2019’un mart ayındayız, yılsonuna dair beklentiler hâlihazırda oldukça karamsar. Hal böyleyken 2018 yılına ait son çeyrek büyüme rakamlarının olumsuz gelmesi, senaryoları daha da karartıyor. Ekonomi, enflasyondan arındırılmış rakamlarla 2018’in son çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 3 küçüldü. Bu daralma, genel piyasa beklentilerinin de YEP hedeflerinin de üzerinde yer alıyor. Şöyle bir geçmişe […]

2019’un mart ayındayız, yılsonuna dair beklentiler hâlihazırda oldukça karamsar. Hal böyleyken 2018 yılına ait son çeyrek büyüme rakamlarının olumsuz gelmesi, senaryoları daha da karartıyor.

Ekonomi, enflasyondan arındırılmış rakamlarla 2018’in son çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 3 küçüldü. Bu daralma, genel piyasa beklentilerinin de YEP hedeflerinin de üzerinde yer alıyor. Şöyle bir geçmişe baktığımızda reel büyüme 2009 yılından bu yana en kötü performansını göstermiş gözüküyor.

Bilindiği gibi GSYH büyümesi gelirler, harcamalar ve üretim yönünden 3 farklı şekilde hesaplanabiliyor. Bu yöntemler, toplam büyümenin fonksiyonel durumunu; yani kimlerin harcamaları, kimlerin üretimi ve kimlerin gelirlerinin ne ölçüde değiştiğini veriyor. Üretim yönünden baktığımızda, bir zamanların ‘gözde’ sektörü inşaatın en büyük daralmayı gösterdiği görülüyor. Bunun yanı sıra asıl endişe verici nokta sanayi kesimindeki yüzde 6,7’lik daralma. Burada, son çeyrek büyüme rakamına ilişkin ‘beklenenden olumsuz’ ifadesinin de çok gerçekçi olmadığını söylemek gerekiyor. Önemli bir öncü gösterge olan sanayi üretiminin aralık ayında yüzde 9,8 daralma göstermesi, zaten bu civarda bir rakamın sinyalini veriyordu. Üretim yönünden katkıları toparlarsak, GSYH’deki yüzde 3 daralma, sanayi öncülüğünde reel sektörün, üretimin can çekiştiğini ortaya koyuyor.

Harcamalar yönüyle değerlendirildiğinde, net ihracatın sadece olumlu katkı sunabildiği bir tablo karşımıza çıkıyor. Özel tüketim harcamalarındaki 2017 çeyreğine göre yüzde 9’luk küçülme önemli. GSYH içindeki payının yüzde 60 civarı olduğunu göz önüne alırsak, bu küçülmenin büyümeye katkısı da yüzde 5’in üzerinde gerçekleşiyor. Tüketim tarafındaki bu küçülme, hanehalkının yüksek enflasyon, işsizlik ve geleceğe dair karamsar beklentileri nedeniyle talep tarafındaki daralmanın boyutlarını ortaya koyuyor.

Firmalar tarafında da, sanayi sektörü başta olmak üzere, durum oldukça bozuk. Zaten yüksek faiz ve yüksek kur ikileminde yatırımdan bahsedemiyoruz. Üretim ve satıştaki ciddi daralma firma talebini de yurtiçi ve yurtdışında kısıyor ve hal böyle olunca söz konusu dönemde firmaların stoklara yüklendiğini, stoktan harcamaları artırdıklarını görüyoruz. Diğer bir taraftan kamu harcamalarının- GSYH’ye sınırlı katkı sunsa da- ülkeye üretim, istihdam ve refah sağlayan bir katkısı yok.

Elde büyümeye olumlu katkı yapan bir net ihracat görüyoruz ki, pek hayra alamet değil. Mevsimsel ve takvimsel etkilerden arındırdığımızdan ithalatta 2017 aynı çeyreğine göre yüzde 24,4’lük daralma, net ihracata olumlu yansıyor. Üretim ve tüketim alanlarında ithalat bağımlılığının kuvvetli olduğunu düşünürsek, ithalattaki daralma da iç ve dış talepteki daralmanın bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

Büyüme rakamlarını bir de işsizlik ve enflasyonla değerlendirmek gerekiyor. Ülke ekonomisi küçülüyor, talep geriliyor; fakat bir yandan fiyatlar da yükseliyor, borçlar kur farkı nedeniyle artıyor, yani maliyet yükseliyor ve işsizlik tırmanıyor. Ülkede uygulanan politikaların devamı halinde enflasyon ve işsizlik noktasında kötünün de kötüsünün geleceğini söylemek felaket telalığına girmez, lakin bunu rakamlar gösteriyor.

Ne yapmak gerekir? Teknik bazı uygulamalarla ancak krizin savuşturulacağı, fakat aşılamayacağı ortada. En basitinden yatırım ve üretimin önünü açmak için faizlerin ve kurun aşağı çekilmesi gerekir ki ikisini yapısal değişim olmadan aynı anda yapmak mümkün değil. En ufak bir faiz indiriminde kur yukarı çıkar. Talep kısmını onarmak demek ise daha yüksek enflasyon anlamına gelir, bu da krizin faturasını büyütür. Fakat bunlardan kaçınarak da ilerleyecek yolun kalmadığı ortada.

Yani kısaca artık zaman tükeniyor, ‘yeni’ kendini dayatıyor.