Yeni Türkiye eksen mi değiştiriyor? Bu soruyu eski diplomat, şimdi akademisyen dostum Hua’ya sordum. Benim katılmadığım bazı noktalar da içeren aşağıdaki değerlendirme tamamıyla ona ait. Ben sadece yazdığı cevabı kısaltarak Türkçeye çevirdim:

“Sanırım anlatılmak istenen şu: ‘ABD’nin hegemonya kaybı giderek büyüyor, tek kutuplu emperyalist blok dağılıyor, farklı bloklar oluşuyor ve dünya artık çok kutuplu olmaya doğru gidiyor. Son zamanlarda, Türkiye, halen bir parçası olduğu kutuptan yolunu ayırıyor mu?’. Bir arayışın olduğunu kabul etsek bile, bu ‘eksen değişikliği’ anlamına gelmez. Dış politikada uluslararası işbirliği tercihlerini değiştirmek bir ülkenin eksenini değiştirmez. Dışişlerinde görev yaptığım yıllarda, Türkiye’nin ekseni hakkında edindiğim izlenim şuydu: Türkiye, Batı demokrasisini ve kurumlarını benimsemiş, modernleşmesini tamamlamaya çalışan, sanayileşmesini ve kalkınmasını olabildiğince kendi kaynaklarıyla yapmaya çabalayan, emperyalist dünyanın istekleri-planlarıyla arasına sınır koymaya özen gösteren, kamuculuğu önemseyen, tam bağımsızlıkçı çizgiye çok yakın bir yerde duran bir ülkeydi. Ülkenizin yakın tarihi bu akılcı, gerçekçi ve bağımsızlıkçı eksenin ağır zarar gördüğü bir dönem oldu. Şimdiki eksenin neye benzediğini anlatabilmek için çok uzun yazmam gerekiyor. Kısaca, savrulma diye özetleyebilirim ve gerçekçi, akılcı olmadığını söyleyebilirim. Ölü tarihten beslenen fantastik hayaller ve abartılı büyüklük kuruntuları aklın ve gerçekliğin yerini almış gibi görünüyor. Bu eksen değişikliğinin dış ilişkilerde, uluslararası işbirliği tercihlerinde bir yönelim değişikliğine yol açması da olasıdır.

Bunun kendi alanımdaki (dış politika) yansımalarından söz etmek benim için daha kolay. Türkiye, dâhil olduğu uluslararası kurumlar/kuruluşlarda işbirliği ilkeleri çerçevesinde davranma sorumluluğunu uzun zamandır umursamıyor. Kendi lehine bazı ayrıcalıklar elde etmek için sürekli yeni koşullar öne sürüyor, pazarlık konuları getiriyor, blöf ve hatta örtük tehdit-şantaj yapıyor. Yani işbirliği kurallarını ihlal eden bir oyunbozan (aslında mızıkçı diyor) gibi davranıyor. Sonunda, ‘kazandığını bile pazarlık yaparak kabul bir ülke’ algısı oluştu. Sanırım ülkenin hakkının yendiği ve daha fazlasını hak ettiğine dair bir inançla hareket ediliyor. Fakat bu inancın anti-emperyalist politikadan değil yukarıda bahsettiğim ‘abartılı büyüklük algısı’ndan kaynaklandığını düşünüyorum. Çincede ‘Yutamayacağın (büyük) lokmayı ısırmak’ diye bir söz vardır. Türkiye bunu yakın dönemde çokça yaptı. Israrla yutamayacağı lokmanın yutabileceği bir şey olduğuna inanmayı tercih etti.”

Türkiye sanayisi ve Çin
Memlekette kriz ağırlaştıkça ve sanayinin de nefesi daralmaya başlayınca, Çin firmalarıyla ortaklık ve satın almalar gibi bazı rivayetler yayılmaya başladı. Çin, Türkiye sanayisinin ürettiği her şeyi daha ucuza ve tamamıyla kendi teknolojisiyle üretiyor. Yani Türkiye’deki sanayi kuruluşlarına (ve Endüstri 2.0 düzeyinde bir sanayiye) ilgi göstermesi için bir neden yok. Daha önce de yazdığım gibi, yurtdışında sadece ileri teknoloji üreten kuruluşlar, marka değeri yüksek ürünler üreten işletmeler, bankalar gibi stratejik kuruluşları satın alırlar veya ortaklık kurarlar. Ayrıca, Çin sanayisi artık hızla makas değiştiriyor: Çok üretmek ve her şeyi üretmekten kaliteli ürün imalatıma geçiyor.

Avrasyacılık ne demek?
Kısaca, Rusya-Çin kıskacı demek. Sanırım 20 yıl kadar önce, Avrasyacılık aşkına ilk tutulanlar “Sorunlarımızı (güdük) demokrasiyle ve (yarım yamalak) insan hakları ile çözemiyoruz. Batı bizi bu kavramlar üzerinden sıkıştırıyor. Oysa bizim koşullarımız da sorunlarımız da bize özgü. Vazgeçelim batıdan, çevirelim rotamızı Avrasya’ya. Orada demokrasi ve insan hakları gibi bir ‘baş ağrısı’ yok. Sorunlarımızı çözmek için istediğimiz kadar zorbalaşabiliriz. Kimse bize ‘Ne yapıyorsunuz’ demez” diye düşünen bürokrasideki zorba ruhlular (en başta bazı askerler) ve solcu maskesi takan “nasyonal sosyalist” hempalarıydı. Oysa sorun, demokrasi ve insan haklarının olması değil bunların yarım yamalak ve görünüşte var olmasıydı. Bu zevat eminim şimdi çok mutludurlar. Çünkü artık diledikleri gibi ve istedikleri kadar zorbalaşmalarının önünde bir engel kalmadı. Yok Avrasya birliğine katılalım, yok şu birliğe yok bu birliğe girelim deyip duran bu parya ruhluların aklına nedense bir türlü “dünyanın yeniden paylaşım kavgasından uzak durmak” ve “gerçek demokrasiyle taçlandırılmış tam bağımsızlık” diye bir şey gelmiyor. Orta Asya cumhuriyetlerinin sefil haline bir baksalar, “Avrasyacılığın” Rusya için bir nevi parya ve Çin için pazar olmaktan başka bir şey olmadığını görürler.