Bir adım, bir omuz verme, bir başı göğse yaslaması meselesi Arkadaş. Şiirleri zaman zaman gizli zaman zaman son derece açık ricalarla dolu… Hatta sessiz bazen… Saçları taralı… Bir balkonda… Ankara’da… Söylediği gibi işte: Öfkeyle çoğalan bir teklik… Ölümsüz mü bilmem ama sınırsız.

Elbette ‘Sevdadır’

Onur Akyıl

Arkadaş yetmiş yılı geride bıraktı; dünyanın ve inceliğin militanları, insanlığın militanları; rastlaşmaların, kavuşmaların, bekleyişlerin yoldaşları ise Arkadaş’sız kırk beş yılı. Artık kimse ‘Zaman ne çabuk geçiyor’ dememeli, başka şeyler var çünkü zamanı bir köşeye bırakıp, soyutlayıp kendinden geçip giden başka şeyler. Çirkin, kaba, gürültülü günlerin; insanda neredeyse hiç umut bırakmayan beton yığınlarının, giderek kısır hesaplaşmalara dönen şiirlerin; korkunun ve çaresizliğin yerini alan resmi ya da gayrı resmi ‘şans’ oyunlarının arasında, burnunu bir parça ‘dışarı’ çıkaranlar, ‘hatırlamayı’ daha doğrusu ‘unutmamayı’ yalnız bir amaç olarak hayata işleyenler, elbette kendilerine yıllar önce yönelen çağrının peşindeler hâlâ: Zeki Müren’i seviniz. Bu bir ‘Arkadaş’ ricası…

Kırk dört yıl geçmiş
İki bin on sekiz; ‘Sevdadır’ yedinci baskıyı yaptı. ‘Şiirler’ adıyla yapılan ilk basımın üzerinden de kırk dört yıl geçmiş. Arkadaş’ın şiirlerini bir kitap olarak ilk hangi arkadaş okudu? Bana kalırsa asıl soru bu; yorulmayan, gittikçe dinçleşen bir soru. Her şeyden çok, bir heyecanla yüzleşme, barındırıyor içinde. Elbette şairler haberdardı şiirlerden ama ya şair olmayanlar; edebiyat hakkında atıp tutmayanlar, kısacası Arkadaş’ı kıymetli bir anı olmaktan öte duyanlar, duyumsayanlar? Onlar ne demişlerdi bu şiirler için, ne konuşmuşlardı okul kantinlerinde, kendi aralarında. Şairlerin başka bir şair hakkında olumlu ya da olumsuz söylediklerini, yazdıklarını boş verin; şairler en çok şiirden anlamazlar. Anlasalardı ‘ticaret’ olmazdı, yetmişlerin şiir üretkenliği bugüne vardığında… Bunun farkında olan, bu bilinçle çalışan ve gerçekten -en azından bir okur olarak- Arkadaş adına çok şey borçlu olduğumuz Suat Çelebi, işte tam da bu yüzden Arkadaş’ın en samimi arkadaşı; ortada, apaçık bu. Kimse ağzını yüzünü eğip bükmesin; bizim arkadaşlarımızın yaşları, işleri, geçmişleri her ne olursa olsun güzellemelere ihtiyacı yoktur; çünkü hepsi ateşi üfler, körüğü iyi kullanır; anlayan anlar, anlamayan da zaten helvayla şarap içmesin.

Arkadaş’ın zarifliği
Gelelim Sevdadır’n yedinci baskı içeriğine… Elbette şu bizim kendi dışında geçen zaman ilerledikçe yeni yazılar, bilgiler, belgeler, fotoğraflar çıkıyor ortaya Arkadaş’la ilgili. Dolayısıyla Sevdadır ‘genişliyor’ her yeni baskıda. Fakat kendi adıma söylemeliyim ki genişleyen her yeni ‘Sevdadır’ baskısı merak gidermek yerine daha çok merak uyandırıyor Arkadaş Zekai Özger’le ilgili… Nedeni basit; Arkadaş’In şiiri dikkatli incelendiğinde görülecektir ki Arkadaş’ın zarifliği yalnız fotoğraflarda kalan bir şey değil, şiirlerine sızmış, onları, şiirlerin her dizesini ayrıntılarla örmüş bir şey. Anladığınızı söylemeyen şairlerden çünkü Arkadaş; yani gerçek şairlerden… Onu ve arkadaşlarını gittikçe derinleştiren, incelten, incelettikçe güçlü kılan ayrıntı bu… Biliyorsunuz, yaşıyorsunuz tonlarca şiir yazılıyor; her birinin seveni, kendine göre okuru var; derdim bu değil ama eğer şu tarih yazma meselesini, Kurtuluş Parkı’nda bir öğle arası alınmış soluklara sığdıracaksak, inanın bu başka bir şey, bambaşka bir şey. Kolay olmayan… İnternete düşmeyecek kadar temiz… Siz, siz bazılarınız ne Arkadaş’ı okuyun, ne de bir yerde bahsedin ondan. Hazinemizi, kırılmış, kırılabilen ama asla budanamayan dallarımızı sizinle paylaşmak hoşumuza gitmiyor.

