Kocaeli Üniversitesi’nde emeği savunan, yıllarını akademiye vermiş ve geleceklerini akademiye vakfetmiş aydınların birçoğu, bir gecede üniversiteden kopartıldılar

Emeği savunan akademisyenlere selam! Kocaeli’ye bin selam!

Kocaeli, toplumsal bellekte emeğin başkentlerinden biridir. 1960’lı yıllardan bugüne tarihin işçiler ve emekçiler tarafından yazıldığı yerdir. Kocaeli’nde işçi sınıfı, 60’lı yıllarda DİSK’in ve TİP’in kuruluşunda belirleyicidir. 15-16 Haziran’a tüm fabrikalarından yoğun katılım olmuştur. 12 Eylül sonrası ilk uzun soluklu grev, altı ay süren SEKA grevidir. 2004 yılındaki SEKA grevi ise kendisinden beş yıl sonra gelecek TEKEL Direnişi'ne öncülük etmiştir: “SEKA kıvılcımdı, TEKEL yangın olacak.” TEKEL Direnişi’nden beş yıl sonraki Metal Fırtınası’na da fabrikalarından işçiler katılmıştır. Kocaeli bir emek kenti ve “koşullara bağlı olarak, en şaşırtıcı cesaret kadar en hazin korkaklığı da gösterebilen, kahraman olmayan, çelişki, naiflik ve kurnazlıkla dolu” emekçilerin kenti.

Kocaeli Üniversitesi ise, emeği savunan akademisyenlerin, farklı zamanlarda, farklı nedenlerle, geldiği ve buluştuğu bir üniversite. Kocaeli Üniversitesi’nde emeği savunan, yıllarını akademiye vermiş ve geleceklerini akademiye vakfetmiş aydınların birçoğu, bir gecede üniversiteden kopartıldılar. Aydınların toplumdaki konumları ile ilgili önemli düşünceleri olan İtalyan Marksist teorisyen Gramsci’nin “organik aydın” kavramını hatırlayalım ve Kocaeli Üniversitesi’ndeki akademisyenleri bu kavramın ışığında inceleyelim.

Gramsci, aydın sorununu özel olarak ele almış ve kuramsallaştırmıştır. Gramsci, aydınları toplumun üstüne yerleştiren tüm kavrayışları reddedip onları toplumsal işlevleriyle kavrarken, geleneksel-organik aydın ayrımına gider. Geleneksel aydın, geçmiş üretim biçimi ile boşluğa düşmüştür, organik aydın ise temel toplumsal sınıflar karşısında bağımsız bir konuma sahip değildir. Organik aydınlar ya temel toplumsal sınıflardan biriyle oluşur ya da bu sınıflardan birine bağlanır. Burjuvazinin organik aydınları, kendi bilimini, ahlakını, kültürünü yaratırken; işçi sınıfının organik aydınları ise işçi sınıfına özgü kültürü, geleneği, ahlakı yaratanlar ve sınıf bilincinin gelişmesine katkı koyanlardır. Kocaeli Üniversitesi’nden kopartılan akademisyenler bu nedenle yalnızca "üniversite hocası" değil, aynı zamanda işçi sınıfının organik aydınlarıdır.

Kendilerinin asla sormayacağını bilsem de, kimileri sorabilir, “Değer miydi?” Değer çünkü birçok genç akademisyeni etkilediler. Genç akademisyenler, onlardan öğrendikleri ile toplumu emekten yana çözümlemeye, anlamaya ve değiştirmeye yöneldiler

