Futbolun serbest bırakılması konusunda sorumluluk almayı kabul etmediğini söyleyerek konumuz açısından önemli bir anlaşmazlığı açık eden Fahrettin Koca’nın başında bulunduğu Sağlık Bakanlığı, bir yazı ile “klinik araştırmalar dahil insanlar üzerinde yürütülecek tüm bilimsel çalışmalar ve retrospektif araştırmalar” için Bakanlık bünyesinde kurulmuş olan bir komisyona bildirim yapılmasının zorunlu olduğunu açıkladı.

Emeğin baskılanması otoritenin katılaşması

Kapitalizmi kısaca tanımlamak isterseniz öncelikle seçeceğiniz sözcük büyük ihtimalle kâr olacaktır. Kapitalisti mutsuz edecek olay kârın azalması, kâr oranlarının düşme eğiliminin iniş çıkışlı sistemde bir yasa olarak kendini göstermesidir. Cirolar düşüyor, kâr azalıyorsa, kapitalist çılgınlaşır. İşçiyi, köylüyü, esnafı, kendisinden daha aşağıda yer alan sermaye sahipleri dâhil hiç kimseyi gözü görmez olur. Ekonomik kriz dönemleri, hele hele küresel yapısal krizlerin, bunalımların kendini gösterdiği zamanlarda ne yapacağını şaşırır; savaştır, iç savaştır, darbedir aklı ne kadar muzır insanlık düşmanı felaket varsa onlara çalışır. Sürekli olarak sistemi nasıl koruyabileceğini, iktidarıyla muhalefeti ile politik alanı nasıl yönetebileceğini düşünür durur.

Sistemin görece sakin işlediği zamanlarda kendini ustaca gizlemeyi başaran kapitalizm, bunalım koşullarında janjanlı yöntemlerin işe yaramadığını anlar, sırtlan yüzünü çekinmeden gösterir. Korona virüsü, onun bir türü olan ölümcül COVID-19 bir turnusol kâğıdı gibi kapitalistlerin, CEO’ların gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Elbirliği ile salgının sona erdiğinin bir an önce ilan edilmesini istiyorlar. Bedeli ne olursa olsun, insanların başına ne gelirse gelsin, hastalık nasıl yayılırsa yayılsın umurlarında değildir; AVM’ler açılsın, futbol maçları başlasın, fabrikalar tam kapasite çalışsın istiyorlar.

MEDYA NE İŞE YARAR?

Medyalarını bunun için seferber ettiler. Yalanlar sırıtıyor, gerçekler gizlenmez hale geldi; sözlerini dinlemeyen gerçekleri söylemeyi sürdürmek, konuşma yazma imkânların yitirmemek için çabalayan bir kaç gazeteye, TV kanalına, tehditlere karşın sözünü söylemeyi yazmayı sürdürenlere baskı ve zorbalığın, inatçı politikacılara yönelen ölüm tehditlerinin artmasının, edepsizliğin, lümpen üslubun sosyal medyayı ele geçirmesinin nedeni budur.

Gerçekte bilim ve teknikte gelişme hangi düzeye çıkmış olursa olsun, kapitalizmin sömürüye dayalı sisteminin bu insanlık dışı tutumu doğuştandır. Marx, Kapital’in ikinci baskısına yazdığı sonsözde bu durumu özlü bir şekilde anlattı. Daha Fransa ve İngiltere’de burjuvazinin siyasi iktidarı ele geçirmesinden hemen sonra “sınıf mücadelesinin hem pratikte hem de teoride giderek daha açık ve tehdit edici biçimler aldığını” yazdı. “Şimdi artık şu ya da bu teoremin doğru olup olmadığı değil, fakat sermaye için yararlı mı yoksa zararlı mı, işini kolaylaştırıcı mı yoksa zorlaştırıcı mı, yasalara uygun mu aykırı mı olduğu tartışılıyordu. Çıkar sağlamaya dönük olmayan araştırmaların yerini para karşılığı yapılan seyirlik dövüşler, tarafsız bilimsel incelemelerin yerini özürcülüğün vicdan azabı ve kötü niyeti almıştı” dedi.

Kapitalizmin karakteri değişmez; tüm çaba kâr daha fazla kâr içindir. Bunalım zamanlarında sistemin sırtlan yüzünü göstermesi, kendini gizlemeyi bırakması doğaldır. O nedenle şimdi gizlice sürü yöntemine dönülmesini insanların “sürüye sayılmasını” istiyorlar.


KADERLERİYLE BAŞ BAŞA BIRAKILANLAR

Siyasilerin sık sık açıktan ya da satır aralarında söylediklerinden önümüzdeki dönemin karanlığa gebe olduğunu çıkartabiliyoruz. Hem kamuoyu yoklamaları hem korona salgınının zirveye çıkardığı genel ekonomik bunalım, yakınlarda bir seçim ihtimalini gündemden düşürdü. Uzun erimde seçimlerin yapılıp yapılamayacağı konusunda da kuşkular artıyor. Bu türden öngörüler hareketli bir politik hayata alışık olan Türkiye’de kesinlik taşıyamaz. Ama genel gidişatın baskı ve zorun daha fazla devreye girdiğini, gireceğini gösterdiği de bir gerçektir.

