Türkiye’nin yüzü dışa dönük, bir arada yaşam kültürünün egemen olduğu, kadınların ekonomik ve toplumsal yaşamda seslerinin daha fazla duyulduğu tüm batı ve güney kıyı kentlerinde Cumhur İttifakı seçimleri kaybetti. Buralar başta İstanbul olmak üzere aynı zamanda krizin etkilerinin daha şiddetle hissedildiği yöreler. Diğer bir ifadeyle “tanzim satışların” boy gösterdiği yerlerde yenilgi geldi. Sosyal yardımların damgasını […]

Elde var umut ve hüzün

Türkiye’nin yüzü dışa dönük, bir arada yaşam kültürünün egemen olduğu, kadınların ekonomik ve toplumsal yaşamda seslerinin daha fazla duyulduğu tüm batı ve güney kıyı kentlerinde Cumhur İttifakı seçimleri kaybetti.

Buralar başta İstanbul olmak üzere aynı zamanda krizin etkilerinin daha şiddetle hissedildiği yöreler. Diğer bir ifadeyle “tanzim satışların” boy gösterdiği yerlerde yenilgi geldi. Sosyal yardımların damgasını vurduğu, yaşamın göreceli durgun seyrettiği “muhafazakar çekirdekte” mevziler korundu.

Evet dün akşam belki tam bir ohh! Çekemedik. Yurttaşlarımızın muhatap olduğumuz nefret diline, her akşam her kanaldan işittiğimiz hakaretlere karşı daha net bir cevabını göremedik. Ancak 31 Mart umutlarımızın tazelendiği, direnme azmimizin bilendiği, geleceğe yönelik beklentilerimizin güçlendiği bir dönüm noktası oldu aynı zamanda. Kendi sözleriyle “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybetti” aslında.

Fiili Direniş Koalisyonu

Evet İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Mersin, İzmit ekonominin kalbinin attığı bütün iller artık (bir tek Bursa’da AKP hegemonyası sallandı ama yıkılmadı!) CHP’li belediyelerce yönetilecek. İşin doğrusu başarıda sadece Millet İttifakı bileşenlerinin değil, oyunu bilinçlice kullanan HDP’li seçmenin de payı büyük. Aslında fiili bir koalisyon daha 24 Haziran seçimlerinde kurulmuş, şehirli-seküler yurttaşların bir bölümü taktik oylarla HDP’nin barajı geçmesine katkıda bulunmuştu. HDP’liler de 31 Mart’ta bu jeste aynı incelikle tepki verdi…

31 Mart seçim sürecinde AKP-MHP koalisyonu sözcülerinin saldırgan, şiddet ve tehdit kokan, karşılarındaki herkesi ama herkesi “teröre yataklık etme, dış güçlerin maşası olma, ülkenin bekasını tehlikeye atma” gibi mesnetsiz iddialarla karalayan söylemi toplumun geri kalanını birleştirdi, bütünleştirdi, ortak bir ruh haliyle sandık başına gitmesini sağladı. Ülkenin geleceği de bu birlikteliğin bozulmamasına, ekonomik krizin daha da şiddetle kendini hissettireceği önümüzdeki günlerde dayanışma bağlarının sürmesine bağlı…

Ekonomiye IMF Kayyumu

Türkiye ekonomisi önümüzdeki aylarda, hatta belki yıllarda ekonomik krizi daha da derinden tecrübe edecek. 8 Nisan’da açıklanacağı söylenen “yapısal reform” paketiyle sade yurttaşın yaşamı daha da olumsuz etkilenecek. Çünkü bu hamleyle uluslararası sermaye çevrelerine “bizi terk etmeyin !” mesajı verilmeye çalışılacak. Kıdem tazminatlarına, reel ücretlere, işsizlik sigortası fonundaki emekçe kaynaklarına göz diken; “mali disiplin, bağımsız merkez bankası, piyasa ekonomisine bağlılık” gibi söylemlerle bezeli bir “IMF’siz IMF” programı ilan edilecek. Bu “kemer sıkma” önlemleri işsizlik ve hayat pahalılığından beli bükülen yoksulları daha da fazla vuracak.

Gelgelelim “swap dayağından” sonra finans kapital Türkiye’ye yatırıma ikna edilemeyecek. Ekonominin başına “IMF kayyumu” atanmadan tekrar bir fon akımı sağlanamayacak. Günü kurtarma hamleleriyle ekonomi yönetimi debelenip duracak.

Geçen hafta 2018 yılı 4. Çeyrek dış borç rakamı 445 milyar dolar olarak açıklandı. Bu 2018 1. Çeyreğe göre 22 milyar dolar azalmaya işaret eden bir rakam. Fena mı dış borçlarımız azalıyor diyebilirsiniz. Ancak bu “borç azaltma” (deleveraging) süreci Türkiye gibi tasarruf açığı bulunan bir ülkede ekonominin içe doğru büzüşmesi, kredi kaynaklarının kuruması demek. Bu eğilimin 2019’da şiddetlenerek sürmesi, üretim-yatırım-istihdamın daha da olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz görünüyor.

İşte bu süreçte CHP’li belediyeler “dayanışma ekonomisi” programlarına yönelirse, sade yurttaşın derdini kendi derdi kabul ettiğini kanıtlarsa, hem krizin sosyal yaralarına pansuman olur, hem de taban desteğini güçlendirir.

Beyoğlu’nda Gururlu Bir Hüzün

Beyoğlu’nda Alper Taş “burun farkıyla kazanacak” diyorduk. “Yürek farkıyla, gayret farkıyla, emek farkıyla” AKP adayına tur bindirdik. Ne var ki, “cep farkına”, yalan ve karalama bombardımanına gücümüz yetmedi. Başta sevgili Alper tüm arkadaşlarımız büyük bir özveriyle, enerjiyle, dinamizmle son ana kadar ter akıtmaya devam etti. Beyoğlu’nun tüm sokaklarına girildi, her evin kapısı çalındı, tek tek bütün yurttaşlara dokunuldu.

Yerini 1 Nisan’da “gururlu bir hüzne” bıraksa da, 31 Mart’a kadar Beyoğlu’na neşe geri geldi, umut ve coşku sokaklarda kol gezdi. Sosyalist kimliğiyle öne çıkan “halktan” bir aday CHP’nin oylarını artırdı, yurttaşların sol bir programa “teveccüh” gösterebileceklerini kanıtladı. Elde edilen paha biçilmez deneyimlerle, yakalanan dostça, yoldaşça ilişkilerle “yola devam” demekten başka çaremiz yok.

Çünkü tüm dünyada sosyalizm fikrinin daha fazla rağbette olduğu, kapitalizme karşı öfkenin ve tepkinin yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Gün sosyalizm tahayyülünü , sosyal ekonomi programını, kamucu bir anlayışı ekolojist bir perspektifle ete kemiğe büründürme zamanıdır. Aynen Beyoğlu seçim çalışmasında olduğu gibi, bir yandan fikirlerimizi ve kimliğimizi açıkça ifade etmekten çekinmeden, öte yandan geniş kitlelerden kopmadan, “güler yüzlü” bir tarzı terk etmeden.

Bize bu engin deneyimi kazandırdıkları için Teşekkürler Beyoğlu! Teşekkürler Alper Taş! Teşekkürler tüm arkadaşlarımız ve yoldaşlarımız!