İlk olarak, organik aydın için işçi sınıfını, mücadelesini ve kültürünü inceleyen toplumsal tarih önemlidir. Bir Afrika atasözü şöyle der: “Aslanlar kendi hikâyelerini yazmadıkça, avcıların hikâyelerini dinlemek zorundayız.” İşçilerin sınıf olma mücadelesinin öyküsünü bulabileceğimiz en önemli çalışmalardan biri ise Hakan Koçak’ın Camın İşçileri: Paşabahçe İşçilerinin Sınıf Olma Öyküsü. Koçak, kitabın önsözünde şöyle diyor: “Ve tabii tarihlerini kan ve ter içinde yaratan şişe-cam işçileri, tüm bu öykünün gerçek sahipleri...” Koçak, 19. yüzyılın sonlarında başlayan ve 20.yüzyıla yayılan camın işçilerinin macerasını anlatıyor. Koçak, zengin arşiv kaynaklarına ve sözlü tarih çalışmalarına dayanarak cam işçilerinin zorlu, mücadele dolu tarihini aktarıyor.

İkinci olarak, organik aydın, emekçilerin eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi haklarına yönelik saldırıları açıklar, emeğin haklarının genişletilmesini savunur. Halk sağlığı ve eşitlikçi bir sağlık politikası bu tartışmalar içinde en can alıcı konulardan biridir. Ve bu can alıcı konunun ödünsüz takipçisi Onur Hamzaoğlu’dur. Onur Hamzaoğlu’nun Dilovası Raporu, Kocaeli/Dilovası’nda kapitalizmin yarattığı çevre tahribatının halk sağlığı üzerine etkilerini açıkça serimler ve anne sütü ile bebeklerin kakasında ağır metallerin saptandığını bilimsel olarak gösterir. Onur Hoca, bu rapor ile siyasal iktidarın ve güç odaklarının büyük saldırısına uğradı ama aynı zamanda sol bir toplumsal duyarlılığı da harekete geçirdi: “Analarımızın sütüne, bebelerimizin kakasına sahip çıkıyoruz!"

emegi-savunan-akademisyenlere-selam-kocaeli-ye-bin-selam-184895-1.

Üçüncü olarak, organik aydın için emeğin iktisadının ve çalışma hayatının irdelenmesi elzemdir. Kuvvet Lordoğlu’nun Çalışma İktisadı adlı kitabı, Nurcan Özkaplan ile birlikte yazdıkları, tüm bu konuların ele alındığı ve emek ve sınıf üzerine düşünen, yazan ve çizen herkesin mutlaka okuduğu bir kitaptır. Emek gündeminin en sıcak konularından olan göç, göçmenler ve yabancı çalışanlar üzerine de eğilir Kuvvet Hoca ve bir makalesini şöyle bitirir: “Emek ve sermayenin hareketliliği sayesinde küçülen bir dünya içindeyiz. Bu küçük dünya içinde sadece kendi ülkesinin sınırları içindekini koruyan ve kollayan bir göçmen politikası aslında bir çaresizlik değil midir?”

Dördüncü olarak, organik aydın, işçi sınıfının bütün kesimlerini, gençlerini, kadınlarını ve çocuklarını gören bir perspektifi benimser. Nilay Etiler’in çalışmaları da tam bu noktaya zenginlik katar: Kadın emeği, kadın çalışanların sağlığı, mevsimlik çocuk emeği, tarımda kadın emeği. Nilay Etiler, toplumsal cinsiyeti çalışmalarının merkezine alarak, “mücadelenin kadınlaşması”na büyük katkı verir.

Beşinci olarak, organik aydın, emeğin farklı ülke deneyimlerini gözlemler, karşılaştırır, değerlendirir. Özlem Özkan’ın, Küba Sağlık Sistemi üzerine çalışmaları ufuk açıcıdır. Dünya Sağlık Örgütü'nün sağlık göstergelerinde, örgütün tüylerini diken diken edecek biçimde, Küba hep en üst sırada yer alır. Burjuva bakış açısı ile yoksulluk içinde, kapısı ve bacası olmayan evlerde, düşük gelir düzeylerinde bir yaşamda nasıl olur da yeni doğan ölümleri en düşük, hasta başına düşen doktor sayısı en fazla olur. Özkan, bu nedendir, niyedir çok net anlatır, açıklar ve böyle olması gerektiği noktasında bizleri heyecanlandırır. Bir öğrencisinin şu sözünü de gülümseyerek aktarır: “Hocam, sizi her gördüğümde nedense Küba geliyor aklıma!”

