Enflasyon, döviz pozisyonları ve kamu maliyesi Türkiye ekonomisine dair tehlikeli sinyaller veriyor. Orta-uzun dönemde ekonominin selamete çıkması ihtimali düşüyor

Ekonomide üç tehlikeli sinyal

16 Nisan referandumu sonrası, “belirsizliğin ortadan kalkması”, “istikrar arayışı” benzeri argümanlarla ekonomide bir iyimserlik rüzgârı estirilmeye çalışılıyor. Bol kepçe krediler, vergi indirimleri, garantiler, referandum ulufeleriyle piyasada geçici bir hareketlilik yaratılması, 2017 ilk 6 ay büyüme rakamlarının göreceli yüksek gelmesi mümkün. Ne var ki, üç kritik noktadan, “enflasyon, döviz pozisyonları, kamu maliyesi” tehlikeli sinyaller geliyor. Orta-uzun dönemde ekonominin selamete çıkması ihtimalini aşağı çekiyor.

Enflasyon şaha kalktı
Bilindiği gibi Nisan ayında tüketici fiyat endeksi (TÜFE) bir önceki aya göre %1,31 arttı. Bu 2016 Aralık ayından bu yana %5,71 sıçrama anlamına geliyor. Yıllardır bir türlü tutturulamayan “%5 enflasyon hedefini” henüz dördüncü ayda aşmak “başarısı” gösterildi. Mayıs ayında %0,79’luk bir artış bile, 2017 orta vadeli programdaki (OVP) %6,50 tahmininin üzerine çıkılması anlamına gelecek. Merkez Bankası Nisan Enflasyon Raporu’nda 2017 TÜFE beklentisini %8,50’ye çekti. Bu da ilk dört ayda hedefin %67’sinin şimdiden tüketildiğini, sekiz aya ancak %33 kaldığını gösteriyor.

Nisan rakamlarıyla yıllık TÜFE enflasyonu %11,87’ye dayandı. Halbuki 2016’nın aynı döneminde %6,57’de, yani %5,30 daha aşağılardaydı. Özellikle döviz kurlarında yükselişin etkisiyle enflasyonun niteliksel bir artış trendi içerisine sürüklendiği gözleniyor. 2016’nın Mayıs-Eylül’ü içeren 5 aylık döneminde enflasyon toplam %2,10 artmıştı. Demek ki, önümüzdeki 5 ayda enflasyondaki küçük bir kıpırdama bile son çeyreğe iki haneli enflasyonla girilmesine neden olacak. 2016’nın Ekim-Aralık döneminde, “dolar etkisi”nin de devreye girmeye başlamasıyla tüketici fiyatlarının yönü %3.60 yukarıydı. Belki 2017’nin son çeyreğinde enflasyonda göreceli bir düşüş gerçekleşse de, 2017’nin tek haneli rakamlarla kapatılması mümkün görünmüyor. Zaten IMF’nin enflasyon tahmini de %10,1’e çekildi.

Yurt içi üretici fiyatları da (Yİ-ÜFE), Nisan ayında 0,76 artışla, son 12 aylık dönemde %16,37’ye tırmanmış oldu. 2016’nın aynı ayında Yİ-ÜFE, enerji fiyatlarındaki düşük seyrin de etkisiyle sadece %2,87’ydi. Demek ki 1 yılda %13.50 lik bir artış gerçekleşmiş. Bunun da tüketici fiyatlarına yansıması kaçınılmaz hale gelmiş. Son 1 yıllık artış imalat sanayiinde %18.27, ara mallarında %22,12 olmuş. Dünya Gazetesi Emtia Fiyat Endeksi’ne göre bakırda %48,5, kalayda %46,6, kurşunda %35,7, mazotta %30,1 fiyat artışı gerçekleşmiş.

2002’de iktidara geldiğinden beri piyasa toplumuna teslim olmuş, ama onun gereği faiz artışlarını zamanında gerçekleştiremeyince, dövizin patlamasını engelleyememiş bir rejimin enflasyonun önü niye alınamıyor diye şikâyet etmeye hakkı yok. Bu artıştan geçim koşulları en fazla etkilenen emekçilerin ve emeklilerin ise, önümüzdeki dönemde hak kayıplarını en aza indirmek için direnmekten başka çareleri bulunmuyor.

Dövizde tuhaf hareketler gözleniyor
Dolar kuru 2017 Ocak’ında 3,92’leri gördükten sonra, küresel iklimdeki rahatlamanın da etkisiyle geçen hafta 3,55 düzeyinde dengelenmiş göründü. 4 aylık dönemdeki bu aşağı doğru hareket, doğal olarak ekonomik aktörlerin TL’ye güvenlerinin arttığı, dövizden yerel paraya döndükleri izlenimini verebilir. Gelgelelim rakamlar bu tezi yalanlıyor.
ekonomide-uc-tehlikeli-sinyal-283781-1.


