Bir katile ekranlar açıldı. Hem de yargı kararıyla, kendi itiraflarıyla tescillenmiş bir katile. Siyasi iktidarın ekran yasakları ona işlemedi nedense! Yedi genci öldüren katile söz hakkı veren de onu yayımlayan da katliama ortak olmuştur. Katillerle aynı safta yer almıştır.

Ekranlar muhalife yasak katile serbest

FARUK BİLDİRİCİ*

Huysuz Virjin’e ekranlar yasaktı ama “Cübbeli” adıyla anılan ve din üzerinden servet yapmış, Körfez Depremi sonrasında “Mevlam zina yuvalarını vurdu” diyecek kadar gözlerini nefret bürümüş bir zat-ı muhtereme serbest.

Ekranlarda kimler yok ki? Her akşam kanal kanal gezen araştırmacılar, ağzını açtığı anda iktidara övgüler düzeceği ezberlenmiş akademisyenler, Cumhurbaşkanı’nı kendisinden daha fazla savunan gazeteciler, Covid-19 anlatacağına şarkı söyleyen ya da kavga çıkaran doktorlar, eşcinselliğin pandemiye neden olduğunu söyleyen ilahiyatçılar, her konuda konuşabilen muhterem uzmanlar…

Oysa öbür yanda da ilan edilmemiş yasaklılar var, onlar haber kanallarının ekranlarında asla görünemiyorlar, cevap hakkı diye arasalar bile bağlanamıyorlar. Ekranlar, muhaliflere, farklı düşünenlere, HDP temsilcilerine ve iktidarın hoşlanmadıklarına kapalı.

Şimdi bir katile de ekranlar açıldı. Hem de yargı kararıyla, kendi itiraflarıyla tescillenmiş bir katile. 1978’de Türkiye İşçi Partili (TİP) yedi genci katledenlerden Haluk Kırcı, Haber Global’da iki saati aşkın süreyle ekranda kaldı. Siyasi iktidarın ekran yasakları ona işlemedi nedense! Belki o da iktidarın makbul kişilerindendir, bilemiyoruz.

Bir haber kanalı 40 yıl önceki cinayetlerin faili olan birini neden ekrana çıkarır? Daha önceki konuklarına baktım, Jülide Ateş, “40 soru” programına daha önce Ekrem İmamoğlu, Bülent Arınç, Meral Akşener, Çağla Şikel, Gülben Ergen, Mustafa Sandal gibi isimleri konuk almış. Tümü de aktüel gündemin parçası olan isimler.

Haluk Kırcı’nın ise o konuklar gibi kamuoyunda tanınan, görüşleri merak edilen bir isim olduğu söylenemez. Yeni bir olay ya da tartışma nedeniyle gündeme gelmiş bir isim de değil. Haluk Kırcı’nın programa konuk alınmasının iki nedeni olabilir; birileri ya da televizyon kanalının sahibi Azeri işinsanı Elnur Abdullayev rica etmiş olabilir ya da Jülide Ateş’in habercilik damarları kabarmış, cinayetlerin karanlık noktalarını aydınlatmayı amaçlamıştır.
Nitekim Jülide Ateş, programa başlarken “Türkiye’nin yakın geçmişinde aydınlatılmasını istediğimiz karanlık noktalar var. Onları bu programda aydınlatabilirseniz ne mutlu bize” derken, böyle bir aydınlatma amacı varmış gibi bir izlenim uyandırıyordu.

NE KADAR DA SEVECEN BİR ÇOCUKMUŞ

Ancak daha sorulara başlamadan bu amaçtan uzaklaştı, Haluk Kırcı’yı Bahçelievler Katliamı faillerinden biri olarak sunmak yerine “80 öncesi sağ ve sol çatışmanın göbeğindeki isim” olarak sundu. Sanırsınız karşısında eski bir siyasetçi, bilge bir kişi vardı da onun yaşamının “enteresan” noktalarını izleyiciye aktarmaya çalışacaktı.

Nitekim ilk soru Erzurum’daki çocukluk yıllarıydı; sonra “Sizi 15 yaşında siyasete sokan neydi” ile devam etti. Haluk Kırcı da ne kadar sevecen bir çocuk olduğunu, Tommiks-Teksas okumayı çok sevdiğini, konservatuvarda tiyatro okumak istediğini anlattı. Abdullah Çatlı’nın “büyük mücadelesi”nden söz etti.
Elbette ki “Bahçelievler Katliamı’nı neden gerçekleştirdiniz? Neye inandırılmıştınız?”, Kırcı’nın beklediği bir soruydu:

“Katliam denilip geçiliyor. Başka hiçbir şey olmamış gibi bu insanlara yedirilmeye çalışıyor. Varsa yoksa Bahçelievler Katliamı. Bahçelievler Katliam değildir. İntikam almak için gittik. Bunları biz de yaptık solcular da yaptı.”

