İşsizlik lle yoksulluk yaygınlaştı, gelir ve servet dağılımındaki uçurumlar daha da derinleşti. Bu nedenle ülkenin kamucu, eşitlikçi, dayanışmacı, demokratik planlamacı radikal sol bir programa gereksinimi var.

Ekonomide üç vizyon
Fotoğraf: Depo Photos

Bugün ekonomide, 3 ayrı ekonomi vizyonundan ya da tahayyülünden söz edilebilir. Birincisi, AKP rejiminin seçime kadar durumu idare etmeye, bu arada seçmenin gönlünü almaya yönelik kısa vadeli debelenmeleri. İkincisi, düzen muhalefetinin piyasa ekonomisinin konsolidasyonunu sağlamaya, makro dengeleri yeniden kurmaya dönük orta vadeli “Ortodoks” zihniyeti. Üçüncüsü de, sol-sosyalist kesimin kamucu, eşitlikçi, dayanışmacı uzun vadeli radikal yaklaşımı.

AKP’NİN SAADET DÖNEMİ

AKP iktidara geldiği 2002’de Kemal Derviş tarafından uygulamaya konulan IMF programını devralmıştı. Hiç itirazsız, o dönem kendisine prestij kazandıran AB vizyonunun ekonomik ayağı Maastricht Kriterleri’ni de gözeterek IMF reçetesini uygulamaya devam etti. Küresel koşulların uygunluğunun da yardımıyla, yoğun sermaye girişleri, hızlı özelleştirmelerin sağladığı kaynaklar sayesinde büyük cari açıklar vererek inşaat ağırlıklı yüksek büyüme hızları tutturma olanağı buldu. Aslında ülkenin dış yükümlülüklerinin artışı, değerli TL yüzünden ekonominin dış girdi bağımlılığının derinleşmesi bugünkü yapısal sorunların temelini attı.

2013 Mayıs sonunda zamanın ABD Merkez Bankası Başkanı, çiçeği burnunda Nobel ödüllü Bernanke’nin “tahvil alımlarını yavaşlatacağız” açıklamasıyla küresel kapitalizm yeni bir faza geçti. Türkiye de TL’nin hızlı değer kaybı ve sermaye çıkışlarıyla bu furyadan nasibini aldı. 2018’de Rahip Brunson vakası sırasında ise ağır bir döviz krizi yaşandı.

Kaba taslak 2021 Eylül’üne kadar ekonomi yönetiminde ikili bir anlayış gözlendi; bir yandan ekonominin kurumsal yapıları tahrip edilir, ekonomi bürokrasisinde liyakat ölçütü tamamen rafa kaldırılır, neredeyse tüm ihaleler bildik müteahhitlere verilir, yandaş sermaye grupları gözetilir, betona dayalı bir büyüme stratejisi izlenirken; öte yandan mali disipline sadık kalınıp büyük bütçe açıkları verilmedi, sıkışıldığında keskin faiz artışları ile sıkı para politikalarına dönüldü. Bir anlamda neoliberalizmin temel prensiplerine sadık kalındı. Ancak geçen eylülde faiz indirimlerinin başlamasıyla iş çığırından çıktı, enflasyonun önlenemez yükselişi tetiklendi.

EKONOMİ UÇURUMUN KENARINDA

Şimdi RTE’nin önünde seçimlere kadar 3 hedef bulunuyor:

Birincisi propagandif, faizleri tek haneye indirdik, “faiz sebeptir, enflasyon netice” tezinden geri adım atmadık, faiz lobisine taviz vermedik türü söylemleri, seçim kampanyasında kendi çekirdek seçmenime bol bol şırınga etmek. Zaten Nebati’nin vaat ettiği üzere Merkez Bankası faizinin bir önemi kalmamış durumda. Böyle aşırı negatif bir reel faiz düzeyinden 100-150 puan daha indirim yapılması önemli bir fark yaratmıyor. Politika faizi parasal aktarım mekanizması işlevini yitirmiş durumda İkincisi reaktif, seçime kadar döviz kurunun patlamasını önlemek. İhracat dövizlerinin yüzde 40’ına el koyarak, KKM ile şirketleri ve bireyleri TL’de tutarak, bankaları döviz mevduatlarına karşılık uzun vadeli hazine kâğıdı almaya zorlayarak (bu bankaların ucuz likidite karşılığı Hazine’yi fonlamasını da sağlıyor), “dost ülkelerden” gelen dövizlerle veya borçların yeniden takvimlendirilmesi yoluyla ve tabii ki rezervleri tüketerek uzatmaları oynuyorlar. Ülkede çıkacak sıcak para kalmaması da kurdaki ani sıçramaları bir ölçüde engelliyor. Cari açığın da giderek arttığı düşünülürse, dövizi zapt etmek iyice zorlaşıyor, seçimden önce yeni bir kur çalkantısı olasılığını artırıyor.

Üçüncüsü proaktif, seçime kadar geniş seçmen kitlesinin kalbini çalmaya yönelik adımlar atmak. EYT yasasını çıkarmak, asgari ücrete hatırı sayılır zam yapmak, 3600 gösterge düzenlemesini yaygınlaştırmak, KYK yurtlarında kalan öğrencilere beslenme yardımının 60 TL’ye çıkarılması gibi “cömertlikler” sergilemek, 2000 TL’ye kadar icra borçlarının tasfiyesi, tarımda elektrik bedelinin sıfır faizle kredilendirilmesi ilk akla gelen konu başlıkları. Seçim ekonomisi olarak da nitelenen bu uygulamaların bazılarına dar gelirli yurttaşın yaşamında iyileşmeler sağladığı için karşı çıkmanın haliyle gereği yok. Ancak seçmenin de, yumurta kapıya gelene kadar taleplerini karşılamayan, kendilerini 4.5 yıl oyalayan iktidarın son dakika tavizlerine itibar etmesinin de garantisi yok.

