Büyüme ve kalkınmaya alternatif olarak insani gelişmeyi ve doğal kaynakların tüketimini frenlemeyi esas alan küçülme, hem hegemonik piyasa ekonomisinden uzak bir yaşamı hem de farklılıkları ve biriciklikleri göz ardı etmeden, müşterekleri ve dayanışmayı çağırıyor

Ekonomik kalkınma yerine insani gelişme

Ali BULUNMAZ

Ekolojik felaketler, insani krizler, ekonomik eşitsizlikler ve koronavirüs salgını filan derken mevcut gidişin gidiş olmadığına dair eleştiriler daha gür bir sesle dillendirilmeye başladı. Sistem tartışmasına girişenler, “yeni bir düzenden” ve “başka bir dünyadan” bahsediyor ancak bunların içini doldurabilenlerin sayısı şimdilik fazla değil.

Sloganlar güzel, peki ya eylem? İşte bu noktada bir tıkanıklık söz konusu; iktisatçılar, çevreciler, aktivistler, sosyal bilimciler ve fikir önderleri arasında, yöntem ve eylem babında belli ayrışmalar var.

Giacomo D’Alisa, Federico Demaria ve Giorgos Kallis’in yayına hazırladığı; “Yeni Bir Çağ İçin Kavram Dağarcığı” alt başlığıyla okurla buluşan Küçülme, bahsi geçen anlaşmazlıkların aşılması için bazı fikirler veriyor hepimize.

‘Daha fazlası değil, daha farklısı’

“Refah”, “esenlik”, “ilerleme” ve “gelişme” diye diye çoğunluk için dünyayı yaşanması zor bir yere dönüştürenlerin ağzından düşmeyen tehlikeli ve kirli bir başka kelime daha var: “Büyüme.” Pek çok sorunun kaynağı olan bu kavram (ve aynı zamanda eylem); gelişme ve zenginliği çağrıştırsa da yoksullaşmayı, eşitsizlikleri, sosyal parçalanmayı ve ekolojik felaketleri beraberinde getiriyor.

Her işin başının ekonomi olduğu günümüzde, egemen iktisadi dil, yeryüzünü ve benliğimizi törpülerken “daha çok tüket”, “yeni yaşam alanları yarat” ve “doğayı ele geçir” gibi buyruklarla dört bir yana yayılıyor.

Küçülme’deki yazılarında, bunun karşısına bazı alternatifler çıkarmayı amaçlayan araştırmacılar, bir “küçülme toplumu”ndan bahsediyor; “sadelik” diyor, asgari müştereklerden söz ediyor, doğal kaynakların daha az tüketimini öneriyor. Başka bir deyişle büyüme mitine sarılmak yerine, küçülme gerçeğini dillendiriyor.

Küçülme kavramının ve eyleminin içinde taşıdığı farklılığı, kitabın editörleri Bengi Akbulut ve Ethemcan Turhan, “daha fazlası değil, daha farklısıyla iyi yaşayabiliriz” sözünü hatırlatarak anlatıyor. Bu da “siyasi, iktisadi ve kültürel dönüşümü” gerekli kılıyor.

Adı geçen dönüşümün özünü ise denge oluşturuyor; esas mesele, André Gorz’un deyişiyle “maddi üretimin büyümemesi, hatta küçülmesi” yani tüketimi engellemek değil, kendimizi tüketimden daha fazla alıkoymak… Gorz, 1980’de şöyle demiş: “Günümüzde artık küçülme ve mevcut yaşam biçiminin tersine çevrilmesi yoluyla refaha erişmeyi savunmak, gerçekçilikten sapma anlamına gelmiyor. Aksine, gerçekçilikten sapmak tam da ekonomik büyümenin hâlâ insan refahını artırabileceğini ve fiziksel olarak da hâlâ mümkün olduğunu hayal etmekten ibarettir.”

