‘İtibarda tasarruf olmaz’ düsturuyla yapılan bütün israf büyümeyi yukarı çekiyor. Eğer ‘Saray sofrasında’ ağırlananlardan biri değilsen, haklı olarak, ‘madem ekonomi hızla büyüyor ben niye hissetmiyorum’ diye hayrete düşüyorsun…

Ekonomide tek ölçüt büyüme mi?

Bugün isterseniz ekonominin güncel verilerle sınırlı kısır dünyasından biraz sıyrılıp, insanların “refahının, yaşam kalitesinin, esenliğinin” nasıl artırılabileceğine daha geniş bir pencereden bakmayı deneyelim. Fetişleştirdiğimiz büyüme rakamlarının ötesine geçip, mal ve hizmet üretimi hem insan ihtiyaçlarını daha iyi karşılayacak, hem de doğanın dengesini gözetecek biçimde daha iyi tasarlanabilir mi? sorusuna cevap arayalım.

GSYH sonunda, bir ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin piyasa fiyatlarıyla parasal değerini gösterir, refahı değil. Doğaya verilen kalıcı zararları, biyoçeşitliliğin yok edilişini veya doğal kaynakların tüketilişini göz önüne almaz. Dilerseniz, hemen güncel örneklere geçerek, konuya açıklık getirmeye çalışalım.

Biyoçeşitliliğe kasteden vaşak vakası
Geçtiğimiz haftalarda Erzurum’da nesli tükenmekte olan vaşağı vuran “avcılar”, zavallı hayvanın cansız bedeniyle poz verirken, marifetlerinden çok gururlu görünüyorlardı; muhtemelen, sonrasında sosyal medyada bir anda popüler olmaktan da haz almışlardır. Peki, kişileri suçlamaktan öte mevcut eğitim sisteminin bu arkadaşlara, ülkeye ve doğaya nasıl bir kötülük yaptıklarına dair bilinç aşıladığını düşünüyor muyuz? Bu acı vaka, ekolojik anlamda bir fakirleşme numunesi ise de, haliyle aynı günlerde iftiharla açıklanan büyüme rakamlarına yansımadı…

AKM rezaleti
Diğer bir örnek, AKM’nin yıkılmasına ilişkin…

Siz Türkiye’nin modernleşme serüveninde özel bir yeri bulunan, o mekanda üç kuruşa konser-temsil izlemiş “elitlerin” kişisel anlam dünyasında yer etmiş bir binayı önce çürümeye terk edip, sonra yıktığınızda bu GSMH’ye olumsuz etki yapmaz. Yerine yeni bir “proje” kondurduğunuzda ise , inşaat sektöründeki çift haneli büyüme rakamlarına ivme katar. Büyüme istatistikleri kaybolan bir tarihten, kültürden, hatıralardan zerre etkilenmez. Eğer “uygar ülkelerde” olduğu gibi binanın yerli yerinde bakımı yapılıp da, aradan geçen 9 yılda sanatsal faaliyetlere açık tutulsaydı, GSMH aynı kalacaktı. Halbuki, yeni inşaatla birlikte büyüme artacak, Türkiye “zenginleşecek” !

Söğütlüçeşme fiyaskosu
Gelelim benzer bir örneğe, Söğütlüçeşme istasyonu fiyaskosuna... Iskartaya çıkarılan Haydarpaşa garının tarihsel ve kültürel önemini bir yana bıraksak dahi, onun yerine hizmet vermek üzere , önce Söğütlüçeşme’de gar inşa edilip, sonra yıkılmasının nedenini biliyor muyuz? Ama bu “yap-boz” faaliyetlerinin, büyümeyi yukarı çektiğini rahatlıkla tahmin edebiliyoruz. Bu dolaplar bir takım müteahhitleri zenginleştirse de, sade insan için heba olup giden vergilerden başka bir anlam ifade taşımıyor…
Evet sevgili yurttaşımız, “itibarda tasarruf olmaz” düsturuyla yapılan bütün israf büyümeyi yukarı çekiyor. Eğer “Saray sofrasında” ağırlananlardan biri değilsen, “saltanat uçağında” Reis’in yanında yerin ayrılmamışsa, haklı olarak, “madem ekonomi hızla büyüyor ben niye hissetmiyorum?” diye hayrete düşüyorsun…

