Çoğu yazımda, matematiksel yöntemler yoğun kullanıldığı için icra edenleri tarafından fen bilimlerine yakınlaştırılan iktisat biliminin aslında ideolojik bir disiplin olduğunu ve neoklasik iktisadın serbest piyasa müdafaasından başka bir şey olmadığını vurgularım. Ana-akımda iktisat ders kitapları, önemli ekonomik problemlere verilmiş cevapları aktarıp tartışmak yerine, öğrencilerin beyinlerini sistemi meşrulaştıracak şehir efsaneleriyle yıkamak için yazılır. Düzensiz aralıklarla devam […]

Çoğu yazımda, matematiksel yöntemler yoğun kullanıldığı için icra edenleri tarafından fen bilimlerine yakınlaştırılan iktisat biliminin aslında ideolojik bir disiplin olduğunu ve neoklasik iktisadın serbest piyasa müdafaasından başka bir şey olmadığını vurgularım. Ana-akımda iktisat ders kitapları, önemli ekonomik problemlere verilmiş cevapları aktarıp tartışmak yerine, öğrencilerin beyinlerini sistemi meşrulaştıracak şehir efsaneleriyle yıkamak için yazılır. Düzensiz aralıklarla devam edeceğim bu yazı dizisinde, ekonomideki şehir efsanelerini ideolojik temelleriyle birlikte teker teker izah etmeye çalışacağım. İlk mitimiz ise asgari ücret artışlarının işsizlik oranını yükselttiği masalı…

“İşsizliğin kaynağı asgari ücrettir” efsanesi

En çok satan iktisat ders kitaplarının yazarı olarak köşeyi başarıyla dönen Greg Mankiw (Harvard U), mikro kitabının “Arz, Talep ve Devlet Politikaları” başlıklı altıncı bölümünde, bağlayıcı olan asgari ücret uygulamasının işsizliğin başlıca sebebi olduğunu öne sürer. Buna göre serbest piyasa şartlarında, misal, net 950 lira olarak belirlenecek aylık ücret devlet müdahalesiyle 1604 lira olarak dayatıldığında şirketler daha az sayıda işçi alacaklardır (çünkü marjinal üretkenlik teorisi). Diğer yandan, “950 lira için çalışmaya değmez” diye düşünen bir sürü kişi de 1604 lirayı duyunca deli divane gibi iş aramaya başlayacaktır. Bu iki davranış iş-gücü piyasasında bir arz fazlası, yani işsizlik, yaratacaktır.

Aynı palavra Mankiw’in makroekonomi ders kitabında katlanarak devam eder. İşsizliğin sebepleri olarak önce asgari ücret politikası, sonra yüksek ücret için mücadele eden sendikalar, sonra da verimlilik ücreti (bkz. Shapiro-Stiglitz theory) gösterilir. Teoride, bu üç mekanizma ücretleri serbest piyasa dengesinin üzerine çıkarıp işsizlik yaratırlar. Buradan da, politika önerisi olarak, asgari ücreti ve sendikaları ortadan kaldırıp ücretlerin düşmesinin önünü açarak işsizliği azaltabilirsiniz sonucuna varırlar.

Ya da, tersinden, “eğer asgari ücretleri arttırırsanız genç ve vasıfsızlar arasında işsizlik artar, bunu istemezsiniz” uyarısında bulunurlar. Bu şehir efsanesi, liberal ekonomi çevrelerinde kabul gören en tartışmasız önermelerden biridir. Çünkü kitapta birbirini kesen iki tane çizginin (arz ve talep eğrisi) üzerine çekilmiş üçüncü bir çizgi (asgari ücret) herkes için yeteri kadar ikna edici bir retoriktir. Yerseniz…

Veri tam tersini gösteriyor

Öncelikle şunu belirtelim ki sermayenin maliyeti düştüğü zaman üretimde sermaye yoğunluğunu arttırmak her zaman daha kârlı olmadığı gibi (bkz. Cambridge Capital Controversy: Reswitching Debate), tamamen aynı mantıkla, işçi maliyetleri ucuzladığında (pahalılaştığında), monotonik bir şekilde, kapitalistler daha fazla (daha az) işçi alacak diye teorik bir kesinlik de yoktur. Pratikte, eğer ürettiğiniz malları toplam talep yetersizliğinden ötürü satamıyorsanız, işçi ücretleri düşünce daha fazla işçi alıp daha fazla üretim yapmazsınız. Ya da tersinden, eğer mallarınıza artan bir talep varsa ücretler yükselse dahi pekâlâ işçi alıp büyümeye devam edebilirsiniz.