Ortaklıklara ve biricikliklere dayanan bir anlatı

Gorz’un temellerini attığı politik ekoloji, şimdilerde enikonu serpildi ve temsilcileri de küçülme kavramını bir hayli derinleştirdi. D’Alisa, Demaria ve Kallis’in hazırladığı çalışma, bu temel üzerinde yükselirken konuyu disiplinlerarası bir yaklaşımla genişletiyor. Mesela işin içine “şenliklilik”, “paylaşım”, “bakım” vb. kavramlar (ve eylemler) giriyor. Bunların bizi götürdüğü yolda ise “daha az”dan öte, “farklı”; daha yavaş, daha âdil ve daha eleştirel olan var. Diğer bir ifadeyle “farklı” olmak, yaşananların farkında olmayı ve öngörüde bulunma yetisini gerektiriyor. Büyümenin, ilerleme anlamına gelmeyeceğini ve beraberinde şimdilerde yaşadığımız (ve sonradan yaşayabileceğimiz) sorunlar getirebileceğini kavramayı da…

Kalkınma yerine “gelişme”nin tercih edilmesinde olduğu gibi küçülme derken belli kavramları dönüştürmeyi de gerektiriyor bu yaklaşım. Örneğin faydacılığı, biyoiktisadı, devleti, harcamayı, itaatsizliği… Böylece büyümenin, sistemle birlikte nasıl bir sorun yumağı hâline geldiğini, küçülmenin ise en başta kişilerin kendilerini sınırlandırmasıyla çözümlere kapı araladığını kavramak kolaylaşıyor.

Küçülmeyi yalnızca iktisada dayandırmamak gerektiğini söyleyen yazarlar; kavramı (ve eylemi) feminizmle, dijital gelişimle, politikayla, pedagoji ve ekolojiyle de ilişkilendiriyor. Böyle baktığımızda kitabın büyük bir bilgi deposu olduğunu; farklı disiplinlerin birbiriyle bağlantı kurduğunu, küçülme kavramına ve eylemine dair bir anlatıya dönüştüğünü görüyoruz. Bu anlatı, ortaklıklardan bahsetmekle kalmıyor, bağımsızlık diyerek büyüme ideolojisini ve piyasanın egemenliğini, dolayısıyla metalaşmayı da eleştiriyor.

‘Yeteri kadarsa çoktur’

Kitapta, ekonomik büyümenin, gelişmekte olan ülkelerin feda edilerek gerçekleştirildiğine yönelik belirlemeler de var. Bununla bağlantılı olarak bireysel mutluluğun, büyümeyle paralel biçimde düşünülüp iktisadileştirildiği de vurgulanıyor. Oysa küçülmede, tüketimin ve konforun paylaşılması, dolayısıyla “mutluluğun” yaygınlaştırılması söz konusu. Samuel Alexander’ın “formal ekonomi” yerine “emek piyasasının genişletilmesi”ni savunması da mutluluğun yaygınlaştırılmasıyla bir arada düşünülebilir pekâlâ.

Mayo Fustel Morell ise konunun dijital tarafını gündeme getiriyor: “Küçülme ve dijital müşterekler hareketinin önemli ortak noktaları vardır. İkisi de anaakım tüketim kültürünü sorgular. Dijital müşterekler, ‘türetici’ (tüketici-üretici) figürünü öne çıkarır: Çevrimiçi topluluğa dâhil olan ve bir yandan değer tüketirken diğer yandan değer üreten birey. Ürünler ve oluşturulan değerler meta değildir ve kamu hizmetleri gibi herkesin erişimine açıktır. Dijital müşterekler, küçülmenin metalaşma karşıtı çağrısını hayata geçirir. Dahası, dijital müştereklerde yaratılan değer, herkesin erişimine evrensel bir şekilde (internet bağlantısı ve ‘görünürlük’ dışında ayrımcılığa yol açacak mekanizmalar kurmadan) açıktır. Son olarak müşterek değerlerin üretilmesi veya yaratılması, ticari kaygılar gütmeden ve gönüllülüğe dayalı bir şekilde gerçekleşir.”

Büyüme ve kalkınmaya alternatif olarak insani gelişmeyi ve doğal kaynakların tüketimini frenlemeyi esas alan küçülme, hem hegemonik piyasa ekonomisinden uzak bir yaşamı hem de farklılıkları ve biriciklikleri göz ardı etmeden, müşterekleri ve dayanışmayı çağırıyor.

“Başka” ya da “farklı” dünyanın inşasına hemen başlamak gerektiğini söyleyen yazarlar, Küçülme’de, Henry David Thoreau’nun alternatif iktisadının özünü oluşturan ve Samuel Alexander’ın kitabının (Çeviren: Işıl Şeremet, Heretik Yayın, 2018) başlığı olan cümleyi çağrıştırıyor bir bakıma: “Yeteri kadarsa çoktur.” Bu, ne fazladır ne de az; bir dengenin ve farklı olanın anlatımıdır. Üzerine düşünmeye ve harekete geçmeye değer.