Ekonomik büyüme neleri ölçmez?
Ekonomik büyüme çocuk ölüm oranlarını, intiharları, suç işleme ve şiddet eğilimlerini, kadın cinayetlerini, işe giderken harcanan süreyi ölçmez. Türkiye özelinde, günün neredeyse her saatinde “malum şahsın” hakaret ve aşağılanmalarına muhatap olmak ; eğitimin dini esaslara göre şekillenmesi ; kamusal görevlerin liyakat temelinde değil de cemaat, tarikat, yandaşlık bağlarına göre dağıtılması, elbette uzun dönemde büyümeyi olumsuz etkileyecek de olsa, bugünün rakamlarından tam olarak okunamaz.

Ne var ki, tüm bu olumsuzluklar yaşam kalitemizi düşürüyor, mizacımızı bozuyor, geleceği yönelik umutlarımızı zayıflatıyor…

Ekonominin büyüme rakamlarını, pekala bir aracın kilometre saatine benzetebiliriz. Hızlanan tempo, arabanın motorunun zorlandığını, cıvatalarının gevşediğini, yakıtının bitmeye yüz tuttuğunu zamanında teşhis etmemizi kolaylaştırmaz. Aracın yanlış bir yola girdiğini, hedeften uzaklaştığını, belki kontrolden çıktığını dahi anlayamayabiliriz. Yanlış anlaşılmasın, bu metafor, büyüme rakamlarının tamamen anlamsız olduğu iddiasını değil, sadece istatistiklere ihtiyatla yaklaşma gereğini dile getirir.

Beş kriterde ekonomik performans
En bilineni BM Gelişme Programı UNDP tarafından hazırlanan ve kişi başına gelirin yanı sıra, o ülkedeki ortalama yaşam süresi ve eğitim olanaklarını da göz önüne alan, İnsani Gelişme Endeksi olmak üzere , ekonomik büyüme oranına alternatif çok sayıda ölçüt bulunuyor. Bugünlük, İngiltere’deki Yeni Ekonomi Vakfı’nın (YEV) geliştirdiği, ekonomide barometre işlevi görmesi umulan beş boyutlu bir modelden söz edeceğiz. (Stewart Wallis, Five measures of growth that are better than GDP, weforum.org ) Bu çerçevede, Türkiye ekonomisine bir göz atmayı deneyeceğiz:

1 Kaliteli istihdam: %10.6 olarak açıklanan son işsizlik oranları, çalışma yaşındaki her 100 kişiden ancak 48’inin istihdam edilebildiğini gösteriyordu. Ne var ki, işsiz değilseniz bile, iş kazalarına açık, sendikalaşmanın engellendiği, her an işten çıkarılma tehdidi hissedilen bir istihdam kaliteli sayılabilir mi? Üretim sürecinde sizin payınıza, sıkıcı, tekrara dayalı, monoton bir işlev düşüyorsa, tüm bilgi ve becerilerinizi işinize yansıttığınız, yeterli tatmin sağladığınız söylenebilir mi? Esnek emek piyasalarında, kısmi zamanlı, parça başı, geçici istihdamın, zaten kaliteli istihdam sayılmayacağı ortada değil mi? Bu ölçütlere vurunca durumun hiç de parlak olmadığı aşikar…

