Zaman zaman kültür sanat alanında yeteri kadar mesafe kat edememiş olmaktan dolayı hayıflanışına, iç geçirişine şahit olmuştuk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın. Yıl: 2018. Yer: Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülleri töreninin gerçekleştirildiği Cumhurbaşkanlığı Külliyesi. O gün yaptığı konuşmada ülkenin kültürünü, sanatını, mimarisini, şehirciliğini hak ettiği seviyeye getirme sözü vermişti; çünkü yine kendi sözleriyle, “İnsanların manevi doyumunu ihmal etmiş, sadece maddi varlıklarına hüküm süren toplumların tarihte kalıcı izler bırakamayacağını açık ve net görüyoruz.” Yani, kültür ve sanat bir ülke için itibar meselesi. Yıl 2020. Cumhurbaşkanı Erdoğan İbn Haldun Üniversitesi Külliyesi Açılış Töreni’nde şikâyetini yineliyor. “Eğitim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum. Fikri iktidarımızı hala tesis edemedik, kendimi bu konuda mahsun hissediyorum.”

***

Erdoğan benzer şikâyetlerinde, kültür ve sanat alanında varlık gösterememiş, fikri alanda dünyaya sesini duyuramamış olmaktan duyduğu üzüntüyü tekrarlasa da, bazı sorular var ki sürekli açıkta kalıyor. Peki, ne var o seste? Hangi sözü, hangi mesajı taşıyor içinde? Ne diyor, ne katıyor dünyaya? Tarihe bırakılmak istenen o iz, düşülmek istenen o not; nasıl bir fikri yeniliğe, zenginliğe sahip? Mevcudun ardından gitmek olarak tarif ettiği taklitçilikten uzak kalınması gerektiğini söyleyen Erdoğan’ın “bizim derdimiz, arayışımız başka” dediği o ‘başka’ ne? Dünyaya hâkim fikri anlayışın ardından gitmenin doğru olmadığını düşünüyor da, karşısına çıkardığı, yeni bir medeniyet inşa edecek kadar kendine güvenen o ‘milli’ fikri anlayış nelerden besleniyor? İddia ettiği gibi “sanat teorilerinin çöküğü” bir çağda Erdoğan ve iktidarı, fikrini en iyi anlatacak sözü, estetiği neden bulamıyor?

***

Denebilir ki, konuyu aslında hiç anlamadılar. Kültürel ve sanatsal üretimin aykırı, yapı bozan, değişim ve dönüşüm gücü barındıran etkisini kavrayamadılar. Ya da, daha kötüsü, anladılar ama bunu bir amaç için kontrol edilebilir, hapsedilebilir sandılar. Oysa iktidarın himayesinde üretilen sanatın aslında propagandadan öteye gitmediğini görebilmek için tarihteki örneklerine göz atmak yeterli. Kısaca fikri iktidarı, bize ait olmayan sapkın ideolojilerle dolu batı medeniyetine kaptırılmış ve geri alınması gereken bir mücadele alanı olarak gören Erdoğan için, hüzünlü olan şey, kültür ve sanat alanına katkı koyamamak değil, var olanı yıkıp, yerine yenisini inşa edememiş olmak. Sorun, ‘başka’ denen o arayışın, eski, çok eski bir zamana ait olmasında. Sorun, duyuramadıkları için hayıflandıkları o seste duyulacak ilgi çekici bir şey olmamasında.

***

Dolayısıyla Erdoğan’ın sitem ve şikâyetlerinin kültür alanındaki eksiklikten ziyade, sanatı bir propaganda aracı olarak bile kullanamamaktan kaynaklı olduğunu düşünmekte bir sakınca yok. Çünkü estetik ve şehirciliğin öneminden bahsederken, bunun ne kadar ‘hakiki’ bir kaygı olduğunu TOKİ mimarisinden görebiliyoruz. Ya da benzer şekilde Bizans sarayına plastik pencere takılmasından, Rumeli Hisarı’nda sahneye mescit kondurulmasından… Heykellerde çıplaklığı görüp içine tükürmelerden, ucube yakıştırmalarından… Resim sergilerinin basılmasından, fotoğrafların kaldırtılmasından… Talana, haksızlığa karşı çıkan sanatçıların hedef gösterilmesinden… Salgın sebebiyle perde kapatan tiyatroların ölüme terk edilmesinden… İntihar eden onlarca müzisyene duyarsız kalınmasından… Anlıyoruz ki, sorun hep bizzat sanat zaten. Bu durumda biat kültürünün renksiz, sıradan, sıkıcı ifadesi bir gün bir çizgi filmde, diğer gün bir dizide, ya da bir robot heykelinde karşımıza çıkıp bizi ekşi ekşi güldürmeye devam edecek. Üstelik de milyonlarca paramız harcanarak…