Bir noktadan sonra enflasyon ile hızlı büyümenin birlikte gerçekleşmesi olanaksız. Nakdiniz tükeniyor, kredi limitleriniz doluyor. Emtia fiyatlarının arttığı ve dövizin kontrol edilemediği koşullarda enflasyon düşmeyeceği için durgunluk içinde enflasyon süreci başlıyor.

Ekonomide zaman kazanma çabası
Görsel: Freepik

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta kabine toplantısının ardından, “Biz faizi düşürmeye devam edeceğiz.” açıklamasını yaptı, bekleneceği üzere finansal piyasalar karıştı, dolar sıçradı. Bu filmi kaç kere gördüğümüzü artık sayamaz hale geldik. Ortada bir kasıt mı var, yoksa idraksizlik mi gerçekten karar vermek kolay değil. Alışıla geldiği üzere bu “mini” sarsıntının ardından bir ekonomik önlemler paketi gündeme geldi.

Merkez Bankası, Hazine, BDDK, SPK ekonomi bürokrasisinin tüm kurumları birbirinin ardı sıra yeni kararlar açıkladılar. Atılan tüm bu adımlar talebi kısmaya, dolayısıyla enflasyonun hızını kesmeye yönelik görünüyor. Zaten belli bir noktadan sonra enflasyon ile hızlı büyümenin birlikte gerçekleşmesi de olanaksız. Çünkü bir eşik geçildikten sonra enflasyon bireylerin ve şirketlerin satın alma gücünü erozyona uğratmaya başlıyor. Talebinizi öne çekmeye çalışsanız da, nakdiniz tükeniyor, kredi limitleriniz doluyor. Ekonomik durgunluk ve enflasyonun bir arada yaşandığı “stagflasyon” süreci başlıyor.

İlan edilen ekonomik önlemler arasında Hazine tarafından Gelire Endeksli Senetler (GES) ihracı, BDDK kararıyla yabancılara tahsisli swap olanağı sağlanması, tüketici kredilerine vade sınırı konulması, kredi kartlarında aylık asgari ödeme tutarlarının artırılması, ticari kredilerin zorunlu karşılık oranlarının yükseltilmesi gibi uygulamalar var. Bunlardan bir tek swap konusu döviz arzını genişletmeye yönelik, diğerleri sıkılaşma yönünde talebi dizginleyici özellikler taşıyor.

Ekonomi yönetiminin TCMB politika faizini artırmama konusunda inadı devam ediyor, bütçe kısıntılarına gitmekten ise şimdilik kaçınılıyor. Böylelikle para ve maliye politikalarını pas geçince, “makro ihtiyati” önlemlerle süreci yönetme, zaman kazanmaya çalışma çabası öne çıkıyor.

GES BİLMECESİ

Gelire Endeksli Senetler: Uzun süredir enflasyona endeksli kâğıtlar veya çok yüksek faizli “süper bonolar” beklenirken, hayatımıza GES giriverdi. Aslında bu finansal enstrüman ilk kez 80’li yıllarda Özal döneminde köprü, yol gibi kamuya ait altyapı tesislerinin gelirleri teminat gösterilerek Hazine’nin borçlanması örneği Gelir Ortaklığı Senedine benziyor. Bu kez de KİT’lerin gelirine endeksli, ilk uygulaması Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) ve Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün (KEGM) bütçeye aktarılan gelirlerine dayalı bir borçlanma aracı söz konusu.

Gelgelelim GES’in ayrıntılarına girince, tasarruf sahibi açısından hiçbir cazibesi bulunmayan bir bonoyla karşılaşıyoruz. 6 ay vadeli, 3’er aylık %5.32 getiri öneriliyor. Bunun bileşik getirisi yıllık %23.04’lük bir orana denk düşüyor. Ayrıca ilgili KİT’lerin gelirlerine göre 95 ila 110 arasında değişen bir endeks değerine göre bu getirilerin oynaklık gösterebileceği açıklanıyor. Hesaplayınca dönem faizinin %5.05 ile %5.85 arasında değişebileceğini anlıyoruz.

GES’in biraz daha ayrıntılarına girdiğimizde karşımıza gariplikler çıkıyor. Öncelikle DHMİ’nin bütçedeki gelir tahmini 566 milyon TL, KEGM’nin 308 milyon TL. Bunlar güvence gösterilerek Hazine nasıl milyarlarca borçlanabilir? Bu tüm finans kurallarına aykırıdır. Örneğin benim 1 milyon TL değerinde bir evim varsa, bu evi ipotek ederek bankadan 300 bin TL borçlanmam anlaşılır bir işlemdir. Ancak bu evi teminat gösterip bankadan 30 milyon TL kredi çekmenin mantığı yoktur.

İkincisi, doların son bir ayda %14 yükseliş sergilediği, sırf nisan ayı enflasyonunun %7.25 açıklandığı bir konjonktürde 3 ayda %5.32’lik bir ödemenin yatırımcıyı ikna etme şansı bulunmuyor. Hazine’nin 2 yıllık gösterge faizinin bile %28’lerde seyrettiği düşünülürse bu bononun getirisi onun da oldukça altında.

Peki, ekonomi yönetiminin GES’ten ne beklentisi olabilir? Bu senetler sadece gerçek kişilere satılacak. Bu enstrümana yönelecek tasarrufların büyük ölçüde mevduat hesaplarının bozulmasıyla sağlanacağı tahmin edilebilir. GES’e gelen teklif kadar piyasadan bir likidite çekilmiş olacak. Banka bilançoları da bu miktar kadar küçülüp, krediler de daralacak. Bu paranın dövize yönelmesi veya mal ve hizmetlere talep yaratması önlenecek.