Şöyle ki, dövize yönelip yastık altına para atanlara, otoriter rejimden tedirgin olup yurtdışına fon aktaranlara ilişkin çevremizden duyduğumuz izlenimleri bir yana koysak dahi, döviz tevdiat hesaplarında düşüş bir yana, ciddi bir artış gözlemleniyor. Tablo- 1‘den görülebileceği gibi toplam döviz mevduatı 2016 sonundan bu yana 23.7 milyar dolar artmış. Referandum ertesindeki 1 haftalık dönemde ise 7 milyar dolar yükselmiş. Düşen dövizle pozisyon açığını kapatmaya çalışan reel şirketler tezi de durumu tam açıklamıyor. Çünkü gerçek kişiler de, tam 7 milyar dolarlık alım yapmış.
ekonomide-uc-tehlikeli-sinyal-283782-1.

“Yabancılar borsaya, DİBS’lere yöneliyor, TL piyasasından alım yapıyor,” yaklaşımı da trendi açıklamaya yetmiyor. Tablo-2’den görüleceği gibi, o lanetlenen “Hanslar-Georgeler” gerçekten Türk varlıklarına bir ölçüde iltifat etmişler, ne var ki toplam para girişi 3 milyar dolar civarında kalmış.

Merkez Bankası brüt döviz rezervleri de, 2016 sonunda 92,1 milyar dolardan, 28 Nisan’da 85,0 milyar dolara gerilemiş. 7,1 milyar dolarlık erozyon bir ölçüde TL’ye destek olarak yorumlanabilir. Öte yandan rezervlerdeki bu kanamanın TL’ye olan güveni zedeleyip, dövize yönelişi tetiklemesi de beklenebilirdi. Öyleyse, resmi döviz hareketlerinden izini bulamadığımız ciddi bir para girişi gerçekleşti. Sınırlı parite etkisini bir yana bırakırsak, bu döviz akını doları aşağı çekerek 3,55’lere getirdi. Halk arasında ilginç “tevatürlere” konu olan, kaynağını teşhis edemediğimiz bu esrarengiz paranın yarın ülkeyi terk etmesi söz konusu olursa, görün o zaman gümbürtüyü…

Kamu maliyesi de çatırdıyor
RTE rejiminin ekonomi cephesinde başlıca silahı, piyasa jargonuyla çıpası, “mali disiplin”di. Aslında küresel koşulların da izin vermesiyle, faiz yükündeki ferahlamanın etkisiyle, çok sınırlı bütçe açıklarıyla gemiyi yürütmek mümkün olmuştu. 2016’da, büyümenin %2,9’da kalması, kamu maliyesinde bir gevşemeyi meşru kılabilirdi. IMF bile sınırlı bir manevra alanı bulunduğunu teslim etti. Ama görünen tablo, referandum rüşvetlerinin de etkisiyle ipin ucunun kaçtığını gösteriyor.

Merkezi yönetim bütçesi Mart ayında 19,5 milyar TL açık verdi. Bu tutar tarihi bir açığa denk geliyor. Ancak tüm 2016’da gerçekleşen 29,2 milyar TL, tüm 2017 için hedeflenen 46,8 milyar TL merkezi bütçe açığı rakamlarıyla karşılaştırınca durumun vehameti anlaşılabilir.

Görüldüğü gibi harcamalar patlarken, gelirlerin çakılması kötü bir gidişata işaret ediyor. Ocak-Mart 2017 bütçe rakamlarının alt kırılımlarına bakınca, personel giderleri 2016’nın aynı dönemine göre sadece %8,4 artarken, “sağlık, emeklilik, sosyal yardım” giderlerinin %42,9, tarımsal desteklerin %60,7 sıçradığı gözleniyor. Dahilde alınan KDV’de %2,9’luk, enflasyonun çok altında bir kıpırdama ise iç piyasadaki durgunluğu kanıtlıyor. Bu tablo bir yönüyle de referandumda oyları ayartmaya yönelik bir manipülasyonu gözler önüne seriyor. İşveren sigorta primi indirimi için Hazine’ye aktarılan 19,8 milyar TL, aslında menfaatin sade yurttaşa değil, sermaye kesimine sağlandığının vesikası. Beyaz eşya ve mobilya ürünlerindeki vergi indirimlerinin Eylül sonunda sona ermesi hem fiyatlarda artışa, hem de talepte bıçak gibi bir kesilmeye neden olabilir; dolayısıyla durgunluk içinde enflasyonun, yani “stagflasyonun” kapısını aralayabilir.

Kamu maliyesinde asıl kalıcı bozulmaya neden olacak üç mecra Demokles’in kılıcı gibi ekonominin üzerinde sallanıyor. Birincisi, Kredi Garanti Fonu (KGF) limitinin 250 milyar TL’ye çıkarılması, isteyene bol keseden kredi saçılması sonucu tahakkuk edecek 20 milyar TL’ye kadar zararlar, Hazine’ye dolayısıyla bizim gibi vergi mükelleflerinin sırtına yıkılacak. İkincisi, kamu-özel sektör işbirlikleri için verilen taahhütler giderek daha fazla bütçenin başını ağrıtacak. Üçüncüsü, portföydeki kamu işletmelerinin kârlarının ve özelleştirme gelirlerinin Türkiye Varlık Fonu’na aktarılmaya başlaması kamu açıklarını daha da tırmandıracak. Sonunda cari açığın yanına kamu açığı da eklenince, ekonomi “ikili açıkla” yüz yüze gelecek.

ekonomide-uc-tehlikeli-sinyal-283783-1.