Ekonomideki gelişmelerle durumu açıklamak, bunun için de yetkin bir uzmanın görüşlerine başvurmakta yarar var. Berlin School of Economics and Law’da (HWR Berlin) öğretim üyesi olan Doç.Dr. Ümit Akçay’ın Duvar gazetesinde 13 Mayıs’ta yer alan makalesi, konunun temellerine yönelmemizi sağlayabilir. Gündemde olan ekonomi politikayı “Post-Neoliberal model” olarak tanımlayan Akçay makalesinde bu modelin temel özelliklerini, “sermaye kontrolleri”, “ithal ikameciliğin genişlemesi”, “otoriter emek rejimi” ve “otoriter konsolidasyon” olarak sıralıyor.

Özellikle “otoriter emek rejimi” tanımını ayrıntılı aktarmakta yarar var. Şöyle anlatıyor, Akçay: “Emeğin disipline edilmesi 24 Ocak 1980 programı ile başlayan neoliberal ekonomi politikalarının ve 24 Ocak programının uygulanmasını mümkün kılan 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile oluşturulan yeni devlet biçiminin temel amaçlarından biridir. Ancak otoriter emek rejiminin piyasa ilişkileri aracılığıyla kurulduğu dönem 2001 sonrası olmuştur. Bu anlamda, 2001-2008 arasında ‘iyi AKP’ olarak adlandırılan dönem, aynı zamanda otoriter bir emek rejiminin kurulması dönemidir. Bu bakımdan ‘iyi AKP’ ile ‘kötü AKP’ arasındaki Erdoğan’ın liderliği kadar önemli olan diğer süreklilik, emeğin konumudur. Türkiye’deki geniş emekçi kesimlerin korona virüsü salgınına karşı alınan önlemlerden muaf tutulması, otoriter emek rejiminin sonuçlarından biridir.”

Bu durumun “otoriter konsolidasyonla” tamamlanması kaçınılmaz görünüyor. 2018’de kurulan yeni sisteme atıf yapan Akçay da buna dikkat çekiyor: “Her ne kadar iktidar bloğu içindeki gerilimler zaman zaman su yüzüne çıksa da siyasi düzlemdeki temel gündem, yeni rejimin pekiştirilmesi yani otoriter konsolidasyondur. Bunun için 2023’e kadar zaman var ve eğer iktidar bloğu içinde bir çatlak oluşmazsa, bu sürenin kullanılması olasılığı çok yüksek.”

“Otoriter emek rejimi” tanımına dönelim ve şu cümleyi yineleyelim: “Türkiye’deki geniş emekçi kesimlerin korona virüsü salgınına karşı alınan önlemlerden muaf tutulması, otoriter emek rejiminin sonuçlarından biridir.” Bu cümleyi şöyle yazmak ya da okumak da mümkündür: Geniş emekçi kesimler çalışma zorunluluğu dayatılarak koronavirüse karşı alınan önlemlere dâhil edilmediler.

Ya da daha açık yazalım; virüs karşısında kaderleriyle baş başa bırakıldılar. Bu kader yalnız işçilerle de sınırlı değildir. Bir paradoks olarak evlerine kapatılmayı gönüllü kabul etmiş geniş yığınlar şimdi “özgürlüklerinin” tehlikeli bir bedel karşılığında kendilerine geri verilmesi gibi bir “mutlulukla” karşı karşıyadırlar.

***


Bu yazıyı “otoriter konsolidasyonun” yeni bir belirtisiyle tamamlayalım. Futbolun serbest bırakılması konusunda sorumluluk almayı kabul etmediğini söyleyerek konumuz açısından önemli bir anlaşmazlığı açık eden Fahrettin Koca’nın başında bulunduğu Sağlık Bakanlığı, bir yazı ile “klinik araştırmalar dahil insanlar üzerinde yürütülecek tüm bilimsel çalışmalar ve retrospektif araştırmalar” için Bakanlık bünyesinde kurulmuş olan bir komisyona bildirim yapılmasının zorunlu olduğunu açıkladı.

Akademinin dağıtıldığı, üniversitelerin üniversite olmaktan çıkartıldığı koşullarda, bu yeni adım, araştırmaların izne tabi tutulmak istenmesi doğal olarak tepkiyle karşılandı. Bilim Akademisi itirazını şu sözlerle duyurdu: “Bilimsel araştırmalar bilinmeyeni deney ve gözlemlerle öğrenmek ve sınamak için yapılır. Sadece COVID-19 gibi güncel ve hayati önem taşıyan konularda değil her konuda araştırma, ön izinden ve önyargıdan bağımsız olmalıdır ki bilinmeyeni ve öngörülemeyeni serbestçe araştırabilsin, doğru ve işe yarar bilgiye ulaşabilsin. Bilimsel araştırmanın tek nihai yargıcı doğa, toplum ve insanla ilgili kanıtlanabilen gerçektir.”

Sağlık Bakanlığı’nın yazısı başka alanlardaki gelişmelerle birlikte “otoriter konsolidasyonun” bir başka önemli belirtisi değilse nedir?

*Kapital, 1. Cilt. sf. 24. Yordam Kitap