Google Play Store
App Store

Enzo Traverso, Modern Barbarlığın Eleştirisi’nde Marksistlerin, antisemitizm ve soykırım konularına bakışına yoğunlaşırken klasikleşmiş hatta klişeleşmiş tarih okumaları ve tarihyazımından farklı bir yola girmeyi deniyor.

Eleştirel bellek ile hakikatin gücü

Ali BULUNMAZ  

Tarih okumaları ve tarihyazımı konularına kafa yorarken paradigmaları bazen yıkan bazen paranteze alan bir isim Enzo Traverso. İşin içine isyanı, melankoliyi, devrimi ve en önemlisi hatırlamayı koyarken “hatırlamak kurtarmak demektir; geçmişi kurtarmak ise şimdiyi değiştirmek anlamına gelir” demesi boşuna değil.

Geçmişin ve zamanımızın tarihyazımı tartışmalarını göz önünde bulundurup öznelerin ve aktörlerin olan bitendeki sorumluluğunu ideolojilere yıktığı bir tarih okumasını reddediyor Traverso. Dahası, belleğin hatıraları kutsama eğiliminin doğurduğu tehlikeye dikkat çekiyor. Dolayısıyla belleğin, hakikati ortaya koyma yetisinden ve bu doğrultudaki tarihyazımından yana zar atıyor.

Hakikate ve belleğe verdiği önem, Traverso’nun faşizm, antisemitizm ve tarihin kullanımına dair kaleme aldığı metinlerin toplamı olan Modern Barbarlığın Eleştirisi’nde bir kez daha karşımıza çıkıyor. Yazar, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin yarattığı şiddet dalgasının ve yaptığı soykırımların, ilerleme fikri ve eylemini sekteye uğratma, aklın ilerlemeyi bir tahakküm ve terör aracına dönüştürme sürecini ortaya koyuyor incelemesinde.

BİR SOYKIRIMIN ANISINI CANLI TUTMAK

Traverso, Modern Barbarlığın Eleştirisi’nde Marksistlerin, antisemitizm ve soykırım konularına bakışına yoğunlaşırken klasikleşmiş ve hatta klişeleşmiş tarih okumaları ve tarihyazımından farklı bir yola girmeyi deniyor. Bu yolda Marksizmi bir teorinin ötesinde gerilimlerle, çelişkilerle ve tartışmalarla biçimlenen “çoğul bir eleştirel düşünce akımı” olarak niteliyor. Dolayısıyla Nazi şiddeti ve soykırım ile Marksizmin yüzleşmesi üzerine kalem oynatırken hem hesaplaşmaları hem de entelektüel çölleşmeyi gündeme getiriyor. Başka bir deyişle yakın geçmişin tarih okumalarına ve tarihyazımına ilişkin eleştirel bir yaklaşımla karşımıza çıkıyor.

Traverso, kapitalizmin özü olan hesapçı rasyonelliğin ya da “araçsal aklın”, duruma uygun bir tarihyazımı istediğini, sağ ve solda buna yönelik hamleleri desteklediğini hatırlatırken Avrupa merkezli şiddetin, zamanın ruhuna göre çekip çevrildiği notunu düşüyor. Diğer bir ifadeyle kapitalist sistemin planlamacılığı ayrımcılık, şiddet ve soykırım söz konusu olduğunda da işliyor. Yazar, tam bu noktada olup bitene Marksistlerin nasıl baktığını incelerken “sosyalistler kapitalist ilerlemenin mirasçısı ve devamı olarak sosyalizmi sorgulaması gerektiğini” söylüyor. Auschwitz’i “bir paradigma olarak benimsemeyi” öneren Traverso, önemli bir uyarıda bulunuyor: “Auschwitz, Marx’ı eleştirel bir şekilde yeniden okumamızı ve onun kurucu çalışmasının doğurduğu farklı teorik gelenekler arasında niteliksel bir ayrım yapmamızı gerektiriyor. Aynı zamanda şunu da söylemek gerekir ki Marksizm, modern barbarlık Auschwitz’i anlamaktan aciz kalırsa kendisini yenilemesi de mümkün olmayacaktır. Sartre’ın ünlü formülünü kullanırsak şu andan itibaren, sadece Marx’ı değil Auschwitz’i de çağımızın aşılmaz ufku olarak görmeyi öğrenmemiz gerekecek.”

YENİ BİR TARİH OKUMASI VE TARİHYAZIMI

Nazilerin elinden çıkma ayrımcılığa, şiddete ve soykırıma bir noktaya kadar ses yükseltip daha sonra Traverso’nun ifadesiyle “yetersiz” kalanlar, “nihai çözüm” gelip kapıya dayandığında yüzünü başka meselelere çeviriyor. Oysa üç imha biçiminin (toplama kampları, soykırım ve atom bombası) ortaya çıktığı İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte yeni bir tarih okuması ve tarihyazımının zorunlu hâle geldiğini belirtiyor yazar. Bu okumanın ve yazımın ise barbarlığa nasıl eşik atlatıldığını göstereceğini anımsatıyor. Bir şey daha var: “Bir soykırımın anısını canlı tutmanın en iyi yolu başka soykırımların varlığını inkâr etmemek ya da onun etrafında bir dinî kült yaratmamak, herhangi bir karşılaştırmayı tehlikeli bir saygısızlık girişimi olarak değerlendirip görmezden gelmemektir.”

Traverso, soykırımın dipnotlara indirgenmesine ve bu eylemden etkilenenlerin “niteliksiz kurbanlar” olarak kategorileştirilmesine şüpheyle yaklaşırken eleştirel bellekten bahsediyor: Soykırım endüstrisine de “özel kurban” yaklaşımına da kuşkuyla bakmayı gerektiriyor söz konusu eleştirel tutum. Öte yandan, milliyetçi söylemleri reddedip tarihi (ya da hakikatleri) perdelemeyi ve devlet putperestliğini bir kenara bırakmayı zorunlu kılıyor. 1930’lardakine benzer körlük ve sessizliklerin tetiklediği nefret dalgasını hatırlamayı ise şart koşuyor.

Traverso’nun bahsettiği tarih ve bellek ilişkisi, yaşanan şiddeti ve soykırımları anlama yolunda, sorgulama ve eleştiri babında mesafe alınmasını sağlayacak itici bir güç. Edmund Burke’ün hatırlattığı “kötülüğün zaferi için gerekli tek koşul, iyi insanların hiçbir şey yapmamasıdır” sözünün doğruluğunu kavramada önemli bir kapı açan bahsi geçen sorgulama ve eleştiri; kötülüğün sıradanlığına ve her an her yerde ortaya çıkma ihtimaline karşı tetikte olmayı da sağlıyor.

Traverso buradan hareketle yalnızca sosyoekonomik değil, ahlaka ve adalete dayalı bir sosyalizm anlayışının, hatta arayışının, hem geçmişi anlayıp yorumlamada hem de geleceği kurmada yol gösterici olabileceğini söylüyor. Uzun lafın kısası Traverso, Modern Barbarlığın Eleştirisi’nde geçmişten bugüne uzanarak sosyalistlerin Nazi şiddetine ve soykırıma bakışındaki kimi muğlak noktaları ortaya koyarken hakikatin, belleğin ve eleştirinin gücünü vurguluyor.