Kur korumalı mevduatın başarısız olması özellikle AKP’den sonra gelecek iktidar açısından iyi bir şeydir. Çünkü bu kur korumalı mevduat başarılı olursa yeni ve daha büyük bir dövize çevrilebilir mevduat felaketiyle karşı karşıya kalınacaktır.

Ekonomik bunalım restorasyon ve sol alternatif

Oğuz Oyan

Ekonomik bunalım son zamanlarda sadece AKP’nin kötü yönetiminin bir sonucu olarak algılanma eğiliminde. Yani bunda elbette bir gerçeklik payı var ama meseleyi sadece bununla sınırlamak yanlıştır. Hatta bunu Başkanlık rejiminden sonrasına ya da son dört aya sıkıştırmak doğru değil. Bunun çok daha derin nedenleri olduğunun anlaşılması gerekiyor. Yaşanan bu kırılganlık 2000-2001 sürecinde IMF programıyla birlikte girilen sürecin sonucudur. Bütün Cumhuriyet birikimlerinin, kamusal varlıkların, iç pazarın emperyalizmin talanına karşı korunmaması, koruyan mekanizmalarını ortadan kaldırılması, inanılmaz bir dış borç artışı ve ithalat bağımlılığı üzerinden yaratılan finansal bir bağımlılık olarak okunması gerekiyor.


Bu süreçler okunmadan son üç beş ayın yanlış kararları, faiz kararlarıyla açıklamak mümkün değil. Hepsinden önemlisi dışa bağımlı bir çevre ekonomisinde erken bir sanayisizleşme sürecinin ve tarımda egemenlik kaybının ortaya çıkması yani bunun arkasındaki bütün bu neoliberal politikaların tartışmaya alınmadan restorasyon üzerinden bir çözüm sunulmasının temelsiz olduğu üzerinde mutlaka durmamız gerekiyor. Türkiye 2013’ten beri en kırılgan beşlinin bir üyesi ise bu demek ki son üç dört ayın sonucu değildir. Ciddi bir yapısal sorunla karşı karşıyayız.

Asıl sebep faiz anlayışı, son dört yılda üç döviz krizine yol açtı. Buna rağmen iktidarın bir bildiği var ya da 20 Aralık politikasının sonucunda bir bildikleri varmış türü ucuzluklara savrulmamak gerektiğini özellikle vurgulamak gerekiyor. Yeni telaffuz edilen heterodoks politikalara geçiyoruz gibi temelsiz argümanları da tamamen cevapsız bırakmamak gerekiyor. Rekabetçi kuru tercih eden bir iktisat politikası olabilir. Fakat bu, birkaç hafta içinde faizleri düşürüp sağlanabilecek bir şey değil. Bu ancak teknik bir döviz krizine yol açmaktır. Bunun sonucunda da dolarizasyon ve enflasyon sarmalına girmekten ibarettir. Dolayısıyla bunu kitlelere çok iyi anlatabilmek ve enflasyondaki artışların dönüp tekrar kur artışını besleyeceğini görmek ve göstermek gerekiyor. Yüksek enflasyon gelip yeniden TL’nin değer kaybını tetikleyecektir ve sarmal böylece bir kısır döngü olarak kendini üretecek. Sonuç olarak buradan çıkışın bu politikalarla olması çok mümkün değil.

Üçlü imkânsızlık meselesine de dikkat çekmek istiyorum. Yani dışa açık bir ekonomide hem kurun hem de faizin hedeflenemeyeceğini bir türlü öğrenemiyorlar. Bunun sonuncunda hem kur hem de faiz kontrolden çıkmış oluyor. Son dört aydır kur kontrolden çıkıyor ama öbür taraftan Merkez Bankası’nın politika faizi dışındaki faizler de kontrolden çıkıyor. Politika faizi yüzde 14 olmasına rağmen Hazine’nin borçlanma faizi yüzde 24’lerde geziniyor, dolayısıyla burada bir çözüm yolu yok.

Kur korumalı mevduatın başarısız olması özellikle AKP’den sonra gelecek iktidar açısından iyi bir şeydir. Çünkü bu kur korumalı mevduat başarılı olursa yeni ve daha büyük bir dövize çevrilebilir mevduat felaketiyle karşı karşıya kalınacaktır.

İhracat döviz gelirinin yüzde 25’inin Merkez Bankası’na zorunlu satışının getirilmesi ki böyle bir şey son olarak 1999’da uygulanmıştı. Bu elbette geçmiş kötü kararların, son dört aydır yapılan uygulamaların hatta 2019-2020’den itibaren Merkez Bankası’nın rezerv eritme politikalarının sonucunda bir çaresizlik olarak gündeme geldi. Buraya geliş politikaları eleştiriyoruz. Fakat burada dikkat etmemiz gereken nokta, bu politikaları eleştirirken; buradan çıkış için uygulanan bu politikanın gelecek iktidarlar tarafından da uygulanabilecek bir politika olması hatırda tutulmalıdır. Eleştirelim ama liberallerin böyle bir politika uygulanamaz çizgisine düşmekten sakınalım.

