Sanki iki hafta sonra seçim olacak gibi bir rüzgâr esiyor. Siyasetin dili gittikçe sertleşiyor. Kutuplaşma alanında çalışmalarını sürdüren siyaset bilimci Dr. Mert Moral “Duygusal kutuplaşmada diğer ülkeleri geçtik. Öte yandan bugün elit karşıtı olanlar CHP seçmeni. Oysa AKP, elit karşıtı olarak iktidara geldi. Bu literatüre aykırı bir durum” dedi.

Elit karşıtı seçmenin adresi değişti

Semra KARDEŞOĞLU

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Mert Moral, Türkiye siyasetini yakından ilgilendiren kutuplaşma üzerine çalışan akademisyenlerden biri. Aldığı ödüllere geçtiğimiz günlerde bir yenisini daha ekledi. Rusya Ulusal Araştırma Üniversitesi’nden Evgeny A. Sedashov ile birlikte hazırladığı “Seçim Talihinin Tersine Dönmesi: Popülizm ve Küreselleşme Çağında Anti-Elitist Tutumlar” başlıklı makale ile 2022 Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülü’ne layık görüldü. Daha önce TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) Üstün Başarılı Genç Bilim İnsanları Ödülü ve BAGEP ödülünü almış bir isim Moral.

Seçmen davranışı ve siyaset katılımı üzerine de çalışmalar yapan Moral ile siyasi kutuplaşma, seçmen tutumu, yeni bir seçim arifesinde Türkiye siyasetini konuştuk.

Sondan başlayalım isterseniz. Ödül aldığınız çalışma ne anlatıyor?

Meslektaşım Dr. Sedashov ile popülizm üzerine bir çalışma yaptık. Onunla ödül aldık. Popülizmin bilinen bir tanımı var. Bizler ve onlar diye oluşturulan bir ikilik, sığ bir ideoloji, halkı kucaklayıcı, elit karşıtı söylem üzerinden hareket eden ve herhangi ideolojik bir temeli olmayan, işin doğrusu günü kurtarmaya dayalı, bugün dünyada çok sayıda örneğini gördüğümüz bir yaklaşım. Benim ilgilendiğim kısmı seçmenlerin elit karşıtı tutumlarına dair.

SÖYLEMDE ELİTİN KİM OLDUĞU DEĞİŞİYOR

Türkiye’ye bakarsak buradan bizdeki popülizm bu tanıma uyar mı?

Türkiye’de gündelik siyaset dilinde çok kullanılan elitler, monşerler gibi kelimeler mevcut. Burada ”elit'' kimi zaman sağlık çalışanları, doktorlar, kimi zaman üniversite hocaları, kimi zaman da dış politika uzmanları olabiliyor. Bu dili kullanarak, saf bir halkla onların karşısında yozlaşmış elitler arasındaki bir ayrım yapılıyor.

Bu noktadan Avrupa’daki son seçimlere bakalım. Popülist siyasetin etkin olduğu ülkelere.

Popülist siyasetin hakim olduğu ülkeler var. Fransa seçimlerine bakarsak örneğin Le Pen, öncesinde babası Jean Marie Le Pen. Ulusal Cephe'nin ideolojisi aşırı sağcı ama Le Pen'in bu başarısının arkasındaki söylem popülist söylem. Popülistler mutlaka sağcı olmak zorunda değil. Yunanistan’da Syriza örneğin solcu ama popülist. Bizim argümanımız şuydu: Popülistler iktidara geldiklerine --Bolsonaro var Orban var, dünyanın birçok ülkesinde Brezilya’da, Macaristan'da ve Hindistan’da uzun süredir iktidardalar. Bu partilerin, siyasetçilerin kendilerini iktidara taşıyan seçmenlerle kurdukları ilişkinin mahiyeti değişiyor mu? Çalışmamızda bunu irdeledik. Elit karşıtlığı söylemiyle iktidara gelip, zamanla kendileri elit oluyor. Acaba elit karşıtı olan seçmenler bunları elit olarak görüp, daha sonra muhalefete oy veriyor mu? Bunu araştırdık. Aslında popülist partilerin iktidara gelmesinden hepimiz korkuyoruz.

Neden korkuyoruz?