Gençlerden birini telle, sonra da havluyla boğmuş, diğer altı gence mermi yağdırarak öldürmüş bir kişi, işlediği vahşi cinayete haklılık kazandırmaya, o günün koşulları içinde meşru bir eylemde bulunduğuna inandırmaya çalışıyor ama sunucu Jülide Ateş soğukkanlılığını koruyordu. İtiraz etmek, hiçbir koşulun böyle bir cinayete gerekçe olamayacağını dile getirmek yerine sadece “Pişman mısınız?” diye sormakla yetindi.

VİCDANI BİLE SIZLAMIYORMUŞ

Heyhat, Haluk Kırcı “pişman” bile değildi; hatta “iç dünyasında bunun sıkıntısını da yaşamıyordu.” Gayet rahat bir şekilde işlediği cinayeti savunmayı sürdürdü:

“Hayatta keşke diye bir şey yok. Hayat devam ediyor. Bir gaziye Kurtuluş Savaşı’nda Yunan askerini niye öldürdün denebilir mi? O bir savaştı, bugün algoritmasıyla o çağa bakamazsınız.”

Jülide Ateş, bu karşılaştırmaya da ses çıkarmadı. Sol-sağ kavgası diye sunulanın aslında yükselen sol dalganın engellenmesi için kontrgerillanın/derin devletin devreye girmesinden başka bir şey olmadığını, askeri darbeye zemin hazırlandığını, hele de cinayetlerin Kurtuluş Savaşı’yla kıyaslanamayacağını söylemedi. Kim tarafından işlenmiş olursa olsun bütün cinayetlerin yanlış olduğunu, lanetlenmesi gerektiğini dile getiremedi. Haluk Kırcı da programın bu gidişişatından öyle mutlu oldu ki, daha rahat ifade etti kendisini:

“Ben katil değilim. Ben kendimi hiçbir zaman katil hissetmedim. Kimse kusura bakmasın. Ülkemin komünist işgali tehlikesi altında olduğuna inanmıştım. Ben kendimi cephedeki bir insan gibi hissediyordum. Ben vahşi bir insan değilim. Yufka yürekli bir insanım. “

Haluk Kırcı, adına ne derseniz deyin o derin güçlerin kontrolü altında olmasa, yedi genci öldürdükten sonra yıllarca kaçabilir miydi? Cezaevinden iki kez “yanlışlıkla” tahliye edilebilir, bir kez de elini kolunu sallayarak “firar” edebilir miydi? Firardayken Erzurum Valisi Mehmet Ağar, nikâh şahitliğini yapar mıydı?

MADEM KATİLİ YAYINA ALDIN

Bunları hatırlatmak yerine yedi gencin katiline, ne kadar “yufka yürekli” olduğunu anlatma imkânı vermek habercilik olamaz. Vicdanının sızlamadığını, iç dünyasında bunun sıkıntısını yaşamadığını söyleyen bir katile kendisini aklama, cinayetlerine haklılık kazandırma zemini sağlamanın haklı bir gerekçesinden de söz edilemez.

Asla bir katil, televizyon yayınına çıkarılmaz demiyorum. Aklamak, ona ve cinayetlerine meşruiyet kazandırmak için değil, onu izleyenlerin karşısında mahkûm etmek, ilişkilerini ortaya çıkarmak, karanlık noktaları açığa çıkarmak için yayına çıkarılabilir, konuşulabilir. Türkiye gazetecilik geçmişinde örnekleri de var bunun, Uğur Mumcu’nun gazeteci Abdi İpekçi’yi öldüren M. Ali Ağca ile görüşmesi bunlardan biridir. Papa-Mafya-Ağca kitabı bu görüşmenin ürünüdür.

Jülide Ateş ise sorgulayan, didikleyen, itiraz eden bir performans sergileyemedi; Haluk Kırcı’nın cinayetlerini haklı gösterme çabasına zemin sağladı. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ndeki “Gazeteci; şiddeti haklı gösterici, özendirici ve savaşı kışkırtıcı yayın yapamaz” ilkesine aykırı bir yayın yaptı.

Böyle olunca da yedi genci öldüren katile söz hakkı veren de onu yayımlayan da katliama ortak olmuştur. Katillerle aynı safta yer almıştır.

*Medya Ombudsmanı