Tüketici güven endeksi Aralık ayında yüzde 8 düşüşle 2015 Ekim’inden bu yanaki en kötü performansını sergiliyor.

Bilindiği gibi tüketici güven endeksi, ekonomide üreticiden tüketiciye tüm birimlerin ekonomiye olan güvenini, geleceğe ilişkin beklentilerini yansıtıyor. Çıkan bu sonuç ise ekonomide tüketicilerin ve üreticilerin eskiye oranla çok daha az harcama yaptıklarını ortaya koyuyor. Ekonominin özellikle bu dönemi açısından birtakım gerçekleri rakama döken verilerden biri diyebiliriz; lakin neden harcama yapılmıyor sorusu bugün ekonomiden siyasete gelişmelerin nüfusun geneli açısından nasıl bir etki yarattığını gözler önüne seriyor.

Sadece bir yılda 14 bombalı saldırıya tanıklık etti Türkiye. Bir darbe girişimi atlattı, darbe sonrası bitmeyen bir OHAL süreciyle darbe koşullarını aratmayan bir atmosferde yaşıyor. Üst üste bombalı saldırılar ülkeyi mayın tarlasına dönüştürürken, gündelik yaşamı ve sokaklardaki hayatı adeta bıçak gibi kesti. Can güvenliğinin olmadığı, yarının tamamen belirsizleştiği bir ülke olarak aynı zamanda ekonomik bir darboğaza sürüklendik. Yaşamımızdaki tüm yaşamsal etkinlikleri belirler hale getirilen dolar kuru, geçtiğimiz yılın Aralık ayındaki 2,90’lı seviyelerinden 3,50 seviyelere sıçradı. Diğer bir ifadeyle TL neredeyse yüzde 21 değer kaybetti. Milli gelirde büyüme geçtiğimiz yılın aynı döneminde yüzde 5,9 seviyesinden bu yıl hızlı bir inişle yüzde1,8 küçülmeye çakıldı. Sanayi üretiminin en büyük göstergelerinden biri imalat sanayisi, 2015 üçüncü çeyrekte yüzde 4 büyürken, bu yıl yüzde 3,2 küçülme yaşadı. İthalattaki yüzde 30’luk düşüş, ithalat bağımlısı ihracatı da aşağı çekerek yüzde 24’lük bir daralmaya sebep oldu. Malını dolar üzerinden alıp üretimini dolar üzerinden yapan ve bu malları avro üzerinden satan üretici/sanayici kara kara düşünür oldu.

Bu kara günlerden çıkışa dönük ekonomide tek bir adımın atılmaması, ekonomi yönetiminin genel siyasetin de öngördüğü inşaata bel bağlayan bir çözüme başvurması, kuşkusuz derin bir karamsarlığı hakim kılıyor. Özellikle 2002 sonrası genel havaya bakıldığında, bu karamsarlığın bir eğilim şeklinde artarak bugüne geldiği anlaşılıyor.

Örneğin 2002’den 2015 yılsonuna kadar totalde sıfır büyüme yaşanan özel yatırım harcamalarında, son açıklanan 2016 üçüncü çeyrek büyüme verilerine göre yüzde 1’e yakın bir küçülme olduğu ortaya çıkıyor.

Bugüne dek milli gelir büyümesindeki ana motorlardan biri olan tüketim harcamalarının ise son dönem inişe geçtiği açık bir şekilde görülüyor. Enflasyon üzerinde sınırlayıcı etkisi son derece küçük olan bu iniş, ne var ki büyüme üzerinde daha derin bir karamsarlığı beraberinde getiriyor. Ülkede, yeni yıla da bağlı bir şekilde her yıl en yüksek harcama temposunun gözlendiği Aralık ayının bile tüketim harcamaları açısından ne kadar zayıf geçtiğini sokağa çıkarak bile anlamak mümkün.


Ekonominin neyine güvenilsin?
Başından itibaren son derece eşitsiz, adaletsiz ve çarpık bir ekonominin adım adım inşa ediliyor oluşu birçok kesim tarafından dile getirilmişti. Ne var ki bu risklerin en görünür olduğu kalemlerden biri olan cari açık ve dış açık gibi yangınların zamanında altın ihraçlarıyla nasıl söndürüldüğünü hatırlayın. Bu riskler böyle böyle ‘idare ediliyormuş’ görüntüsü altında sürdürüldü. Bugün de cari açık riskinin ekonomideki yavaşlama nedeniyle düşük tempoda ilerliyor oluşu, ekonomi gündemine cari açığı fazla taşımıyor (aylık bazda sermaye çıkışları devam etse de). Fakat ne var ki şimdi tüm gözler ekonominin asıl kalbi olan reel verilerde. İç talepteki daralma, yüksek işsizlik, düşük ücret ve yüksek borç sarmalında vatandaşın ekonomiyi daha ne kadar sırtlayabileceği konusu, ekonominin tüm birimlerinde kaygı yaratıyor. Özellikle dolar kurundaki yükselişe müdahale edebilecek bir iradenin ortada olmayışı bu kaygıyı daha da derinleştiriyor.

Özetle ekonominin genel yapısına baktığımızda, bugün neresinden tutsak elimizde kalabilecek bir yapı karşımıza çıkıyor. Sıradan vatandaşın ne borçlanacak ne de tüketim yapacak gücünün kalmadığı görülüyor. Alacağı varsa bile siyasi ve ekonomik koşullar nedeniyle harcamasını erteliyor, ‘yarın hele bir olsun da’ diyerek önünü görmeye çalışıyor. İşte bu durum, ekonomide adı konulmamış bir krizin varlığının kanıtıdır.