Geçen yaz ve bu yaz bir buçuk ay boyunca her gün ablasıyla camiye gitti ama öğrenemedi. Elif, be, te, se ,cim diye başlıyor, gerisini bir türlü getiremiyordu. Bu yüzden evde adı “elifi bilmeyen kız” oldu. İsmi veren annesinin tatlı sesi, ablasının gülümseyen yüzünü çok sevse de bu küçük şaka şaka zoruna gidiyordu.

Elifi bilmeyen kız

AYŞE ALAN

Evin önüne özenle uzun bir kilim serdi. Burnunda mis gibi leylak kokusu, karşısında mahalleden arkadaşları. Terliklerini çıkartıp, boy sırasına dizildiler. İçlerinden biri sordu: “Terliklerimizi niye çıkarıyoruz ki? Okulda ayakkabı çıkarılmıyor, ablamdan biliyorum“ Kaşlarını çattı. “Camide kursa giderken çıkarıyoruz ama di mi? Benim okulum böyle, öğretmeniniz benim, kural bu”. Kimseden çıt çıkmadı. “Ben ne dersem tekrarlayın”diye başladı söze. Önce Andımız’ı, sonra İstiklal Marşı’nı okuttu. Nihayet ders başladı. Yüksek sesle A, dedi, A dediler, B dedi, B dediler. Böyle böyle alfabeyi tamamladılar. “Aferin” dedi, sonra “Ders bitti, haydi herkes evine” Kilimi toplarken epey gururluydu. “Dersimi yaptım, öğrencilerim öğrendi, aferin bana!” dedi. “Görün bakalım, hani elifi bilmeyen kızdım ben?” Siz bir de beni okula başlayınca görün! Çok değil, bir ay sonra görün beni.”

Kilimi evin giriş kapısının yanına bırakıp içeri girdi. Camekan dedikleri, bir duvarı boydan boya cam olan bu odanın en güzel yanı kocaman minderli tahta divanıydı. Kendini divanın üzerine attı. Sonra birden doğruldu, hop ayağa kalktı. “Evet çocuklar, ödevinizi veriyorum, yazın bakalım. Üçer kere heceler yazılacak, üçer kere sayılar yazılacak. Birden otuza kadar.” Ödev de hazır. “Keşke tahtam ve tebeşirim de olsaydı.” Divanın altından defterini ve kalemini çıkarıp, alfabeyi yazmaya başladı. Belki yüzüncü kere aynı şeyi yapıyor. Defterin sayfaları alfabeyle dolu. Defteri yerine koymak için divan örtüsünü kaldırdığında “o” kitabı gördü. Kenarları yıpranmış, parlak kuşe kağıda basılmış. “Annem görmesin, kızar. Kim atmış bunu divanın altına?” Üç kere öpüp, başına koyuyor. Yetmiyor, bir de besmele çekiyor. Okuma yazma bilmediğinden kitabın adını okuyamıyor. Üzerinde namaz kılan bir kız ve bir oğlan çocuğu resmi var. Kızın elleri kınalı. “Iyyyh, hiç sevmem kınayı, kokusu midemi bulandırıyor.” Oğlan çocuğunun başında dantelden beyaz bir takke var. Birden gülmeye başlıyor, komik geliyor bu görüntü. Sonra yüzü kızarıyor, üç besmele daha çekiyor. Anneannesini anımsıyor. Evlerine geldiğinde televizyona sırtını döner, izleyenlerin cehennemde gözlerini yılanların sokacağını söylerdi. Bir de kaynar kazanlara atılacaklarını. “Acaba ne izlediğimiz önemli mi, yoksa bütün programlar mı günah? Vikingler yasak mı mesela? ya da okuma yazma kursu?” diye düşündü. İkisini de izlemeyi severdi, bazen izlerken anneannesi aklına gelir, gözlerini kısa bir süre için yumardı. “En iyisi kitabı bulduğum yere koyayım.” dedi. “Sorarlarsa görmedim derim.”