MİLLET İTTİFAKI ORTODOKSİ YOLUNDA

Kemal Kılıçdaroğlu Temmuz 2020’de kurultay öncesi “yeni devletçilik” konulu bir makale kaleme almış, “Hazine garantili işletmeler kamulaştırılacak” ifadesini kullanmıştı. Meral Akşener ise “Tiksindirici borçlar” kavramını ortaya atmış, AKP dönemindeki döviz borçlarının gözden geçirileceğini söylemişti. Bunlar umut verici açılımlar olarak kayda geçti.

Ne var ki, 6’lı Masa’nın kurulması ile birlikte Millet İttifakı’nın (Mİ) sözcüleri AKP’nin gündelik ekonomik uygulamalarını eleştirmek dışında henüz programatik bir açılım sunabilmiş değiller. CHP’nin dönemin Hazine Müsteşarı sözcüsü dahil, Mİ’nin ekonomi kurmaylarının bir Derviş devri nostaljisi içinde olmaları, Merkez Bankası bağımsızlığı, enflasyon hedeflemesi, yapısal reformlar gibi neoliberal dogmalara sıcak yaklaşmaları dikkat çekiyor. Son dönemlerde ana akım medyada çokça görüşlerine başvurulan akademisyenler/uzmanlar hep piyasa ekonomisi savunucuları oluyor. Aklın yolu birdir, ekonominin teknik prensipleri vardır, tüm dünyada denenmiş “makul” politikalardan sapılmaması gerekir gibi yavan söylemlerle aslında Ortodoks ekonomi politikalarına işaret ediyorlar.

Ekonominin patronu kim olacak tartışmasında öne çıkan Ali Babacan, Bilge Yılmaz isimleri de; mali disiplin, mali kural, uluslararası alemde kredibilite sağlamak, işgücü piyasası esnekliği mesajlarıyla birbirlerinden pek farklılık göstermiyorlar. Olsa olsa Yılmaz’ın Babacan’ın ekonomiden sorumlu bakan görevini üstlendiği 2009-2015 dönemini eleştirmesi, aralarında gizli bir rekabetin sürmesi zaman zaman gerginlik yaratıyor.

Bu zihniyet ekonomiyi yönetirse ilk aşamada makro dengeleri sağlamak konusunda adımlar atabilir. IMF ile bir anlaşma veya örtülü destek sonucu belli bir yabancı sermaye girişi de sağlayabilirler. Böylece kur baskısı hafifleyebilir, enflasyonla mücadele kolaylaşır. Ancak hem AKP’nin ilk yılları gibi küresel koşulların uygun olmaması hem de dış yükümlülüklerin yüksekliği gibi nedenlerle yüksek büyüme temposu yakalanamaz. CHP’nin “Aile Destek Sigortası” gibi olumlu ama pansuman niteliğindeki sosyal programlar dışında geniş halk kitlelerinin yaşam standartlarını yükseltecek atılımlar asla gerçekleştirilemez.

NEOLİBERALİZMLE HESAPLAŞMA ŞART

Son yıllarda Türkiye’de bölüşüm ilişkileri emekçi kesim aleyhine iyice bozuldu. İşsizlik ve yoksulluk yaygınlaştı, gelir ve servet dağılımı uçurumları daha da derinleşti. O nedenle ülkenin kamucu, eşitlikçi, dayanışmacı, demokratik planlamacı radikal sol bir programa gereksinimi var. Böyle bir programatik açılımın Sosyalist Güç Birliği, Emek ve Özgürlük İttifakı veya bağımsız sosyal bilimcilerin katkılarıyla bir alternatif olarak toplumun önüne konması, başta CHP düzen muhalefetinin tabanını da etkileyecek, genel olarak halkın daha ileri ekonomik talepler yükseltmesinin de yolunu açacaktır. Toplumda karşılık bulması belki Mİ���nin yönelimini gözden geçirmesini de getirebilir.

Milli gelir içerisinde emeğin payının giderek düşmesi, buna karşın başta bankacılık sermaye kesiminin karlarının enflasyonun da üzerinde artması, zamana yayılan bir servet vergisini zorunlu kılıyor. Aynı zamanda emlak fiyatlarının fahiş oranlarda yükselmesi de benzer bir vergi düzenlemesine meşruiyet kazandırıyor. Dövize endeksli, miktar garantisi sağlayan Kamu-Özel İşbirliği projeleri başta gelmek üzere tüm kamu ihalelerinin, gayri meşru nitelikteki kamunun tüm iç ve dış borçlarının gözden geçirilmesi zorunluluğu var. Aksi takdirde AKP döneminin yolsuzlukları, usulsüzlükleri ile hesaplaşma iddiası havada kalır. Gıda, enerji ve sanayide ulusal bağımsızlığın cesaretle savunulması gerekli. Tarım kredisi, ihtiyaç kredisi, kredi kartı borçlarının yeniden takvimlendirilmesi de borç batağına saplanmış sade yurttaşa biraz nefes aldırmak açısından önemli.

Böyle emekten yana, kamucu, sosyal ve ekolojik amaçları dengeleyen, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bir programın ayrıntıları daha çok konuşulmaya, tartışılmaya gereksinim duyuyor. Duru bir dille, çarpıcı sloganlarla geniş toplum kesimlerine mal edilmesi de ayrıca önemli. Çıkış noktamız ise, 20 yıldır uygulanan neoliberal ekonomik programla mücadele etmeyen, hesaplaşmayan, sadece AKP ekonomi yönetiminin zırvalıklarına odaklanan bir anlayışın geleceğin Türkiye’sini kuramayacağı olmalı.