David Card ve Alan Krueger, doksanların başında, Pensilvanya ve New Jersey eyaletlerindeki asgari ücretin 4,25 dolardan 5,05 dolara çıkmasının, diğer değişkenleri kontrol ederek, vasıfsız işsizlik üzerinde herhangi bir etkisi olmadığını, hatta, illa bir etkisi varsa bunun pozitif, yani istihdamı arttırıcı, yönde olduğunu gösterdiler. 1994’te anket verisiyle yapıldığı için eleştirilen araştırma, 1998’de BLS’in resmi ücret bordrosu veri setiyle tekrarlandı. Sonuç aynı… Asgari ücret arttığı zaman işsizlik artmıyor.

Çünkü asgari ücretliler kazandıklarını boğazlarına sarf ederek yaşarlar. Gelirlerindeki bütün artış birebir tüketim harcamasına dönüşür. Bu da efektif talebi arttırdığı için şirketlerin satışlarına olumlu yansır. Artan taleple satışları yükselen şirketler işçi çıkarmak bir yana dursun, alım bile yaparlar.

Grafikler var grafikler!!!

Card ve Krueger’in araştırması bir siyah kuğu değil; zira asgari ücret artışlarının istihdamı pozitif yönde etkilediğini (ya da en azından azaltmadığını) gösteren sayısız ampirik araştırma yapıldı. Mesela, Sao Paolo Metropolitan Bölgesi’nde 2003-2012 yılları arasında asgari ücret reel olarak iki katına çıkarken işsizlik yüzde sekiz seviyesinden yüzde ikiye kadar gerilemişti. Brezilya genelinde artan reel asgari ücretler ve Bolsa Familia sayesinde gelir dağılımı daha adil bir hale gelmişti. Bu kazanımların mimarı sayılabilecek başkan Lula da Silva ise geçtiğimiz aylarda, tamamen hukuksuz bir şekilde, hapse atıldı.

Samuelson ekolünden gelen Mankiw ve havarileri, asgari ücretin işsizliğin kaynağı olduğu argümanını veriyle destekle(ye)mezler. Deirdre McCloskey’in yıllardır anlattığı gibi, neoklasik iktisatta teorinin kıymeti kullanılan retorikten menkuldür. Okuyucu, renkli renkli grafikler, ağdalı bir dil ve edebi alıntılar kullanılarak ikna edilir. Ya da kandırılır…

Neoklasik iktisatta, teorik bir model veriye karşı yapılan testleri geçiyorsa model süperdir. Geçmiyorsa, ya veri bozuktur ya da yöntem. Ama model hâlâ süperdir. Büyüme modeli, doktora öğrencilerinin yaptıkları ekonometrik testlerde devamlı foslayan Robert Lucas’ın bir konferans arasında “yeter test etmeyin şu modeli artık, model gayet şık işte daha fazla kurcalamayın” minvalinde konuştuğu bilinir.

Bunların üzerine Alan Krueger’in Demokrat Obama’ya, Greg Mankiw’in ise Cumhuriyetçi Dabılyu Bush’a ekonomi danışmanlığı yapmış olduklarını eklersek, iktisat akademisinin siyaset ve ideolojiyle olan ilişkisi daha iyi görülmüş olur sanırım. Kapitalizmde bölüşüm bir sınıf mücadelesidir. Ücretler marjinal üretkenlikle falan değil sınıf mücadelesiyle belirlenir, bu kadar basit. Marjinal üretkenlik teorisi, neoklasik iktisadın sınıf mücadelesini örtbas etmek için kullandığı el çabukluklarından biridir. Pratikte hiçbir karşılığı olmayan iki tane dravdan çizgi çekince bilim yapmış olmuyorsunuz. Sadece ideolojik gündeminizi 18-20 yaşlarındaki tahsilsiz gözlerden başarıyla saklayabilmiş oluyorsunuz. Bu yapılan, kelimenin en yumuşak haliyle ahlâksızlıktır.