İHTİYAÇ KREDİLERİNE KISITLAMA

Kredilerdeki genişlemeyi yavaşlatmak amacıyla 100 bin liranın üzerindeki bireysel kredilerin geri ödeme süresi 12 aya, 50 bin lira il 100 bin lira arasındakilerin ise 24 aya çıkarılıyor. Ayrıca tüketici kredilerindeki Banka Sigorta Muameleleri Vergisi (BSMV) %5’ten %10’a yükseltiliyor. TCMB Finansal İstikrar Raporu’na göre ihtiyaç kredisi kullananların yüzde 70’inden fazlası ücretlidir. İhtiyaç kredilerinin yaklaşık yüzde 80’inin borcu 50 bin liranın altında bulunup, toplamın yüzde 40’ını oluşturuyor. Bu kredilerin büyük ölçüde satın alma gücünü korumak, enflasyon ortamında talebi öne çekmek için kullanıldığı biliniyor. Bu sıkılaştırma hem talebi zayıflatıcı, hem de ücretlilerin yaşamını daha zorlaştırıcı bir etki yaratacaktır.

KREDİ KARTLARIYLA HARCAMA ZORLAŞIYOR

Kredi kartlarında minimum ödeme tutarı da, 25 bin liranın altı kredi kartlarında %20’ye, daha yüksek limitlerde ise %40’a çıkarıldı. Bu adımın da sosyal sorunları derinleştirme olasılığı var. Bilindiği gibi kredi kartları hem bir ödeme aracı olarak kullanılıyor, hem de bir borçlanma olanağı yaratıyor. Bu borçlanma olanağını genellikle dar gelirliler kullanıyor, böylelikle nakit akışlarını düzenlemeye çalışıyor. Kredi kartlarında sıkılaşma hem yoksulların enflasyona karşı bir korunma araçlarını zayıflatacak, hem de borcunu ödememiş kişi sayısını artırabilecektir. Çünkü insanlar faizlerin düşük olduğu bir ortamda borcunu ödeyebilmek için büyük çaba gösteriyor. Faizler yükselip ödeme süresi daralınca bu motivasyon ortadan kalkacaktır.Zaten 2022’nin Ocak-Nisan döneminde borcunu ödememiş gerçek kişi sayısında, bir önceki yıla göre, tüketici kredilerinde %116, bireysel kredi kartlarında %127’lik bir sıçrama söz konusudur.

TİCARİ KREDİ MALİYETLERİ ARTACAK

Ticari kredilerde yüzde 10 oranında uygulanan zorunlu karşılık oranı da yüzde 20’ye çıkarıldı. Böylece hem kredilerin maliyeti artırılarak çekiciliği azaltılıyor, hem de miktarı kısılıyor. Ticari kredilerin yüzde 80’e yakını stok artırımı ve işletme sermayesi ihtiyacı için kullanılıyor. Bir yandan fiyatlar dolayısıyla işletme sermayesi ihtiyacı artarken, öte yandan kredilerin daralmasının piyasayı iyice boğması riski var. Şirketlerin de ilk çareyi işçi çıkarmakta ve/veya ücretleri eksik-gecikmeli ödemekte bulması tehlikesi baş gösterebilir.

SICAK PARAYA DAVETİYE ÇIKARILIYOR

Yabancıya swap olanağının genişletilmesi ise ekonomik paketin dövizi rahatlatmaya yönelik ayağını oluşturuyor. 2018’den beri Londra merkezli swap piyasasını boğma adımları nedeniyle yabancıların pozisyonu 4.1 milyar dolara kadar inmişti. Tahsisli swap diye adlandırılan uygulamayla sıcak paranın hisse senedi ve iç borçlanma senetlerine davet edilmesi amaçlanıyor. Açığa TL satışı yapılmayacağı taahhüdüyle bu olanağın tanınacağı bildirilmesine karşın düzenlemenin nasıl işleyeceği henüz bilinmiyor.

En son hisse senedinde yabancı pozisyonu 17.1 milyar dolara, tahvillerde 1.7 milyar dolara düşmüş bulunuyordu. Yabancıların tahvillerdeki payı 2012’de %23.2 iken, bugün %1.7 düzeyine inmiş durumda. Hisse senedi piyasasında ise geçtiğimiz hafta yabancı sahiplik oranı alışılanın çok altında %35 düzeylerindeydi. Yabancıların Türkiye pozisyonu dibe vurduğu için bu uygulama sınırlı da olsa bir döviz girişi sağlayabilir. Ancak bu miktarın dövizde bir gevşemeyi tetikleyecek bir düzeye ulaşmasını beklemek aşırı iyimserlik sayılmalı.

ERKEN SEÇİM ORTAMI BULUNMUYOR

Ülke risk primi CDS’in en son 799 puanla 800’ü aştığı, Türkiye’nin 5 yıl vadeli euro tahvilinin %10.78’e yükseldiği, dövizin oynaklığının yeniden arttığı kritik bir evreden geçiyoruz. Genel olarak “makro ihtiyati” önlemler olarak anılan bu tip politikalar, ancak para politikası ve maliye politikasıyla paralel devreye sokulduklarında elle tutulur sonuçlar verebilirler. Halkın satın alma gücünün zaten zayıfladığı bir konjonktürde bu uygulamalar talebi zayıflatabilirler. Özellikle emtia fiyatlarının arttığı ve dövizin kontrol edilemediği koşullarda enflasyon düşmeyeceği için, kaçınılmaz kader durgunluk içinde enflasyon anlamına gelen “stagflasyon” ile yüz yüze kalmak olur.

Tüm bu olgular, ekonomik anlamda erken seçim için uygun bir ortam bulunmadığına işaret ediyor. Büyük olasılıkla Haziran 2023’e kadar göreceli de olsa bir rahatlama tablosu ortaya çıkmayacak.