Her kış bu günah çıkarma seanslarının ardından, havalar ısınınca, evsiz insan yine torbasını sırtlayıp, çullarına sarılacak; kartonlarını serecek bir kaldırım arayacak. Bir sonraki kış birkaç insan daha sokakta donuncaya kadar.

Evsiz insan sahipsizliğin ve sosyal devletsizliğin vurduğu kaldırıma yan gelip uzanacak. Sokakları evi sanarak, küçümseyen bakışlardan kaçırdığı gözleri, horlayan sözlere tıkanmış kulakları ve sahipsizliğe sığınmış kalbi sadece kendisiyle konuşacak. O uykusuz gecelerinde Tanrı’ya lanet okurken, tanrılar yüz binlerce ibadet evinde “iyilik ” konuşacak ama, evsizin gözlerindeki sahipsizliği görmeyecek!

Kartonları döşek, gazeteleri yorgan, sokakları evi sanmış insanlar, hayat heybelerini, kalbe akan gözyaşlarıyla dolduracak. Sahipsizliğin ciğer yakan ateşiyle cehennemlerini bu yeryüzünde kaldırımlarda ve kuytularda yaşayacaklar. İsa gibi çarmıhta, nesimi gibi derisi yüzülmüş ateşte pişecek.

Bin yılın acısıyla, öyle bakacaklar hayata. Umut için, sahiplenmek için.

Tanrı’nın ve devletin adaletsizliğini lanetleyen isyanı duyulmayacak. Anlaşılmaz sözleri, hissedilmez acısı, parçalanmış ciğeri, gecelere saçılmış yalnızlığı, sadece kendisiyle ve sokak köpekleriyle paylaştığı sırlarını ve sıcaklığını kimse fark edemeyecek.

Hayatlarının ortakları var; Karlar, yağmurlar, rüzgârlar, sahipsiz köpekler, sarhoş fahişeler,
Evsizler…

Gündelik hayatın en sıkıntılı çilelerini taşırlar heybelerinde. İnsanlığın ve sahipsizliğin trajedisine aynadır.
Sokakları, parkları, kuytu köşeleri, yıkıntı harabeleri ve kaldırımları yaz kış; soğuk sıcak; yağmurlu fırtınalı; gece gündüz demeden hayatın en zorlu yaşam mücadelesine tutunurlar.

Çatısızlar, evsizler, sahipsizler ve savunmasızlar. Yaşam alanlarında horlama, aşağılanma, dışlanma, şiddet, taciz ve tecavüz ile yüz yüze yaşıyorlar.

Kimi üşüyerek, kimi hastalanarak, kimi donarak, kimi açlıktan, kimi de şiddetin mağduru olarak ölüyor.
Evsizler, sahipsizler…

Yazık ki, ne insanlar, ne toplum ne devlet onları sahiplenmiyor. Giyimleri perişan diye horlanırlar, kafeteryalar ve restaurantlar kabullenmez. Bankamatik kabinleri, otogar bankları, istasyon peronları, hatta cami avluları bile kalmalarına izin vermez.

Evsizler, sahipsizler…

Umutsuzluğun ve çaresizliğin içinde geçen uykusuz gecelerin kabuslarına, soğuğun tüm acımasızlığı ve zalimliği eşlik ederken, insan sıcaklığından mahrum kalmış, sahipsizlerin vücud ısısı düşerek donma nedeniyle ölüm haberi ekranlara düşer.

Hiç üstümüze alınmadan geçiştirdiğimiz haberler kategorisine atarız.

Devletin evsizlere yönelik düzenliliği ve sürekliliği olan hizmeti yok. Oysa sosyal devlet ilkesi gereği, sokakta yaşayan tüm evsiz ve sahipsizlere düzenli psikolojik, sosyal, hukuksal, ekonomik destek ve hizmet verecek merkezler ve barınma evleri kurmalıdır.

Evsizler ve sahipsizler bu ülkenin vatandaşlarıdır. Ama ne yerel yönetimler ve merkezi yönetimler evsiz insanları vatandaş bile görmemiş ve görmezden gelmeye devam etmektedir.

Ön yargılarımız evsizleri korkutan ve bizi onlardan, onları bizden uzaklaştırıyor. Tüm bu yaşananlardan, devlet, toplum ve birey olarak hepimiz sorumluyuz.

Görüyoruz, duyuyoruz, susuyoruz. Yani hepimiz sorumluyuz.

Sokakta yaşamaya mahkûm edilen insanları mağdur etmeye devam ediyoruz. Onlar biz fark etmeden tek tek ölüyorlar. Her birinin anlatılmamış, dinlenmemiş ayrı ayrı hikayeleri birlikte mezarlara gömülüyor.

Aslında çözüm var.

Sadaka değil, sosyal devlet olunmalı. Sosyal devletin de sosyal politikalar çerçevesinde yaşam ve barınma hakkı savunulmalı ve sağlanmalı. Tüm evsiz vatandaşlarımıza yönelik, insan onuru ve hakları kapsamında evsizler için danışma, barınma, psiko sosyal merkezlerini ulusal ve yerel ölçekte oluşturulmalıdır.