Ertesi gün aynı saatlerde yine kilimini sermiş, öğrencilerini bekliyordu. Bu kez defteri de yanındaydı. Tahtam yoksa, defterim var diye seviniyordu. Terlikler çıkarıldı, sıra olundu. Andımız, İstiklal marşı okundu. Açtı defterini, kollarını havaya kaldırdı. Her sayfaya kocaman bir harf yazılmış. “Bakın” diyor “bu A” Sayfayı çeviriyor, “bu da B” Arkadaşlarından biri parmak kaldırıyor. “Bunların küçükleri de vardı, onları öğretmeyecek misin? “Önce büyük harfleri öğreneceksiniz” diyor, “hepsi sırayla”. E harfine geldiğinde bir parmak daha. Of diyor içinden, ne zormuş öğretmenlik! “Her gün alfabe mi öğreneceğiz?” diyor parmağın sahibi. Biraz da elifba öğretsene.” “Her gün camiye gidiyoruz ya, orada öğrensene. Okul burası, burada elifba olmaz, yasak.” diye cevabı yapıştırıyor ama midesinden boğazına gelen acı bir his nefessiz bırakıyor. Bu sefer de dün ayakkabısını çıkarmak istemeyen arkadaşı çıkışıyor. “O zaman neden camiye gider gibi terliklerimizi çıkarıyoruz? ben bundan sonra çıkarmam!” Diğerleri de başlarını sallıyor, “evet” diyorlar, “kilim istemeyiz.” Birden dünyası başına yıkılıyor. “Ya Elifba öğret, ya da kilimi kaldır” diyor bir diğeri. “Yok size elifba” diyor, “Camide öğrenin. Alfabe de yok, onu da okulda öğrenirsiniz” Arkadaşları “mızıkçısın” derken, kilimini alıp, eve kaçıyor. Divanın üzerine uzanıp, sinirden ağlamaya başlıyor. Ağlamaktan bitkin düşerek, koltukta uykuya dalıyor. Uyandığında üzerinde bir hafiflik var. “Boşvereyim” diyor içinden, “büyüyünce öğretmen olurum.”

Defterini açıyor, uzun bir çizgi çiziyor. “Elif” diyor, “Bu Elif”. O an aklıma divanın altındaki kitap geliyor. Örtüyü kaldırıp alıyor, her sayfasına bakıyor, tek tek. Elinde tükenmez kalem, bütün eliflerin üzerini karalıyor. İçeriden annesinin ayak sesleri geliyor, hemen kapatıp, yok ediyor kitabı. Pencerenin önüne gidip, sokağa bakıyor. Arkadaşları toplanmış, sıraya girmiş, elifbayı okumaya başlıyorlar. “Elif de neymiş canım, A var B var, C var. O kargacık burgacık yazıları bilsem ne olur bilmesem ne olur. TRT’de her gün okuma yazma derslerinde bizim alfabemizi öğretiyorlar. Koskoca devletin televizyonun alfabesi mi önemli ,kimin alfabesi olduğunu bilmediğim elifba mı?” Birden duruyor. “Bunları içimden söyledim değil mi? Annem duymasın. Yanlarına gitsem mi? Ya bilmediğimi anlarlarsa, ya sen nasıl öğretmensin derlerse?”

Geçen yaz ve bu yaz bir buçuk ay boyunca her gün ablasıyla camiye gitti ama öğrenemedi. Elif, be, te, se ,cim diye başlıyor, gerisini bir türlü getiremiyordu. Bu yüzden evde adı “elifi bilmeyen kız” oldu. İsmi veren annesinin tatlı sesi, ablasının gülümseyen yüzünü çok sevse de bu küçük şaka şaka zoruna gidiyordu. Divanın altına yine elini uzatıp, sağdan ilk sayfayı açtı. Şekiller çok tanıdık. her birinin altında türkçe okunuşları yazıyor. “Ama ben okumayı bilmiyorum ki!” Kitabı alıp mutfakta yemek yapan annesinin yanına gidiyor. “Bak” diyor, “Burda yazıyor işte, okumayı öğreneyim, elifbayı da öğrenirim, söz” Annesi gülümsüyor. “Yerim seni elifi bilmeyen kız. Altındaki yazıları okumaya çalışma, sadece harflere bak.” Birden bir cesaret geliyor. Kitabı koltuğunun altına alıp, koşarak arkadaşlarının yanına gidiyor. Sağdan ilk sayfayı açıyor. “Evet, ders başladı. Ben sırayla harfleri göstereceğim, siz söyleceksiniz. İçlerinden birinin, “kilimi sermeyecek misin, terlikleri çıkarmayacak mıyız?” sorusuna: “Hayır” diyor, “Cami değil burası. Burası okul, ben de sizin öğretmeninizim.”