İktidar, hukuk ve ekonomide reform yapacağını geçen hafta bir kez daha ortaya attı.

Ancak reform açılışının yapıldığı ortamın “haftalık durumunu” kısaca kayda almakta yarar var. İki ay sonra görevini yeni dışişleri bakanına devredecek olan ve bunun hazırlığını yapan ABD Dışişleri Bakanı’nın Türkiye ziyareti yalnızca Fener Rum Patriki Bartholomeos ile sınırlı kaldı. Bu duruma aldırmayan iktidar ABD Dışişleri Bakanı’nın Batı Şeria ziyaretini, nedense şiddetle kınadı. İktidar tantanalı bir Kıbrıs-Maraş çıkarması yaptı. Bu ziyaretin ülkenin dış siyasetine olası etkileri, özellikle Birleşmiş Milletler’in kararları ve AB üyeliği bağlamındaki önemi, enine-boyuna özgürce konuşulmadı. Bu sırada iç siyasette bir ilk daha yaşandı; iktidar “hukuk” reformundan söz ederken, ana muhalefet ile hesaplaşma görevini yeraltı dünyasının bir önde geleni üstlendi.

HER ŞEY SERMAYE İÇİN DE!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen haftanın başında ekonomide reformu “Türkiye, yerli ve uluslararası yatırımcılar nezdinde riski az, güveni yüksek, kazancı tatminkar bir cazibe merkezi haline getirilecek” açıklamasıyla başlattı. Kendisine yakın sermaye örgütlerinin toplantılarında yaptığı konuşmalarla bu görüşünü güçlü bir biçimde sürdürdü.

Faiz oranının yüzde 15’e çıkarılmasının piyasalara sağladığı geçici rahatlamaya bakmayın AKP iktidarı ekonomide reform yapamaz.

Neden?

Çağımızın kapitalist düzeninde sermaye-devlet ilişkilerinin temel ilkesi devletin değişik sermaye kesimlerine eşit uzaklıkta olmasıdır. AKP iktidarı kuşkusuz kapitalizmin karşıtı olduğundan değil, çıkarına olduğu için bu kuralı sürekli çiğniyor.

Devletin değişik sermaye kesimlerine eşit uzaklıkta olmasını sağlayacak olan, bağımsız düzenleme ve denetleme kurumlarının varlığıdır. Reform açıklamalarında bu konuya hiç değinilmiyor.

Devlet-sermaye ilişkilerinde “kilit gösterge” devletin mal ve hizmet alımlarında açık, eşitlikçi ve rekabetçi bir ihale düzeni olup olmadığıdır.

Böyle bir düzeni hedefleyen Kamu İhale Kanunu (KİK) AKP tarafından 191 kez değiştirildi. Kamu alımlarının ve işlerinin tamamına yakını “çağrılı ihale” ile yürütülüyor.

İktidarın böyle bir açıklaması henüz yok ama “reformun ilk adımı” olarak KİK’te yapılan değişikliklerin “tümü düzeltilse” bile bugüne dek yapılan ihalelerden doğan büyük kayıplar ne olacak? Özellikle, taşıt, yolcu ve hasta garantileri verilerek yaptırılan ancak bu garantiler gerçekleşmediği için bütçeden yapılan milyarlarca TL, dolar, avro ödemeleri yapılmaktayken hangi sermaye AKP’ye güven duyacak?

Dahası yıllar boyu yandaş sermayenin yarattığı yandaş basın-yayın, cemaat ve vakıflara aktarılan milyarlar açıklanacak mı? Ya yandaş basın-yayın uygulamasının bu topluma verdiği kısa ve uzun dönemli zararların karşılanması olanağı hangi reformla sağlanacak?

Kısaca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomide reform dayanağı yaptığı “risk, güven ve kazanç” açılarından hiçbir sorunu olmayan, tersine bunların tamamında el üstünde tutulan ve beş-altı şirketten oluşan bir sermaye kesimi şimdi de var. Bu durumda reform ile “diğer” sermayeye neler ve nasıl verilecek soruları yanıtsız kalıyor.

Ekonomide reformun bir parçası mı bilinmez ama devlet-sermaye bağlamında hafta içinde inanılmaz bir gelişme de yaşandı. İçişleri Bakanlığı Kanal İstanbul’un bir “devlet projesi” olduğuna karar verdi ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında soruşturma açıldı. Böylece, Türkiye’nin bir yıllık üretim değerinden fazla, 800 milyar dolar rant yaratacağı kestirimi yapılan Kanal İstanbul’un yerli ve yabancı sermaye için gerçek bir çekim merkezi olduğu güvencesi verildi.

Kurumsal yapısını ve ihale düzenini bozan iktidar, oluşturduğu yapıyı dağıtmadan ekonomiyi düzeltemez. Bunu da yapmayacağına göre reform girişimi boşunadır. Kaldı ki, “bozmasını bilen yapmasını da bilir” kuralı olsa olsa çok basit inşaat işlerinde geçerli olabilir; ne hukuk ne de iktisat, tarih boyunca ve hiçbir ülkede yıkanın yaptığına tanık olmadı. Bu ülke de olmayacak.