Can Yücel, memleketin en ayrıksı isimlerinden. Bugün, ölümünün 16. yılında anıyoruz onu

Elvis’ten  Can Yücel’e

Bundan 38 yıl önce bugün Elvis Presley öldü. Şahane vampir Bela Lugasi’den 21 yıl sonra, büyük müzisyen Nusrat Fateh Ali Khan’dan 20 yıl önce… 42 yaşındaydı ve dünya, bu ölüme hazır değildi. Gelmiş geçmiş en büyük “yıldız”lardan biri olan Elvis, zamansız ölümüyle sadece hayranlarını değil, herkesi üzdü. Öldüğü gün, uzaklarda bir yerde, Madonna Louise Ciccone, 19. yaşını kutluyordu. Çok değil, altı yıl sonra, daha ilk albümüyle ortalığı karıştıracak, “pop”ta yeni bir çığır açacak olan Madonna yani…

Bu yazı Elvis üzerine değil. Öyle olsa, onun memleketteki etkilerinden, Erol Büyükburç’tan Ersan Erdura’ya uzanan “yerli Elvis”lerden, Türkçesi yapılan Elvis şarkılarından ya da her yıl yapılan kostümlü buluşmalardan, fan kulüplerden söz açabilirdim. Öyle yapmayacağım. Sözü, 1966 tarihli bir yorumuna getirecek, oradan başka bir yere sıçrayacağım. 1963 tarihli Bob Dylan şarkısı “Tomorrow is a Long Time”, o yıl, Elvis Presley tarafından yorumlandı. Dylan, yıllar sonra, Rolling Stone’a, “şarkılarım arasında yapılan en iyi cover” olarak nitelendirmişti bu yorumu. Dylan’ın alameti farikalarından “Blowin’ in the Wind” -ki geçtiğimiz ay Joan Baez’in sesinden Açıkhava’da yankılandı- Elvis repertuarına girmiş bir aşka şarkı. Ölümünden sonra yayımlanan ev kayıtları arasında bu şarkının farklı versiyonları var. Sadece Elvis tarafından değil, dünyanın her yerinde farklı dillerde pek çok şarkıcı ve toplulukça söylendi bu şarkı; Türkçe de bu dillerden biri. Ruhi Su, Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirisiyle ve saz eşliğinde söyledi “Blowin’ in the Wind”i. Farklı bir çeviri, Can Yücel tarafından yapıldı ve “Her Boydan / Dünya Şiirlerinden Seçmeler” adıyla yayımlanan, 1959 tarihli derlemeyle okuyucuya ulaştı. Bilgesu Erenus ve Sevinç Eratalay, şarkıyı, bu çeviriyi baz alarak Türkçe söyledi.

Can Yücel, memleketin en ayrıksı isimlerinden. Bugün, ölümünün 16. yılında anıyoruz onu. Yazı, Can Yücel’in bestelenmiş kimi şiirlerinden söz açmakla birlikte, bir Can Yücel yazısı da değil. Şüphesiz, onun bestelenmiş şiirleri üzerinden ilerleyerek bambaşka bir yazı yazılabilir ama bugün (yukarıda andığım çeviriyi saymazsak) Yeni Türkü tarafından bestelenmiş Can Yücel şiirlerinden söz edeceğim…

Elvis Presley’den Can Yücel’e uzanan yolda Dylan bağlantısını kullandım ama bu, elbette gereksiz. Dünyayı değiştirmek için çabalayan, kendi çaplarında önemli etki yaratan iki ismi yanyana anmak için böylesi bağlantılara elbette ihtiyaç yok. Sözü Can Yücel’e getirmek için Elvis üzerinden dolanmak da mânâsız. Ölüm günlerinin aynı olması, onları bu yazıda yanyana getirdi. Yeni Türkü bahsine geçmeden, Can Yücel’in, “Sesini Kaybetmeyen Şiir” adlı kasetinde, “Blowin in the Wind”i “Bir İrlanda Türküsü” adıyla okuduğunu bilgilere ekleyeyim. Üstelik müzikli bir “okuma” bu ve sonu İngilizceye bağlanıyor! Buradan dinletmek zor, meraklısı bulsun dinlesin, ben, onun çevirisini aktarayım: “Daha kaç köyden sürülsün insan / Adam oluncaya dek? / Daha kaç derya dolaşsın martı / Bulsam diye bir tünek? / Daha kaç toptan atılsın gülle / Harp toptan kalkıncaya dek? / Cevabı, dostum, rüzgârda bunun / Cevabı esen rüzgârda…” Barışa özlem duyduğumuz şu günlerde, gülleli soru, aklımızdaki sorulardan. Üstelik sorular bitmiyor: “Daha kaç yıl kök salsın ağaç / Bahar açıncaya dek? / Daha kaç yıl kök söksün bu halk / Yerin bulsun diye hak? / Daha kaç aydın ışığı görüp / Görmezlikten gelecek? // Daha kaç can canından geçecek / Cana yetinceye dek? / Daha kaç el boş açılsın göğe / Göğermedikçe yürek? / Daha kaç teller kopsun sazlardan / Bu ses duyuluncaya dek?” Can Yücel’in muazzam Türkçesiyle sorduğu bu soruların hepsinin cevabı, “esen rüzgârda”.

