“Ve”lerle birbirine bağlanan çokluk, “ya/ya da”nın despotik kıskacında kutuplaştırılıyor şimdi, kutuplardan birinde yer almak zorundasınız

Ellerimiz yaratıcı “ve”lerdir

Yasaklanan bağlantılardır, bağlantılarla bir araya gelişlerimizi yasakladılar. Parçaları alete dönüştürecek yaratıcı bağlantılardan yoksunuz. Maurice Blanchot’nun “Son Sözcük” anlatısında, yolu kütüphaneye düşen kahraman “Üçüncü devlet üzerine bir söylev”den bir alıntı okur: “Dilin… son derece nazik bir alet haline geldiği bir zaman oldu, öyle ki kullanımını çok sayıda kişiye yasakladılar…” Karmaşık bağlantılarla dili bir alete dönüştürebilirsiniz ama bağlantı kurmayı yasakladılar. Düşünce de bağlantılarla bir alete, sıçrama aletine, tramboline dönüşebilir. Ve düşünürken oradan oraya sıçramayalım, olmadık bağlantılar kurmayalım diye düşünce aletini de yasakladılar. Sadece dil ve düşünce değil, toplumsal olan da bağlantılarla yaratılıyor, toplumsalı yasakladılar. Sözcüklerin bağlantılarla bir araya geleceği yaratıcı boşluklar kâğıtlarsa, bedenlerin bir araya geldiği yaratıcı boşluklar sokaklar ve meydanlardır, meydanları da yasakladılar. “Ve”lerle birbirine bağlanan çokluk, “ya/ya da” nın despotik kıskacında kutuplaştırılıyor şimdi, kutuplardan birinde yer almak zorundasınız: “Ya bizdensin ya da onlardan”. Çokluk, aynının bataklığına sürüklenmek, aynılaştırılmak isteniyor. Bataklıkta yaşayanlar, her şeyi bataklığa çekmek isteyebilir ancak. Boğazımıza kadar pisliğe batmışız ve şarkı söylemekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Ellerimiz tutsak çünkü, ellerimizi yasakladılar.

Ellerimizi kullanamıyoruz, bankaların ATMlerine, AVMlerin kasalarına sıkışmış. Ellerimizi kurtarmamız gerek, bağ kurmayı onlar biliyor çünkü. Yeryüzünün ipliklerini birbirine bağlayan, halı dokuyan, yeryüzünün liflerinden keçeler üreten ellerimiz değil mi? Ellerimiz, “ve”lerdir; olmadık şeyleri birbirine bağlayarak, her şeyi her şeyle ilişkilendiren ellerimiz. Bağlayarak, katlayarak ya da katları açarak durmadan yeni formlar üreten ellerimiz. Ellerimiz mekik gibi; yeryüzünü boydan boya katettikçe bağlantıları yoktan var eden ve bedenlerini çoklukla dokuyan onlar değil mi? Ellerimizi kullanmayı unuttuk. Ellerine bakarak sanatçıları tanıdığımız bir zaman oldu. Sanatçılar da artık ellerini kullanmıyor. Şimdi yüzlerinden tanımaya çalışıyoruz. Elleri olmayan kafalar. Giovanni Morelli (1816-1891) sanatçıları ellerinden tanırdı.

Tıp eğitimi gören Morelli bilimsel sanat tarihi olarak anılan bir yöntemin kurucusu. Sanat yapıtının kompozisyonuna, konusuna, yani bütünsel etkisine bakmak yerine, gözden kaçan küçük ayrıntıları özenle inceliyordu; resimlerdeki kulakların biçimi, kıvrımları, ellerin, parmakların, tırnakların biçimleri Morelli için bir ressamın kimliğini tespit edilmesinde kullanılan ayrıntılardır. Morelli temsil edilen bedenlerdeki ayrıntılardan yola çıkarak ressamın kişisel üslubuna, dolayısıyla kimliğine ulaşıyordu. Dönemin karşılaştırmalı anatomistlerinden Cuvier’in bilimsel yönteminden etkilenmişti. Cuvier’e göre parmakların, kulakların ya da gözlerin tam olarak anlaşılmasıyla, sisteme ait herhangi bir yapı belirlenebilir, ayrıntıdan yola çıkarak tüm sistem kavranabilirdi. Morelli de ressamın tasvir ettiği ellerden yola çıkarak ressamın eline ve bedenine ulaşıyordu. Ressamlar, tasvir ettikleri bedenleri kendi kulak, burun ve elleriyle donatıyorlardı. Morelli yapıtlarda sanatçının elini görüyor, sanatçıyı elinden tanıyordu.

Robert Bresson’un sinemasını da ellerinden tanıyoruz, elleri en güzel kullanan yönetmenlerden biridir; filmlerinde parçalanmış mekânları eller birleştirir: “Bresson’da bütünlüklü mekânlar hemen hemen hiç yoktur. Aksine, bağlantısız mekânları vardır onun: köşede bir yer, hücre gibi… bir dizi küçük mekan kırıntısı, mekan parçacıkları… bağlantıları ise önceden belirlenmiş değildir” diye yazıyor Deleuze. Bağlantılar icat edilmeli, ellerimizle icat edebiliriz. “Bu görsel küçük mekân parçacıklarını önceden belirlenmediği halde birbirine bağlayan nedir? İşte Bresson’da ellerin rolü buradan geliyor: kenardaki el. Bresson mekânlarının parçalarının birleştirilmesi… ancak el ile yapılabilir. İşte Bresson’da elin yüceltilmesi bundandır” (İki Konferans, Norgunk Yayıncılık). Kapalı sitelerde bedenlerimiz birbirinden ayrı düştü. Ayrıştırılmış mekânlara sıkıştırıldık, “ya/ya da”nın mekânlarına. Ancak ellerimiz birleştirebilir parçalanmış bedenleri ve mekânları; yitirdiğimiz meydanları ellerimizle yaratabiliriz. Ellerimiz yaratıcı “ve”lerdir. Ellerinizi uzatsanıza!