Tüm bu uygulanan politikalar emekçilerin, köylülerin aleyhine sonuçlar üretmiştir. Gelir dağılımı bakımından, servet dağılım bakımından, işsizlik ve mülksüzleşme süreçleri bakımından olsun bu kesimler aleyhine sonuçlar üretmiştir. Türkiye burjuvazisinin ulusal pazar kavgası veren milli bir sermaye sınıfı niteliği kazanamaması Türkiye›nin çok ciddi bir sorunudur. Bu AKP döneminde daha da öne çıkmış bir sorundur. Kamusal, toplumsal varlıkların burjuvazinin çıkarları için kullanılması gerekliliği; burjuvaziyi iktidarlarla hep iyi geçinme refleksine sürüklemiştir. Dolayısıyla böyle bir burjuvazinin anayasal normları savunması, laiklik ve demokratikleşme mücadelesinde kararlı bir duruş sergilemesi söz konusu değildir. Buna bel bağlayan çevreleri uyarmayı bir görev olarak görüyorum.

Peki, sol nasıl bir alternatif çerçeve çizebilir? Solun hedefi bugünkü ekonomik istikrarsızlık enkazını kaldırmakla sınırlı olamaz ama bunlar sadece düzen partilerin işidir, bizi ilgilendirmez de denilemez. Çünkü örneğin enflasyon halkın üzerine yıkılan en ağır, en adaletsiz vergidir. Buna mutlaka çare bulmak gereklidir ama solun çareleri sermaye iktidarı çarelerinden farklı olacaktır, olmalıdır. Öncelikle AKP’nin Anayasa’dan başlayarak hukuki ve idari yapıda yol açtığı alt üst oluşların mutlaka düzenlenmesi, burada ciddi bir temizleme yapılması gerekiyor. Bu önemli bir şeydir, hedeftir. Dolayısıyla iktidar adayı muhalefetin de doğru bir çizgide tutulması için sosyalist solun mutlaka çok etkin bir faaliyet göstermesi gereklidir. Kamuda laiklik dışı uygulamaların derhal tasfiye edilmesi ve laik bir eğitim devriminin hemen başlatılması konusunda toplumsal tepkilerin örgütlenmesi gerekiyor. Şimdi alternatif programın çerçevesi ne olabilir?

Öncelikle sermaye hareketlerinin kontrol altına alınması gereklidir. Özellikle bazı iktisat ve maliye politikanın daha bağımsız, daha müdahalesiz uygulanabilmesi bakımından bunu başlangıçta çok istemeseniz de mecbur kalınabilir. Ayrıca Merkez Bankası’nın ekonomik kalkınma hedefinin de olması gerekiyor ve bu erken sanayisizleşme sürecini terse çevrilmesi için kamunun öncülük yapması, dolayısıyla kamu yatırımlarının üretken sektörleri ve enerjiye yoğunlaşmasını sağlamak gerekiyor. KİT sektörünün yeniden oluşturulması özelleştirilmelerden geri dönülmesi gerekiyor. Yüksek teknolojiye geçiş ve eğitim politikalarında makas değişimi sağlanırken, yeni bir emek rejiminin de sağlanması gerekiyor. İyi eğitimli yüksek becerili, örgütlü bir emek sınıfının istihdamdaki payının giderek artırılmasını hedeflememiz gerekiyor. Yolsuzlukla, işsizlikle, servet uçurumuyla kararlı mücadele gerekiyor. Tarımda desteklerin sınırlanması üzerindeki IMF, Dünya Bankası çıpalarının kaldırılması gerekiyor. Tarımsal desteklerin mutlaka tarımsal katma değerinin en az üçte birine eşitlenmesi, yükseltilmesi gerekiyor. Tarımsal gezi üretiminde rol alacak KİT’lerin yeniden kurulması, kooperatiflerin etkin bir biçimde desteklenmesi, gıda egemenliğinin mutlaka hedeflenmesi gerekiyor. Kamu gelir ve gider politikalarıyla ikincil bölüşüm ilişkilerini düzeltici yönde müdahale edilirken, programın finansmanına katkının da hedeflenmesi gerekiyor.

Sosyalist sol bugün birliktelik için müzakereler yapıyor. Bunun seçim öncesinde olduğu kadar özellikle seçim sonrasında da devam etmesi, restorasyon projesine karşı tek gerçek alternatifin sosyalist solun elinde olduğunu gösterebilmek gerekiyor.