Popülizmin demokrasiye, demokratik kurumlara çok menfi etkileri var çünkü. Temsili demokrasiden anladığımız nedir? Seçmen ve seçilen arasında daha sağduyulu daha temsiliyete dayalı bir ilişki olması gerekirken popülizmin bir sonucu olarak daha süfli bir ilişki oluşuyor. Bunun mahiyetinin değişmesi demek, kendilerini iktidara taşıyanların onlardan kopması anlamına geliyor. Bu da zaman içinde onlara verilen desteğin düşmesi anlamına gelecek.

Neden düşüyor? Ne hissediyor da seçmen vazgeçiyor?

İkiyüzlü buluyor. Elit karşıtı söylemle iktidara gelip, sonra kendileri elit haline geliyor çünkü. O zaman seçmen soruyor; “Siz bu kadar süredir iktidardasınız ne yapıyorsunuz? Eski elitlerden farkınız ne?” diye. Ne oluyor burada? Çekirdek seçmenle iktidardaki popülist parti arasındaki ilişki değişiyor. Çalışmamız bunlar iktidara geldikten sonra ne olacağına dair.

“ONLAR” DENİLEN HAYALİ DÜŞMANLAR

Türkiye’de ne oluyor bu anlamda? 20 yıldır aynı parti var, popülist söylemle hareket eden.

Uluslararası ölçütlere bakarsanız, dünyadaki en popülist partilerden biri AKP. Literatürde talep temelli ve arz temelli açıklamalar mevcut. Elitler, mevcut partiler seçmen taleplerine cevap veremediklerinde yeni bir parti kurarak talebi karşılar. Burada elit karşıtı bir söylem ve arz temelli açıklamaların altını çizdiği seçmenlerin elit karşıtı tutumlarıyla ilintili, elit karşıtı bir talep var. Burada karşıtlık, kurucu elitlere karşı da olabilir, farklı gruplara karşı da. Türkiye’de de AKP “Onlar” diye tabir edilen bir grup oluşturdu. Çok net olmayan bir grup bu. Önceleri bu ikilik askeri vesayet, bürokratik vesayet söylemi üzerinden yaratıldı. Eski sistemin artıkları olarak tabir edildi. “Onlar” denilenler zaman zaman üniversite hocaları oldu. En son Covid sürecinde TTB oldu, bilim insanları oldu. Bu biraz hayali bir düşman yaratmak ve bunun üzerinden bir ikilik oluşturmak üzerine kurulu bir söylem.

TÜRKİYE’DEKİ DURUM LİTERATÜRE AYKIRI

Diğer ülkelerden farkı yok mu?

Türkiye’deki ilginç bulduğum durum şu: Elit karşıtlığı söylemini gündelik siyasete sokanlar iktidara geldiği ve uzun süredir iktidarda olduğu için bugün elit karşıtlarının CHP seçmenleri olduğunu görüyoruz. Literatürde beklenen bunun böyle olmaması. Elit karşıtlarının, bu söylemi benimseyen AKP’li seçmenler olması gerekir. İBB seçimleri için yaptığımız bir anket çalışmasında örneğin İmamoğlu seçmenlerinin daha popülist, elit karşıtı tutumlarının daha kuvvetli olduğu ortaya çıkmıştı. 2018 seçimlerinde de muhalefet partisi seçmeninin tutumlarının daha elit karşıtı olduğu ortaya çıkıyordu. Bu durum literatüre aykırı, aksine bir durum var. Türkiye’de değil sadece aslında, bu tip partilerin uzun süre iktidarda kaldığı ülkelerde görülebiliyor. Kuramsal beklentilere göre bir tutarsızlık var.

AKP’nin söylemlerine baktığımızda suçlu bulunanlar var. Zamanla değişiyor. Eski rejimden ziyade zaman zaman bu elitler dış güçler haline geliyor, "diğerleri", muhalifler oluyor. Ne gibi suçları var, orası da belirsiz. Bugün vesayet gibi söylemler ortadan kalktı. Elitler nerede, bunlar hangi elitler, bahsedilen elitlerin kim olduğu bulanıklaşmış durumda.

Kutuplaşma, çalışma alanlarınızın başında geliyor. Kutuplaşmanın keskinleştiği dönemlerden geçtik/geçiyoruz. Özel bir durum yok mu Türkiye’de bu anlamda?

