Son 1 yıl içerisinde 70.400’ü gören borsa endeksi şimdi 100 bini zorluyor. Dolar kuru 3,50 TL’ye kadar geriledi. Peki bu göstergeler, ekonominin iyiye gittiğini söylememize yeter mi?

Ekonomide algı operasyonu

Hükümet yetkilileri başları sıkıştıkça algı operasyonlarından söz etmeyi pek sever. Çoğunlukla da, faturayı dış mihraklara, “karakteri ve cibiliyeti bozuk” Hanslar’a, Georgelar’a çıkarırlar. Ekonomi cephesinde tam da böyle bir durumla karşı karşıyayız. Açmamız gerekirse, işlerin yoluna girdiği, ekonominin rayına oturduğu yanılsamasıyla kendileri bir algı operasyonu düzenliyorlar. Küresel ortamın da uygun olması sayesinde, Hanslar’ın, Georgelar’ın kısa vadeli “sıcak para” manevraları onlara demagoji yapma fırsatı tanıyor.

Doğru, son 1 yıl içerisinde 70.400’ü gören borsa endeksi şimdi 100 bini zorluyor (hatırlatalım asıl yüzü gülen 1 milyon TL’nin üzerinde portföy sahiplerinin sayısı 4 bin 472). Ocak 2017’de 3,94’e vuran dolar kuru 3,50’ye kadar geriledi. Çünkü Körfez’den 16 Nisan sonrası oluk oluk akan paralara ilişkin rivayetleri bir yana bıraksak dahi, 2017 Şubatı’ndan bu yana yabancıların 4,5 milyar dolar net para girişi yaptığını gözlemliyoruz. Bu portföylerin 3,3 milyar doları devlet iç borçlanma senetlerine rağbet etmiş. Nedeni, Hazine’nin 2 yıllık gösterge tahvilinin faiz oranının %11-11.5 arasında oynaması. Trump’ın ABD ekonomisini uçuracağına ilişkin tahminlerin boş çıkması üzerine, küresel sıcak para yeniden Türkiye gibi ülkelerden vur-kaç yapmaya yöneldi. Yüzde 11’i aşan faizler kırılgan 5’linin diğer üyeleri “Brezilya, Güney Afrika, Endonezya ve Hindistan’la” karşılaştırıldığı zaman bile en yüksek getiriye işaret ediyor.

Peki bu piyasa göstergeleri, ekonominin iyiye gittiğini söylememize yeter mi? Bizce ekonominin iyiye gitmesinin ölçüsü, üretimin artması, yeni istihdam alanlarının yaratılması, insanların satın alma gücünün iyileşmesi, bölüşümün daha adil hale gelmesidir. İstihdamda bir düzelme gözlemliyor muyuz? En son açıklanan şubat rakamlarına göre işsizlik oranı %12.6’da seyrediyor. Bu %13’lük ocak verisine göre göreceli bir iyileşmeyi temsil etse de, mevsimlik bir hareketin sonucu. Yaza doğru bir miktar daha düşüş gözlemlesek de, işsizliğin bırakın %5 hedefini tutturmasını, yakın gelecekte tek haneli rakamlara gerilemesi bile imkânsız görünüyor. Gelelim enflasyona, dün ilan edilen tüketici fiyatları mayısta düşe düşe %11.72’ye geldi. Üretici fiyatlarının %15.3’lük enflasyon oranı da, sade yurttaşın satın alma gücündeki erozyonu durduracak bir trend yakalanamadığını gösteriyor. Son açıklanan mart turizm gelirleri de, 2016’ya göre bile düşüşe işaret ediyor. Emeğiyle geçinenlerin reel gelirlerinin artmasını bir yana bırakın, kırpıla kırpıla kuşa dönmüş kıdem tazminatına bile göz dikmiş bir iktidarın varlığı, sosyal ücretin daha da gerileyebileceğine işaret ediyor. Kısaca, emeğiyle geçinen sade yurttaşın pembe rüzgârlara kapılması, geleceğe yönelik tatlı hayallere kapılması için bir neden görünmüyor. Gelir ve servet dağılımı bozukluğunu giderecek bir iddia ve irade zaten bulunmuyor.

Ekonomiyi bekleyen büyük tehlike

Öyleyse, önümüzdeki dönemde büyümede kıpırdanma beklenebilir mi? Aşırı kredi pompalamasıyla, ileride acısı sade yurttaştan çıkacak hamlelerle büyümede bir hızlanma gerçekleşebilir. Kurumlar vergisi indirimleri, prim destekleri, ÖTV-KDV oranlarının aşağı çekilmesi, hepsi uzun vadede bütçeye yük olacak, kamu maliyesinin dengelerini bozacak, son tahlilde faturayı emekçinin sırtına yükleyecek uygulamalar. Ama zurnanın zırt dediği yer, Kredi Garanti Fonu’ndan (KGF) bol kepçe saçılan krediler olacak. KGF’den desteklenen, çoğu 1-3 yıla kadar ödemesiz, vadesi 10 yıla kadar uzanan Hazine garantili fonların tutarı 165 milyar TL’ye dayandı. Toplam limit ise 250 milyar TL’ye çıkarıldı. Özellikle kamu bankaları referandum öncesi neredeyse her kapıyı çalana bu kredileri dağıtıyordu. Geri ödeme zamanı gelince muhtemelen gümbürtü kopacak. Anlaşılan 2019 seçim takvimine kadar çöplerin halının altına süpürülmesi, atı alanın ikinci kez Üsküdar’ı geçmesine dek durumun idare edilmesi planlanıyor.

2016 sonundan bu yana bankacılık sektörünün kredi hacminde 160 milyar TL’lik, kaba taslak KGF’deki artış miktarına eşit (155 milyar TL) bir sıçrama söz konusu. Buna karşın sektörün TL mevduatları, %15’e dayanan faizler önerilmesine karşın, sadece 33 milyar TL artmış durumda. Bu nedenle kaynak sıkıntısı baş gösteriyor. Bankaların kredi hormonlamasını sürdürebilmeleri için, menkul kıymetleştirmeye gitmeleri, “banka senedi” adı altında alacaklarını kamuya ciro etmeleri gündemdeydi. Yükselen tepkiler, ABD’de patlak veren “toksik varlıklar” örnekleri hatırlatılınca geri adım atıldı. Şimdi aynı plan, bu senetlerin Merkez Bankası’ndan repo yaparken teminat kabul edilmeleri adı altında başka bir kılıkta yürürlüğe konulmak isteniyor. Son rakamlara göre bankaların portföyünde 313 Milyar TL’lik menkul değer bulunuyor. Diğer bir ifadeyle, Merkez Bankası’nın günde en fazla 110 Milyar TL civarında fonlama yaptığı göz önüne alınırsa, repoya teminat olacak varlık bulma gibi bir sıkıntıları söz konusu değil. Geriye tek amaç kalıyor, parasallaştırma yoluyla, kaynağı olmayan kredileri daha da kamçılamak, 2019’a “büyüme hikâyesi” için malzeme yaratmak. Kaçınılmaz sonucun ise, daha yüksek enflasyon, daha fazla tahsil edilemeyen alacak, kamu bütçesine daha da büyük yük olacağının altını çizmek gerekiyor.