2 Memnuniyet: Ekonominin büyümesi kendi başına bir amaç değil de, insanların yaşamlarını iyileştirmekse, bunu onlara sormak gerekmez mi? Eğer elimizdeki en son istatistiğe, TÜİK’in Yaşam Memnuniyeti Araştırması 2016 sonuçlarına bakılırsa, mutlu olduğunu beyan eden yurttaşlarımızın oranı 2015’ten bu yana yüzde 4.7 artarak yüzde 61.3’e yükselmiş. Sakın bana sormayın, işsizlik artarken, enflasyon yükselirken “insanlar halinden nasıl memnun?” diye… Anketi cevaplayanlar “mutsuzum!” demekten çekiniyorsa bu ayrı bir sorun; bunca kadın cinayetine, hapisteki gazeteciye- politikacıya karşın kendini mutlu hissediyorsa ayrı sorun; istatistikler gerçekleri yansıtmıyorsa, o da ayrı bir sorun…

3 Çevre: Burada en temel ölçüt, doğal kaynakların tüketilme düzeyinin, kaynakların doğal yenilenme hızının ötesine geçip geçemediğidir. Eğer durum böyleyse, ekonomik büyüme, kaçınılmaz biçimde doğal kaynakların tükenmesiyle sonuçlanacaktır. Artvin’de maden çıkarmayı planlayan, halka ettiği küfürlerle maruf Mehmet Cengiz’in böyle kaygıları olmasını bekleyemeyiz, ama Cerattepe’de direnen Artvinlilerin bu doğrultuda bilinçli tavrının umut aşıladığını söyleyebiliriz.

1990 yılından 2015’e Türkiye’de kişi başına sera gazı emisyonunun yüzde 122 arttığını gösteren istatistikler alarm veriyor. Dinleyen olursa, geçtiğimiz hafta Adana’da düzenlenen 11. Enerji Sempozyumu’nda bu konular enine boyuna masaya yatırıldı. Özellikle, Altınbaş Üniversitesi’nden Sevil Acar tebliğinde, Türkiye’nin büyüme patikası’nın enerji kaynakları tüketimi gözönüne alınırsa, sürdürülebilir olmadığının altını çizdi.

4 Adalet: Burada gelir ve servetin ne ölçüde adil dağıtıldığı konusunda, küresel boyutta fikir sahibi olmak için, Thomas Piketty ve arkadaşlarının hazırladığı, 1.Dünya Eşitsizlik Raporu’na kısaca göz atabiliriz. Geçen hafta yayımlanan rapora göre, 1980’den 2016’ya dünyanın en zengin yüzde biri, büyümeden geri kalan yüzde ellisinin iki katı kadar pay almış. İlginçtir ki ABD, Rusya ve Çin gibi dünyanın sembolik önem taşıyan her üç ülkesinde de en zengin yüzde birin toplam servetteki payı sıçrama kaydetmiş : 1980’den bu yana, ABD’de yüzde 22’den 39’a, Çin’de yüzde 15’ten 30’a, Rusya’da yüzde 22’den 43’e fırlamış.
Türkiye’de de gelir adaletsizliği konusunda 2007’nin bir kırılma noktası olduğu görülüyor. Bu tarihten itibaren zengin %1’in vergi öncesi gelirdeki payının yükselişe geçerek 2016’da %23.4’e ulaştığı, yoksul %50’nin gelirdeki payının ise düşerek %14.6’ya demir attığı görülüyor. Diğer bir ifadeyle, %1’in kişi başına geliri, yoksul %50’nin tam 80 katına ulaşıyor.

5 Sağlık: Burada YEV kaçınılabilir ölümlerin oranına bakılmasını, sadece sağlık otoritelerinin sundukları tedavi hizmetinin kalitesinin değil, önleyici sağlık alanındaki müdahalelerin de göz önüne alınmasını öneriyor. Böylelikle, İngiltere’deki ölümlerin %23’ünün önlenebilir nitelikte olduğu sonucuna varılıyor. Bu konuda Türkiye’de somut tek bir istatistiğe ulaşamasak da, “Türkiye ölümlü iş kazalarında dünya üçüncüsü”, “Anne çocuk ölümleri çok yüksek”, “intihar rakamlarında dikkat çekici artış” gibi başlıklar dahi durumun ciddiyetini sergilemeye yetiyor. Acaba TTB’den bu konuda pratikte kullanılabilir bir istatistik geliştirmesini bekleyebilir miyiz?