Türkiye, her şeyi bırakıp, bir CHP’linin Saray’a gidip gitmediğini, gidene Erdoğan’ın Genel Başkanlık için destek vaat edip etmediğini tartıştı, tartışıyor.

Konunun kamuoyuna yansıması gazeteciliğin dahliyle oldu ve hem gazeteciliği hem de siyaseti ilgilendiren boyutu var.

Gazeteciliği ilgilendirdiği noktada; özelde iki isim, R. Turan ve T. Atilla, genelde de gazeteci-kaynak ilişkisi gibi bir mesleki konu var.

Siyaseti ilgilendiren boyutu; bir komplo ve CHP’nin bunu savuştur(a)ma(ma) biçimi.

Bu aşamada, komplo büyük ölçüde netleşti ve artık aktörlerinin kimliği tartışılıyor.

Kılıçdaroğlu, konuya dahil olduğu ilk anda, Saray’ın CHP’yi karıştırmak için devletin önemli kurumlarını devreye soktuğunu, buna şaşırmadığını falan söylerken, “Hiçbir gerçek CHP’linin bunu yapmış olabileceğine inanmıyorum” gibi bir cümle de kurmuş olsa, iş bu noktalara gelmezdi.

Komployu kim yaptı, Saray mı işin içinde, CHP Genel Merkezi mi tartışmasını meraklıları yapadursun…

Mesleki deneyimi 35 yıla dayanmış bir gazeteci olarak, konuyu duyduğum ilk anda, hem de önemli CHP’lilerden, tepkim; “Bu, akıl süzgecimin ilk daha aşamasına takılacak, yazıp konuşmaya değmez, siyasi magazin sınırlarında bir komplodur!” olmuştu.

Hayatta da gazetecilikte de en hakiki mürşit; “eleştirel akıl”dır. Gazetecinin de siyasetçinin de kılavuzu “eleştirel akıl” olmalıdır.

Gazetecilik açısından bakıldığında, neredeyse yarım asır gazetecilik yapmış birinin, bunu yazması, hem de aslında bir başka gazeteci olan kaynağını “Saray’a yakın biri” diye takdim ederek, en masum ifadeyle eleştirel akıldan hiç nasip almamak olarak tanımlanabilir.

Kaynağı önce “Saray’a yakın” diye tanımlamak, sonra “gazeteci kaynağını açıklamaz” gibi bir ilkeye yaslanmak, konuyu kulağına fısıldayan gazeteciye “Sen niye yazmıyorsun?” dememek, kulağına fısıldanan ve kolaylıkla ulaşılabilen isme (İnce) arayıp da ulaşamadığını ileri sürmek… Bütün bunlar, gram eleştirel akla sahipse, mesleğe iki gün öne başlamış bir toy muhabirin bile yapmayacağı şeyler.

Konu kulağına fısıldanan başka gazeteciler de var. Uğur Dündar, misal. Onun eleştirel aklı, hem kendisini hem de ülkeyi, komplo ürünü bir yalan haberin kirinden koruyabilmiş.

Konuyu yazan ve yazmayan iki gazetecinin tavrı tam bir meslek dersi niteliğinde. Yazmayan; “Belgesi olmayan bir haberi yapmak gazetecilik olmaz. Kaynak ne kadar doğru olursa olsun, yanıltabilir. O haberin yaratacağı yankı şudur; CHP dizayn mı ediliyor? Ben 50 yıllık bir gazeteci olarak bu haberin tuzak sayılabilecek bir haber olacağını hissettim ve değerlendirmedim.”, diyor.

Olağanüstü tedbirlerle, bir araçla girilip farklı plakalı başka bir araçla çıkılan Saray’da, iki kişinin gizli konuşmasını kim dinlemiş de “tırnak içinde” aktarabiliyor?

Eleştirel aklı çalıştıran birinin soracağı öyle çok soru var ki!

Gazeteci-kaynak ilişkisinde asıl olan şeffaflıktır. Bir gazeteci kaynağını gizleyecekse, bu gizlilikten doğan haberin önemli bir kamu yararı sağlaması gerekir.

Bu somut olay özelinde, kulaktan kulağa oynar gibi, yazacak kişiye gelene kadar kaynak üstüne kaynak koymanın ve bunları gizli tutmanın anlamı nasıl olur da sorgulanmaz?

Eleştirel aklının süzgeci en geniş olan bir gazetecinin bile yayınlamayacağı bir “haber”, haber olduysa, bunda eleştirel akıl yokluğundan öte bir neden aramak gerekir.

İşin CHP tarafında olan da bu; krizi eleştirel akıl ışığında yönetememek… Değilse, ötesi!

Güvenirliği yerlerde sürünen mesleğimizde, bu şerden çıkacak tek hayır; “eleştirel aklınsüzgecinden geçmeyen hiçbir olayın üzerine atlamayalım” sonucunu çıkarabilmek olur!

cukurda-defineci-avi-540867-1.