Altıncı olarak, organik aydın, sınıfla buluşur, bildiğini bilebildiğini yorulmadan ve yılmadan aktarır emekçilere. Yücel Demirer, devlet, sınıflar ve demokrasi anlatır sendika eğitimlerinde. Ayrıca, emeği savunmak için incelenmesi gereken esas bölgeyi ve esas ili de tespit etmiştir. Yücel Demirer ve Güven Bakırgezer’in derlediği Trabzon’u Anlamak adlı kitap Trabzon’u değişik cephelerden tarihsel ve sosyolojik bir ilgi ve merakla inceler: Trabzonspor’un sosyal tarihi, Trabzon’un kadınları, Trabzon’un “insan malzemesi.”

Yedinci olarak, organik aydın, karanlıkta olanlara ışık tutmak ister. Brecht’in sözleriyle, "karanlıkta olanlar görülmezler", onlara ses vermek, ışık tutmak gerekir. Aynur Özuğurlu, “Yoksulluğa ‘Çöplük'ten Bakmak” adlı çalışmasında yoksulluk çözümlemesini tarihsel materyalist bir perspektifle yapar. Ankara’nın Mamak ilçesinin Çöplük adlı gecekondu mahallesinde yürüttüğü çalışma ile yoksulların deneyimlerini serimler. Egemen iktisadi, siyasi ve kurumsal yapılar ve bu yapılara içkin güç ilişkileri içinde, işçilerin kendi deneyim ve düşüncelerini ifade edebilmeleri ve dillendirebilmeleri kuşkusuz ki, sorunludur. Dolayısıyla, Aynur Özuğurlu karanlıkta kalanlara ve güçsüz olanlara ilişkin bilginin araştırılması için sınıfa dayalı yöntemleri kullanır ve çalışmasını onlara atfeder: “Kazanabildiği her kuruşla önce kitap alan, yazmayı ve küfretmeyi çok seven o çocuk ve talihini ‘kaldırımları sürüyen çocuklarla’ birleştirip giden bütün isimsizler için.”

Bahsi geçen aydınlar ve akademisyenler hayatlarının belli dönemlerinde farklı nedenlerle siyasal iktidarın baskısı ile karşı karşıya kaldılar. Burjuvazinin hâkim fraksiyonu, emeği savunan akademisyenleri, işçi sınıfının elinden tutanları, hikâyesini anlatanları, işçi sınıfının organik aydınlarını kendi iç çatışmasına yem etmeye, onları sınıfa ulaşamaz, dokunamaz, ses veremez hale getirmeye çalıştı. En son ise, üniversitedeki işlerinden çıkartıldılar. Kendilerinin asla sormayacağını bilsem de, kimileri sorabilir, “Değer miydi?”

Değer çünkü birçok genç akademisyeni etkilediler. Genç akademisyenler, onlardan öğrendikleri ile toplumu emekten yana çözümlemeye, anlamaya ve değiştirmeye yöneldiler. Değer çünkü onlar emekçilere kelimeler verdiler. Bugün ya da yarın, emekçiler “daha iyi bir yaşam” mücadelesi için sokaklara çıktıklarında sözlerini ve seslerini arayacaklar. Korkut Boratav’ın ifadesi ile, sözlerini ve seslerini bulmak için heybelerine el attıklarında ise heybelerinde bu aydınların yazdıkları kelimeleri bulacaklar. Bu kelimeler onlara ses olacak. Son olarak, emeği savunan akademisyenler üniversiteye dönmeyecekler çünkü hiç ayrılmadılar. Selam olsun onlara!