Konu savruluyor, savrulsun, savrulmayan incelik mi olur? Bu bir kitap tanıtımı / ‘Çıktı’ haberi değil zaten; bu bir ‘Merhaba Canım.’

Kusura bakmayın, okuyun
Hal böyle olunca elbette söylenecek şey çok; Türkiye şiirinden zerrece haberi olmayan insan bile ‘Sevdadır’ı bilir, okumuştur, duymuştur, hiç olmadı biri bahsetmiştir… Ama işte şu sığınmacılıktan bir an evvel kurtulmak lazım; Arkadaş öyle bir iki şiirle hatıra gelmekten fazlasını hak ediyor. Bir defa kim ne derse desin, içerik ve dil ilişkisi Arkadaş şiirinde yapısal anlamda tartışılmayacak bir sağlamlığa sahip. Kitap boyunca yer alan yazılarda sık sık değiniliyor bu duruma; her zamanki gibi hangi yazıda, nerede, kim değinmiş belirtmeyeceğim; kusura bakmayın ama okuyuverin bir zahmet.

Çıplak insan
Kitapta yer alan şiirlere gelince; elbette sıkı okurun bildiği şiirler, fakat bu bir daha okunmayacakları anlamına gelmiyor. Üstelik şiir değişen toplumsal koşullar kaşsısında aşınmayan bir şey; güçlü yazılmışsa yalnızca bir aktarım ya da sağaltım aracı değil; güçlü yazılmışsa tarihte kendi için bir oyuk açıp, o oyukta sürekli filizlenmeyi başaran bir şey. Şu şiirde süreklilik meselesinin özü de aslında burası; gerçek şair hiçbir zaman anlık söylemez, anlık yazmaz, anlık düşünmez. Binlerce yılın, insanın, çıplak insanın bütünlüğüyle sözcüklerine yön verir. Çıplak insan enteresan bir başlıktır bu yüzden; yalnızca inmeye ya da yalnızca ona çıkmaya çalıştığınızda kaybolan, eriyen, hiçle var arasında belirsizleşen ama aynı zamanda da katılaşan bir nesne, hatta madde olarak düşünmek gerekir çıplak insanı. İnançlarını yıkmanın, inançlarını yüceltmenin, inançlarını aşağılamanın, kendini kendi karşısına alıp, hiç olmamış, tanımsız bir başka zirve, doruk yaratmanın zaten ele avuca sığacak bir yanı olamaz; onu anlamaya çalışırken buradan yürünemez. Bu yüzden çoğu zaman sıkı şiir dağınıktır; yine benim açımdan Arkadaş Zekai Özger şiirine değen bir şey bu durum. Dolayısıyla hep yeniden okunabilen şiirler yazar Arkadaş Zekai Özger; sağlam bir yapıda dağınık, uçuşan kesinlikler vardır. Buna da basit ama etkili tanımıyla ‘lezzet’ denir işte; zaten aradığımız da nedir ki başka?

...ama sınırsız
Sonuç olarak söylenecek şey belli; bir adım, bir omuz verme, bir başı göğse yaslaması meselesi Arkadaş. Şiirleri zaman zaman gizli zaman zaman son derece açık ricalarla dolu… Hatta sessiz bazen… Saçları taralı… Bir balkonda…

Ankara’da… Söylediği gibi işte: Öfkeyle çoğalan bir teklik…

Ölümsüz mü bilmem ama sınırsız.