“Unutmayın” diyor yaşlı adam yüzündeki yarayı göstererek. “Bundan 30 yıl önce bu ülkede yabancıları sevmezlerdi. Sokaklarda korkarak yürürdük. Onlar sadece beyaz renkte olanları severlerdi.”
 
Otobüs durağının önünde ileri geri yürüyerek kendi kendine söylenen o adam, yüzündeki yarayı göstererek “bir akşam elimde içki ile yürüdüğüm için beni öldürürsüye dövdüler. Polis çağıramazdık çünkü polis bizi tutuklardı. Biz derimizin siyah olmasından dolayı aşağılanırdık. Yüzümdeki bu yara o günlerden kalma bir hatıra.”
 
Susuyor ve geçmişten bir sahneyi gözlerine yükleyerek dalıyor…
 
Bineceği otobüse doğru hareket ederken dönüp  “ama siz sakın unutmayın o günleri” diyor.
 
İnsanlığın hafızasında en çok çekilen acılar yer alır. “unutmayın” diyen adamın seslenişi bu hafızadan kişisel bir parçadır sadece.
 
Doğum günü pastasıyla açlık grevinin 3. Ayını kutlayan Salih Memecan’ın karikatürü bu hikâyede beyazlardan yanadır.
 
Beyazların ellerinin kirini sildikleri bir elbezi olma hali budur maalesef.
 
Eğer bir kere kendinizi elbezi haline getirirseniz, herkes sizi kirini, tozunu almak için kullanmaya başlar. Daha da ötesi o tarihin içinde unutulmaması gereken bir kötü örnek olarak bir on yıl sonra “unutmayın” diyen birileri çıkar ve bu durumu hatırlatır.
 
Behzat Ç’nin yazarı Emrah Serbest’in “Tıpkı on yıl önce Ahmet Kaya hakkında “Vay Şerefsiz” manşeti atan Ertuğrul Özkök gibi sende on yıl sonra utanacaksın Salih Memecan…“ diyerek dip not düşmesi gibi.
 
Toplumsal hafıza işte böyledir.
 
Ahmet Kaya’nın başına gelenler ve dönemin milli camiasının elbirliği ile işledikleri bu cinayetin asla unutulmayışı ve kendisini gönüllü kullanıma açanların hala süklüm püklüm olması gibi.
 
Onuncu yıl Marşı eşliğinde eşek kadar adamların hazır ola geçip tezgâhın aktörleri olarak yer alması gibi. Aynı adamlar yıllar sonra “ Kürt açılımını destekliyorum” diyerek pozlar verdiler, Kürtçe şarkılar söyleyip, yıllardır bunun özlemini çekiyordum tarzında bir İŞ kotarmaya giriştiler.
 
Ama olmuyor işte… Dönüp, dolaşıp o günler hafızalardan çıkıp karşılarına geçiyor ve birer elbezi olduklarını hatırlatıyor.
 
Cezaevindeki gazetecileri terör örgütü üyesi olduklarını, darbeci olduklarını “önemli kaynaklardan duyumlar aldım” diyerek,  istihbarat kaynaklı haberleri gerçekmiş gibi sunanların iktidarın kirini, pisliğini, tozunu almaları gibi…
 
Yazıyı, karikatürü iktidarın taşeronu haline getirenlerin bu işlerin böyle yürüdüğüne dair genel kabulleri, geçmişten günümüze taşınan kirli medya mirasından başka bir şey değil…
 
“Allah yürü kulum dedi” sözünden kendisine meşruluk yaratan bu ruh hali artık her yerde. Bir salgın hastalık gibi yayılıyor. “Kırk bin kere maşallah tü tüüü” sıvazlamasıyla, muhaliflerin “kem gözünden” korunmak için cezaevlerine doldurulmasından şenler.
 
12 Eylül cuntacılarının hastane yatağında çay, kahve höpürterek sorulara cevap vermesine “yargılama” diyenlerin parmakladığı bir demokrasinin ürünü onlar.
 
Elbezleri , “ çok önemli”, “bu iktidar yaptı”, “darbeciler yargılanıyor daha ne olsun” tarzı çığırtkanları ile kapı kapı dolaşıyorlar.
 
“Artık kimse darbeye teşebbüs edemeyecek.”Miş-mış…
 
Vicdanları hileli birer esnaf kantarı haline gelmiş olanların ortaklığında cilalanıyor iktidar. Sadece kendilerine benzeyenleri, kendilerinden yana olanları seviyorlar. Kendilerini izliyor, dinliyor ve ağırlıyorlar.
 
Sözler, cümleler, kelimeler tek bir tornadan çıkmışçasına dilleniyor.
 
İktidarın kendi sınırlarına konuşlandırdığı “entelektüel Patrioteer” çizerler, Bilge-Sam amcalar her türlü muhalif tehlikeye amade hizmet yasasından faydalanıyorlar.
 
Aradan yıllar geçecek, kuşaktan kuşağa “unutmayın” sözü aktarılacak. Gittiğiniz her yerde bugün yaptıklarınız karşınıza çıkacak.
 
Her doğum günü pastası, her açlık grevi Memecan’ın karikatürünü hatırlatacak. Asla unutulmayacak…
 
Çünkü unutmamak hayatın ödeşmesidir; Eden Bulur…