Can Yücel şiirleri, pek çok kez müzikli halleriyle karşımıza çıktı ama en derli toplusu, Yeni Türkü tarafından bestelenenler. Topluluk, 1979 tarihli “Buğdayın Türküsü”nde “Sardunya’ya Ağıt”ı bestelemiş, şarkı, yıllar sonra, 1987 tarihli “Dünyanın Kapıları”nda yeniden ortaya çıkmıştı. Aynı albümde yer alan “Yeşil Şarkı”, kıvrak bestesiyle yüzleri gülümseten bir başka Can Yücel şiiriydi. 1986 tarihli “Günebakan”a, üç Can Yücel şiiri girdi: “Yapraktı” ve “Değişik” birleşerek “Başka Türlü Bir Şey”i oluşturdu, aynı yıllarda Mozaik tarafından da bestelenen “Yaprak Dökümü” ise başlıbaşına bir şarkıydı. Yeni Türkü’nün 1988 tarihli “Yeşilmişik” albümü, adını, bir Can Yücel şiirinden alıyordu. Yıllar sonra, 2012 tarihli son Yeni Türkü albümü “Şimdi ve Sonra”nın kapanışında da bir Can Yücel şiiri var: “Nefes”. Ustaya yıllar sonra çakılmış şahane bir selam!

Yeni Türkü’nün seslendirdiği Can Yücel şiirlerini anarken, birini sona ayırdım: “İşçi Marşı”. 1979 tarihli bu beste, o dönem, pek çok eylemde seslendirilmiş, Cem Karaca’nın “Yoksulluk Kader Olamaz” albümünde yer alan 1977 tarihli Taner Öngür bestesiyle tatlı bir rekabete girmişti. 12 Eylül, bu iki şarkıyı tank paleti altında ezdi. Buradaki “ezdi”, lafın gelişi elbette: 12 Eylül’ün tankları teneke oldu ama her iki yorum da hâlâ seslendiriliyor. “Hava döndü işciden esiyor yel / Dumanı dağıtacak yıldız poyraz başladı / Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel / Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı” dizeleriyle başlayan bu muazzam şiirin iki yorumu da birbirinden güzel.

Can Yücel, büyük ozanlardan. Getirdiği yeni soluk, memleket şiirini bambaşka bir yere taşıdı. Takipçisi yok zira kimse onun gibi yazamıyor. Sadece şiiri değil, dünyaya bakışı, dilindeki küfrü, aksiliği ve huysuzluğu dâhil pek çok şey, onu bugün de sevgiyle ve elbette saygıyla anmamıza sebep. Yazının başında andığım Elvis Presley, yorumuyla anılıyor, Can Yücel, her şeyiyle! Elvis’i görmeye yaşım yetmedi, öldüğünde beş yaşımdaydım ama Can Yücel’i birkaç kere gördüm: Ankara’da, abc Kitabevi tarafından düzenlenen edebiyat matinelerinde, Sanat Kurumu’ndaki buluşmalarda, Mülkiyeliler’deki sofralarda… Küfrü uzaktaki masamıza kadar gelir, kocaman sesi, sessizce içtiğimiz rakılarımıza eşlik ederdi.

Yazının sounda bir diktatörü anayım. 16 Ağustos, İdi Amin’in de ölüm günü. Elvis Presley’i kimse unutmadı. Can Yücel’i de. Arada bir mezar taşını kıranları saymazsak, düşmanı yok. İkisinin de seveni çok. Peki Idi Amin’i, Uganda’nın bu ayrımcı diktatörünü hatırlayan, bugün saygıyla ya da sevgiyle anan var mı? Sözün özü şu: Bugün ortalığı kıran diktatörler elbet bir gün unutulacak ama şairler sadece kitaplarda değil, şarkılarda da yaşayacak.