Efendim, son günlerde eksen eksen diye dillerden düşmeyen şey, hattı zatında bildiğimiz dingildir... İnanmayan sözlüğe baksın. Yani

Efendim, son günlerde eksen eksen diye dillerden düşmeyen şey, hattı zatında bildiğimiz dingildir... İnanmayan sözlüğe baksın. Yani uzun süredir dingillik yapıldığı aşikâr bir vakıadır. Sorularımız da haliyle bu dingillik tartışması hakkındadır.
Malum Türkiye BM Güvenlik Konseyi oylamasında “hayır” oyu kullandı. Herkes iki ihtimalden ve bunların varyasyonlarından söz etti: Bir: Erdoğan ABD’ye rağmen “hayır” dedi... İki: Erdoğan aslında el altından ABD’nin rızasını alarak “hayır” dedi ya da “hayır” dediğinde onu azıcık kızdıracağını, çok fazla kızdırmayacağını bilmekteydi.
ABD az mı kızdı, çok mu kızdı? Kızmış gibi yapması, ama kızmadım yahu demesi işine mi geliyor? Amerikalılar AKP’li Zapsu’nun bir vakitler “Tayyip Erdoğan’ı deliğe süpürmeyin, onu kullanın” diye yalvardığını herhalde unutmamıştır. Şimdi de canı istediğinde AKP’yi “deliğe süpürmek” için kendince meşru bir bahanesi olacak... Ya da bu ihtimali öne çıkartıp AKP’ye bugüne dek yaptırdıklarından daha fazlasını yaptırabilecek.
Fethullah Gülen’in son çıkışı da bir nevi “aman deliğe süpürmeyin” anlamına geliyor olabilir. Derdinin İsrail’e göz kırpmak değil, ABD’nin öfkesini yatıştırmak, ortalığı yumuşatmak olduğu da söylenebilir. (Ya da kim bilir, AKP hükümeti hakikaten batan gemiyse, bu batan gemiyi ilk terk edecek olanların cemaatçiler oluvereceğini ilan etmiştir.)
Aynı cenahtan Ahmet Altan da paniği önlemeye çalışıyor ve şöyle diyordu: “Ben, Amerika’nın ‘görünür’ muhalefetine rağmen Türkiye’nin Obama’nın ‘gizli’ desteğine sahip olabileceğini düşünüyorum. Erdoğan da sık sık, ‘biz onlara daha önceden söyledik’ diye mırıldanarak, bütün hamlelerin Obama’yla konuşularak yapıldığını ima ediyor.”
Bence de muhtemelen öyledir. Çünkü bu konuda en palavra tespit herhalde “AKP, kullandığı hayır oyuyla Türkiye’nin ABD’den bağımsızlığını ilan etmiştir!” demektir. Zaten hal böyleyse, Erdoğan da “ulusalcı” olmuştur! Lakin bu da Erdoğan’ın tabiatına aykırıdır. Çünkü bunların ABD bağımlılığı, ayıptır söylemesi uyuşturucu bağımlılığı gibidir, kestim deyince sorun bitmez ki... Kesince derhal “Kriz” başlar, yoksunluk sendromu bu krize düşenleri çıldırtır...  Kaldı ki, durum çok açıktır: Uluslararası kapitalizmin çömeziysen, ister doğuya git, ister kuzeye, ister güneye, Batı’nın (emperyalizmin) çizdiği hattasındır. Yalan mı?
Bilemiyorum, belki de “insani” bir faktör, psiko-politik boyut devreye girdi. Erdoğan kendisine biçilen neo-Osmanlıcılık rolünü o kadar ciddiye aldı ki hakikaten Osmanlı gibi rol kesmeye başladı. Bu da yetmedi kendisine küresel oyuncu rolü biçti...
Oysa BM Güvenlik Konseyi’nde hasbelkader Brezilya ile birlikte “geçici üye” statüsünü kazanmış olmaktan dolayı İran konusunda görev üstlenmişti; böyle tesadüfî bir statüsü olmasaydı, Yalova kaymakamıydı. Ama şunu da kabul etmek lazım ki bölgesel aktör olma rolü konjonktüre de cuk oturdu... Muhtemelen seçim kaybedecek ama bölge çapında seçim yapılsa halife dahi seçilebilecek... Yani “Recep Bey” lafına itiraz eden Abdül Tayyip efendinin, Araplara düzdüğü ilkel ve onları üstün ırk sayan methiyeler boşuna değil...
“Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün Orta Doğu Birliğini kuracak” açıklaması da yapıldı ya ve hepimizi paranoyak ettiler ya, valla saçma görünse de aklıma gelen bir soru var: Böyle bir gelişme, Kuzey Irak-Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile entegrasyon için de bir ilk adım olabilir mi? Hani önce Lübnan ve Ürdün ve Suriye ile başlanır, sonra Kürdistan ile daha sıkı fıkı ilişki derken, Kürt sorununun “çözümünde” de Bağdat Paktı, CENTO tarzı filan –mı acaba? Çünkü geçmişte bütün bunlar oldu. Yani bu da BOP’un yeni bir versiyonu... “Türkiye Araplara dönüyor” diye hayıflananlar, Bağdat Paktı’nı, CENTO’yu ABD’nin kurdurduğunu hele bir hatırlasınlar.
Bu arada İran sorununu bir yana koyarsak, gözden kaçan çok önemli bir husus daha var: Hâlihazırda seçim anketlerinde İsrail hükümetinin, Filistin’de Hamas’ın ve Türkiye’de AKP’nin gidici olduğu görülüyor. Amerikan politikasında gidici yönetimlere “lame-duck” yani “topal ördek” denildiği de biliniyor. Bu olup bitenler belki de “topal ördeklerin” kavgasıdır, bağırış çağırış belki de bu yüzdendir ve ABD bu yüzden “sakin”dir...
Nihayet, AKP hükümetinin kendi ülkesindeki sorunlarını çözmeden bölge sorunlarına soyunması, “halına bakmadan hasan dağına oduna çıkmak” anlamına gelmiyor mu? Devletin tüm kurumları birbiriyle kavgalı haldeyken, ekonominin berbat durumu ve dış güçlere muhtaç hali ortadayken, bu efelenmeler niyedir ki? Ve illa ki hükümetin Filistinliler konusundan her söz edişinde, haklı olarak, “Ya Kürtler?” sorusu soruluyorken...
Bakın işte Öcalan ve KCK “demokratik özerkliği pratikleştireceğiz” diyorlar. Öcalan devam ediyor: “Bunun bir adım ötesi İran'ı da Suriye'yi de başka güçleri de arkalarına alan yarı-bağımsız Kürdistan ilanına kadar giden bir kanlı sürece yol açılabilir, çok kan dökülür, çok insan ölür.”
Peki bu gidişata halkımız ne diyordur ki? Halk dediğimiz topluluk da elbette kutsal bir merci değildir, halkımızın içinde de her halttan adam vardır... Geçen hafta Selçuk Candansayar’la beraberdik. Ben yazı yazamamıştım, ona ne yazdığını sordum. Yazdığının mealini şöyle aktarmıştı: “Hani, kahvede okey oynayanlar bir yandan televizyona bakarlar ve içlerinden birisi ‘Ulan ben bir başbakan olsam gör bak neler yaparım’ der ya, işte o adamlardan biri başbakan oldu!”