her türlüsünün ayyuka çıktığı ülkeleri “sopa-model” yaparak, görece daha iyi modellerin  bile gerilemesine mi neden olmaktadır? Yalnız bizim gibi ülkelerin değil, AB üyelerinin bile bu süreçte kuralsızlık, esneklik, enformelleşme, sendikasızlaşma gibi kavramlarla tanışmaları boşuna mıdır? ILO Raporu, yalnızca 2008-2011 arasında gelişmiş ülkelerin yaklaşık yarısında, 27 AB üyesinin 19’unda daimi çalışanlara ilgili yasalarda kuralları hafifleten değişiklikler yapıldığını yazıyor.  

Yalnız o da değil. Kriz işsizliği arttırır, geliri azaltırken, kaybedenler bir de kamu harcamalarının azaltılmasıyla vurulmakta. Yine ILO Raporu, gelişmiş ülkelerin % 65’i, AB üyelerinin % 80’inde kamu harcamalarında kısıtlamalara gidildiğini söylemekte. Buyurun küresel zenhginliğe!

Gelelim çok güncel bir meseleye. Bu ülkede milyonlarca asgari ücretli var. Ve DİSK, asgari ücretteki alım gücünün, doğalgazdan elektriğe, ulaşım ücretlerinden temel gıda maddelerine kaçar uzanan fiyat artışları karşısında nasıl eridiğini gayet iyi ortaya koyuyor; okumak lazım. Durum bu, ama, 2013 için net asgari ancak 740 TL’den 762 TL’ye çıkabiliyor!  Buyurun sosyal refaha!

Söylenecek çok şey var ya, son bir noktaya işaret ederek bitireyim. Bugün gazetelerde Türkiye’deki vergi sisteminin içler acısı halini ortaya koyan ve başka ülkelerle kıyaslayan bazı veriler vardı. Örneğin, Türkiye’de GSMH içinde vergi payı  %26’larda; OECD ortalaması % 34; İskandinav ülkelerinde ise bu pay % 45’i bulmakta. Daha ötesi, mal ve hizmetler üzerinden alınan, yani dolaylı vergiler, bu ülkede vergi gelirinin yarısını bulurken, AB üyelerinde bu oran % 20-25 dolayında. Buyurun sosyal eşitliğe! 

Bilinmedik şeyler değil bunlar; ancak, eşitlik veya adalet kavramlarının öyle kolay kullanılmamasını hatırlatmak açısından önemli. Bu kavramlar kullanılacaksa, ekonomi politikaları, vergi sistemi, ücretler, asgari ücret, çalışma yasaları, kamu harcamaları, işsizlik meselesi gibi somut bir şeylerden başlamak lazım.

Mesele benim aklıma, üretkenlik ve karlılığın yanına eşitlik ve adalet gibi kavramları eşdeğer sayacak bir yeni ekonomi anlayışı için şu öneri geliyor. Örneğin, devlete gelir sağlansın diye otoyol ve köprüleri satmak yerine, -ABD’deki milyarderlerin bile aklına gelmiş! -şöyle anlamlı bir varlık vergisi uygulamasına gitsek.... Eşitlik ve adalet için iyi bir başlangıç olmaz mı dersiniz?



[1] Merak edenlere, “Kapitalizm Küreselleşirken Dünya Ahvali” adlı kitabımı okumalarını öneririm. M. Koray, Ayrıntı Yay, 2011.