Seçmenler arasında giderek muhafazakarlık-sekülerlik kutuplaşması artıyor. 2002 yılında daha ortada, merkezin sağında bir seçmen varken bugün iki kutuplu bir seçmen kitlesi var. O tarihte bir önceki seçimde iktidar olan partilerin birdenbire ortadan kayboluşu var. Onun yerine CHP’nin yükselmesi, zaman içerisinde HDP seçmeninin gittikçe kendini sola atması var. İki kutuplu bir siyaset oluştu. Bir önceki seçime baktığımızda bunun tezahürü Millet ve Cumhur İttifaklarıydı. HDP ve MHP Türk-Kürt aksında, CHP ile AKP muhafazakarlık-sekülerlik aksında. MHP-AKP ve İYİ Parti-CHP ittifakı iki bloklu bir ideolojik kutuplaşmanın hem sonucu hem de sebebi aslında. Bunun dışında bir de seçmenlerin “duygusal kutuplaşması” dediğimiz olgu var, bence daha tehlikeli olanı o.

Seçmenin duygusal kutuplaşması ne anlama geliyor? Mevcut durumdan farklı bir tehlikesi var mı?

Tuttuğunuz partiye dair neredeyse aşka varan bir teveccüh, tutmadığınız partiye ise nefrete varan bir tutumun birleşimi olarak tanımlanabilir.

DUYGUSAL KUTUPLAŞMADA ÖNE GEÇTİK

Nasıl çıktı bu ortaya peki?

Bunu bilmiyoruz. Ama partilerin ideolojik kutuplaşması ya da coğrafi kutuplaşma olabilir nedeni. Sadece kendimize yakın insanlarla bir aradayız. Kapalı sitelerde yaşıyoruz. Sosyoekonomik, sosyokültürel olarak kendimize çok benzer kişilerle birlikte yaşıyoruz. Biz dünyada duygusal açıdan en çok kutuplaşmış ülkeyiz. Bazı gazeteleri takip eden insanların fikirlerinin nasıl değiştiğine ilişkin bir araştırma yapmıştık. Yanlı gazeteleri takip edenlerin “diğer” partiye dair yanlış fikirlerinin giderek arttığını gördük. Tabii kutuplaşmayı arttıran sadece geleneksel medya değil, sosyal medya da aynı zamanda. Farklı düşüneni dinlemedikçe sizin düşünceniz daha katı hale geliyor. Türkiye’de hem partilerin hem de seçmenlerin duygusal olarak kutuplaşması açılarından dünyadaki birçok ülkenin önündeyiz. Bunun çok tehlikeli, çok menfi sonuçlarını bugün ABD başta olmak üzere birçok ülkede gözlemliyoruz.

Bulunduğu coğrafyanın dışına çıkabilenin fikri değişiyor mu?

Şöyle yanıt vereyim; Kadıköy’ün tamamı homojen mi? Fikirtepe, Hasanpaşa var, Caddebostan da var. Sarıyer’de Zekeriyaköy de var Ayazağa da var. Örneğin, Ayazağa ile Maslak 1453 arasında ince bir yol geçiyor. Bir tarafın çoğunluğu AKP, diğer tarafın CHP seçmeni. Ancak kilitli kapılar ardında güvenlikli sitelerde yaşayınca kendine benzeyenlerle irtibat kuruluyor sadece. Bir başka bölgeye taşındığından, daha az partizan hale gelebilir. Yer değiştirdiklerinde oylar değişir mi? Evet, ABD üzerine yapılan çalışmalar bunun değiştiğini söylüyor. Dinlemeye başlıyor o zaman. “A evet ekonomi kötüye gidiyor” “A evet göçmen politikası iyi değil galiba” diyor. Ama o noktaya kadar pek dinlemiyor karşı "mahalleyi". Ancak diğer mahalleyi ziyaret eden, dinleyen kesim, çok küçük bir kesim...

PARTİLERDE FİRE DİYE BİR ŞEY KALMADI

Kutuplaşmanın tehlikesinden söz ettiniz. Nasıl bir tehlike bu?

