“Tek yıldız kalmayacak gecede, gece kalmayacak, ben ölürken dayanılmaz evren de tüm varlığıyla ölecek benimle, sileceğim piramitleri, madalyaları, kıtaları ve yüzleri, sileceğim geçmişin birikimini, toz edeceğim tarihi, tozu toz, son günbatımını seyrediyorum şimdi, son kuşu dinliyorum…”

Jorge Luis Borges

1994 Şubat’ında 32 yaşında aramızdan ayrılmış Amerikalı komedyen Bill Hicks, “İnsanlık ayakkabıları olan bir virüstür” der, Corona illetinin Avrupa’yı esir aldığı günlerde unutmayalım sözlerini. Corona günlerinde futbolsuz kalsak da gelin çok eskilere uzanalım, o güzel oyunun karın tokluğuna oynandığı siyah beyaz zamanların, yine bir mart ayında aramızdan ayrılmış kahramanını yâd edelim, anlatalım hazin hikâyesini...

1800’li senelerin sonlarına doğru, Uruguay’ın başkenti Montevideo’da dünyaya gelmiş. Çocukluk yılları günümüzde 35 bin nüfusa sahip, Yi nehrinin kıyısına kurulmuş Durazno’da geçmiş. Meraklıymış topa hemen her çocuk gibi, lakabı ‘El Indio’ (Kızılderili). İnsanların hayatlarını tarım ve hayvancılıkla kazandığı zamanlarda tarlalarda top peşinde koşarmış. Formasını giydiği ilk takım 1910’da, mahalli liglerde mücadele eden Colon, sonrasında 1911’de Libertad takımına, bir sene sonra da şehrin en bilinen takımı, kuruluşu Mayıs 1899’a uzanan Nacional’a geçiş yapmış. İlk maçına 12 Mart 1911’de, Dublin Club’a karşı çıkarken defansın sağında görev yapıyormuş. “Günümüzde oynuyor olsa, 5 numaralı formasıyla o mevkinin değişilmezi olurdu” diyor futbolcu için Xosé Enriquez, Nacional takımını anlattığı kitabında. Ve ekliyor: “Genç yaşına rağmen soğukkanlı, deneyimli futbolcuydu, güçlü fiziğe, müthiş hava hâkimiyetine sahipti.” Diğer bir yazar Luis Scapinachis, “Kalenin önünde, anekdotlar ve spor öyküleri” adını verdiği kitabında şöyle anlatıyor futbolcuyu: “Müthiş bir savunmacıydı, mücadeleden yılmayan, azimli, aynı zamanda teknik becerisi yüksek, topu iyi kullanabilen takım oyuncusu.”

İlk zamanlarında savunmanın sağında görev yaparken, ilerleyen yillarda orta sahaya geçmiş, takımın kaptanlığına kadar yükselmiş. 1911-18 arasında beyazlı takımla 200’ün üzerinde maçta sahaya çıkarken 19 kupa kazanmış. Onun zamanında 4 lig şampiyonluğu kazanan Nacional, tarihinin en parlak dönemini yaşamış. Kariyerinin en güzel günlerinde adına yazılan tezahüratlar yankılanırmış tribünlerde, hep sevilmiş, hep alkışlanmış. Ünü zamanla ülke çapında yayılmış, yıldızı her geçen gün biraz daha parlıyormuş. Kısa süre sonra Uruguay Milli Takımına seçilmiş. 1916’da düzenlenen ilk ‘Copa America’ turnuvasında kupayı kazanan Uruguay’ın en iyi futbolcusu olarak gösterilmiş. O yıllarda, Uruguay’da doğan erkek bebeklerin yarısından fazlasına onun isminin verildiğini anlatır Oğuz Alp Tan, ‘Bavulumda Efsaneler’de, futbolcuyu anlattığı yazısında...

•••

Ama futbol bu, hayat gibi, çıkarken inmek de var kaderde. 1918’de Alfredo Zibechi adında genç yetenek kapıvermiş formasını. 30 Ekim 1895 doğumlu Zibechi, onun kariyerinin inişe geçtiği zamanlarda, gençliğinin getirdiği avantajları kullanıyor, bir zamanlar onun sergiledigi hünerleri, üstelik onun kadar maharetle sergiliyormuş yeşil sahalarda. 40’lı yaşlara merdiven dayamaya başladığı zamanlarda, performansı hayli düşüp ünü kaybolurken taraftarların da tepkisini çekmeye başlamış. Maçlarda top ne zaman ayağına gelse ıslıklar yükselirmiş tribünlerde. Yaşı kemale ermiş futbolcular için söylenenlerden ilk nasibini alanlardan: “Artık bırakma zamanı geldi, en güzel günleri geride kaldı, onu kaplumbağlar bile geçer.”

Günümüz tabiriyle bu itibarsızlaştırma döneminin sonunda, yöneticiler onu takımdan kesip, yol vermişler. Dışlanmayı, hor görülmeyi ve belki en acısı alkışların günün birinde bitmiş olmasını kabullenememiş kızılderili. Bir zamanlar kendisini alkışlayan tribünlerin ıslıkları ağır gelmiş, alkole vurmuş, teselliyi içki şişelerinde arar olmuş. Ve takvim yaprakları 4 Mart 1918’ü gösterirken kendi elleriyle son vermiş, parlak başlayan ama acı sonlanan hikâyesine. Gece yarısını az geçe, kulüpte kimselerin kalmadığı ıssız zamanlarda, takımının sahasında, santra çizgisinde tek kurşunluk silahını doğrultmuş kalbine. Kimseler duymamış silah sesini. Cansız bedenini, ertesi sabah gün ışırken Central Park Stadyumunun görevlisi bulmuş. Bir zamanlar ülkenin taptığı büyük futbolcunun bir elinde silahı, diğer elinde ise kulüpte o dönem görev yapan Dr. Jose Maria Delgado’ya yazdığı kanlı bir mektup varmış:

“Bu veda sizin için ne kadar zor olduysa, benim için de o kadar zor oldu. Ailem, sevgilim, her şeyim Nacional bundan sonra sizlere emanet.”

İntihar haberini alan taraftarlar kulübe akın ederken, binlerce Nacional taraftarının sırtladığı tabutu gözyaşları içinde Bolivar Tile mezarlığında, kendisinden 13 sene önce çiçek hastalığı nedeniyle vefat eden, kulübün iki efsanesi Bolivar ve Carlos Cespedes kardeşlerin yanı başına defnedilmiş.

Takımına ölesiye sevdalı Abdon Porte’nin ismi, günümüzde Nacional’in 27 bin kapasiteli Gran Parque Central Stadının kale arkası tribününe verilmiştir...

***

Yakında yaz gelecek, bir transfer sezonunda daha dudak uçuklatan sözleşmelere imza atacak futbolcular, o güzel oyunun dibine kadar paraya bulandığı bir transfer sezonu daha geçecek ömürden... Okurken o uçuk transfer haberlerini, o güzel oyunun karın tokluğuna oynandığı zamanlarda takıma giremediği için kendi elleriyle hayatına son veren Abdon Porte’yi hatırlayın. Bir selam yollayın ruhuna...