Ekrem İmamoğlu İle Binali Yıldırım’ın karşılaşacağı televizyon tartışması gündeme oturmuş durumda. 17 yıldır yapılmayan tartışmaya derbi, düello deyip heveslenenler de var, seçimin çoktan yapıldığını hatırlatıp bu hevesi sorgulayanlar da… Bana sorarsanız, ortada heveslenecek bir şey olmadığı gibi, İsmail Küçükkaya’nın dediği gibi “demokrasi şöleninden” söz etmek de abartılı… Medya dünyası, show sevenler ya da heyecan arayanlar […]

Ekrem İmamoğlu İle Binali Yıldırım’ın karşılaşacağı televizyon tartışması gündeme oturmuş durumda. 17 yıldır yapılmayan tartışmaya derbi, düello deyip heveslenenler de var, seçimin çoktan yapıldığını hatırlatıp bu hevesi sorgulayanlar da…

Bana sorarsanız, ortada heveslenecek bir şey olmadığı gibi, İsmail Küçükkaya’nın dediği gibi “demokrasi şöleninden” söz etmek de abartılı…

Medya dünyası, show sevenler ya da heyecan arayanlar için boks maçlarına dönüşen bu tartışmaların yeri büyük olabilir; ne kadar kıran kırana geçerse ekran başındakilerin daha heyecanlanacağına da kuşku yok. Ama anlamının ne olacağı soru işareti taşıyor. Hele görünüm ile retorikten, hınzırlık ile hazır cevaplıktan çok etkilenmiyor ve bu tartışmaların siyasete ve demokrasinin niteliğine ne kattığını düşünüyorsanız, heyecanlanmak zor.

23 haziran seçimleri ile İmamoğlu -Yıldırım tartışmasına gelince, bunun düşündürücü yanları daha da fazla.

Her şeyden önce, seçimin yenilenmesi kararının hukuksuzluğu ortada ve İmamoğlu’nun  konuşmalarında “bir dakika…” diyerek bunu hatırlattığını da biliyoruz. Buna dayalı olarak  da “seçilmiş başkan” sıfatını kullanmakta ki, yerden göğe haklı… Ancak, hem bu sıfata sahip çıkıp hem de ortada normal koşullarda yapılan bir seçim varmış gibi televizyon tartışmasına heveslenmesini anlamak kolay  olmuyor.

Bu nedenle, “tartışma yapılacaksa 31 mart seçimlerinden önce yapılmalıydı” demesi daha ilkeli ve tutarlı olurdu diye düşünüyorum.

İmamoğlu ve ekibi ise farklı noktadalar. İmamoğlu’nun muhalefet kanadında umudu yükseltmesini ve alternatif olma başarısını büyük ölçüde kucaklayıcı, uzlaşmacı, barışık yanlarına bağladıkları bilinirken, canlılığı ve söylemleriyle bu tartışmada daha şanslı olduğunu düşündükleri de anlaşılıyor. Bu durumda ilkelerin rafa kalktığını anlıyoruz.

Neler sorulacağı, neler konuşulacağı bilinmiyor ama “tarafsız moderatörden”, esas olarak, İstanbul’un sorunları ve adayların önerilerinin konuşulması yönünde bir eğilim bekleniyor.

Ortada olağan bir yerel bir seçim olsa, doğrusu bu olabilirdi… Ancak karşımızda, bir yandan yerel seçimi Türkiye seçimine döndüren gerçekler var, öte yandan 23 haziran seçimlerinin hukuki, siyasal, ahlaki garabeti…  Bir yanda  İstanbul Büyükşehir belediyesinde ucundan da olsa oraya çıkan hukuksuzluklar ve vurgunlar söz konusu, öte yandan Büyükşehir Belediyesi çalışanlarının alışılmadık gösterisi!…

Kısacası tartışmanın esası hangi seçim, neyin seçimi, neden seçim sorularına bağlanmakta ama bunların konuşulması beklenmiyor.

Kuşkusuz bu netameli konuların CHP ve İmamoğlu için çelişkili yanları da var. Çünkü, onlar, başta YSK kararı olmak üzere Erdoğan ve AKP politikalarına karşı reddiyeci, ayrıştırıcı bir tutum almanın, ya da yolsuzlukları üstelemenin  kendileri için bazı sakıncaları olduğunu düşünmekteyken, olağandışı hallere, hukuk dışı kararlara karşı etkili bir duruş sergileyememelerinin politikasızlığa mahkum olmak gibi olumsuz sonuçları da söz konusu.

Bu paradoks, İstanbul ve İmamoğlu örneğinde bir ölçüde aşılmış görünse de, hala geçerli.  İmamoğlu bir yandan seçimlerin gayri meşruluğunu vurgularken, öte yandan uzlaşmacı, kucaklayıcı kimliğinin bir uzantısı olarak ekran yarışmasına katılmakta.

İmamoğlu uzlaşmacı olmaya çalışır ve bu tartışmaya katılarak İstanbul’u konuşmakla yetinirken, iktidarın sürekli empoze ettiği “olağandışılığın olağanlaştırılması”  halini de kabullenmiş olmakta. Aslında bu tutum, umut ve alternatif olmaya da ters!…

Çünkü, 31 mart seçimlerinde verilmiş ve 23 haziran seçiminde de değişmeyecek oylar dışında kalan ve kararsız oldukları düşünülen oyları asıl etkileyecek nokta temelde bu haksızlık…

Öte yandan, muhalefet kanadında yükselen umutta İmamoğlu’nun kimliği ve duruşundan önce, bu ülkede iktidarın ve ülkenin gidişatı karşısında yükselen kaygı ve korkuların payı büyük.

Bunlar dikkate alınınca da, umut vermek adına, nerelere vurgu yapmak gerektiği açıklık kazanmakta.