Nedir bu, partilerin fireleri olurdu geçmişte. Ama bugün bakalım blok halinde oy kullanıyor vekiller. Siyasi parti temsilcileri arasında bir uzlaşma zemini kalmadı. Demokrasi dediğimiz şey uzlaşıdır. Hele ki nisbi temsil sistemine sahip ülkelerde daha da önemli bu. Yarın AKP, MHP’nin oyları biraz düştü diyelim İyi Parti’nin de arttı. Bu durumda Cumhur İttifakı'nın eski sistemde Meclis’te hükümet kuracak çoğunluğu olamayacağını düşünün, o zaman nasıl bir koalisyon kurulacak. Demokrasi bu uzlaşı zeminidir. Oysa birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Kara diyenlerin söylediği şey kanun oluyor, diğerlerinin dediği dikkate dahi alınmıyor. Bugün 6 muhalefet partisi bir masaya oturunca şaşırıyoruz. Biz farkında olmadan siyaset iki kutuplu bir düzen haline gelmiş olabilir.

Tahammülümüz azaldı. Gazete okumak ve TV seyretmek istemiyoruz. Tahammülümüz çok azaldı. Oysa seçmen bilinçli tercih yapmalı. Seçmen sadece his ve duygu üzerinden oy veriyorsa olur mu? O zaman önemli olan sadece bunlar bana benzer mi? Benim grubum mu? 4 bin yıldır tartışılan demokrasi fikrine taban tabana zıt bir durum bu.

“Parti tutma” dediniz, bu da bize özgü bir şey değil mi?

Tabi. Yurt dışında mesela şöyle sorulur­: “Kendinizi hangi partiye yakın hissediyorsunuz?” Ama bizde takım tutmak gibi, hangi partiyi tutuyorsunuz diye soruyoruz. Fenerli ile CHP’li aynı şey gibi. Kimlik haline geldi. AKP seçmeni, partinin ekonomik politikalarına karşı çıksa da oy veriyor. Duygusal kutuplaşmanın riski de bu. İktidardaki parti ne yaparsa yapsın oyunu vermek. Görme alanının daralması gibi.

Seçmen davranışlarını inceliyorsunuz. Bugün ne etkiliyor seçmeni?

Türkiye’de geçmişe baktığımızda ekonomi en önemli konuydu. Ekonomik oy verme, “İktidarın makroenomik politikaları memleketi ve beni olumsuz etkiliyorsa ve muhalefetin bundan daha iyisini yapacağına inanıyorsam oy veririm” görüşü hakimdi. Ama bugün kutuplaşmış seçmenlerin davranışını açıklamakta iktisadın etkisi daha az.

Sosyo ekonomik sosyo kültürel kesimlerin desteğinde bir değişim var mı?

Bunu ölçebiliriz. 2018’e kadar dindarlar, daha az eğitimliler, kentin daha çeperinde kurulan yeni ilçelerde yaşayanlar oy veriyordu AKP’ye. Kimliklerin örtüşmesi durumu oluştu. Muhafazakâr kimlikle AKP partizanı kimliği iç içe geçmiş durumda.

70’ler, 80’ler ve 90’larda aynı ailenin üç kuşağı üç farklı partiye oy verebiliyordu. Dede MSP, anne AP/DYP, çocuk CHP gibi. Bugün bu durum görülebilir mi?

Çok sıradan bir durum değil bu bahsettiğiniz. Ama bugün daha da düşük olasılık. Herkes bir fanusta yaşıyor. Bizden farklı görüşlere pek maruz kalmıyoruz çünkü.

Seçim atmosferine girildi sanki. Sizce bu seçimde daha artacak mı oy kullananların oranı?

Siyasi kutuplaşma arttıkça oy kullananların oranı artıyor tabi. Çünkü “Bizim takım kaybediyor” diye düşünüyor seçmen. Biz mevcut ittifak düzeniyle girmeyebiliriz seçime. Bu unutuluyor gibi. Partilerin oy oranları ne olur, şimdilik bilmiyoruz o nedenle. Adil olmayan, kutuplaştırıcı bir süreç ve bunun seçmenler tarafından nasıl algılanacağı, o dönem ekonomik anlamda, iktisadi anlamda neyin değişeceği, savaşın geleceği nokta vb. seçimi etkileyecek elbette. Seçime katılım yine yüksek olacaktır ama bence bu beklentiye AKP seçmenleri dahil değil. Çünkü bu kez partisine oy vermek istemeyecek AKP seçmeninin ellerinin başka partiye ol vermeye de gitmeyeceğini, bu nedenle de bir kısmının oy kullanmaya gitmeyeceğini öngörüyorum.