İnsanlığın ve ülkemizin birikimi ve deneyimi, ortak aklın tek akıldan üstün olduğunu, çoğulculuk ve müzakerenin tekçilikten üstün olduğunu söylüyor. O yüzden bütün aklımla 16 Nisan’ın memleket ve emek için hayırlı olmasını dilerim

Türkiye 16 Nisan’da tarihinin en önemli yol ayrımlarından biri ile karşı karşıya. Önerilen Anayasa değişiklikleri toplumsal ve siyasal yaşamın bütün alanlarında dramatik değişiklikler yaratabilecek nitelikte. Referanduma sunulan değişiklikler sadece siyasal yapıyı değil, çalışma hayatını, emeğin haklarını da yakından etkileyecek.

Başkanlık rejiminde, anayasada kanunla düzenlenmesi öngörülen konular ile temel hak ve özgürlükler dışındaki tüm konular kararname ile düzenlenebilecek. Kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetlerin tek elde toplanması ilkesi benimsendiği için meclisin ve yargının da fiilen yürütmeye tabi olduğu tekçi bir rejim tesis edilecek. Bu rejim emek alanında da ciddi sorunlar yaratacak.

Anayasa değişikliklerinin emeğe etkileri

Anayasa’da sosyal ve ekonomik haklar sayılmış olmasına karşın bunlara ilişkin esasların kanunla düzenlenmesi sadece birkaç madde için öngörülüyor. Örneğin çalışma şartları; ev dinlenme hakkını düzenleyen 50. madde “ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin hakları ve şartları kanunla düzenlenir” hükmünü getirmekte. Bunun dışında anayasal bir sınır getirilmeyen çalışma şartları konusunda pekâlâ başkanlık kararnameleri ile düzenleme yapılması söz konusu olacak.

Zihin açıcı olması açısından birkaç örnek verelim. Örneğin temel hak ve özgürlükler arasında olmayan ve Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülmeyen kıdem tazminatı konusu, başkanlık kararnamesi konusu olabilecek. Başkan kıdem tazminatı fonu kuran bir kararname çıkartabilecek. Kamu taşeron işçilerinin kadroya alınıp alınmaması veya tabi olacakları çalışma rejimi, kararname konusu olabilecek.

Başkanlık rejiminde çalışma bakanlığının olup olmayacağı, olacaksa nasıl bir yapıya sahip olacağı, meclis tarafından değil, başkan tarafından belirlenecek. Örneğin İŞKUR ile SGK’nin bir başkanlık kararnamesiyle birleştirilmesi önünde bir engel olmayacak. Veya İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları Varlık Fonu’na aktarılabilecek.

Halen bakanlar kurulunun yetkisinde olan konular başkanın yetkisine geçeceği için, grev ertelemeleri eskiden olduğu gibi bakanlar kurulu kararıyla değil, başkanlık kararnamesi ile yapılabilecek. Burada ciddi bir sorun ortaya çıkacak. Bakanlar kurulu kararları idari yargı denetimine tabi iken, başkanlık kararnameleri anayasal yargı denetimine tabi olacak. Dolayısıyla grev ertelemeleri tam grev yasağına dönüşecek. Başkan 6356 sayılı yasanın 62’nci maddesi kapsamında grev yasaklama yetkisini tek başına kullanacak.

Yüksek Hakem Kurulu’na bakanlar kurulu ve bürokrasi tarafından atanan üyeler başkan tarafından atanacak. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun 11 üyesinin yedisi başkan tarafından belirlenecek. Toplu iş sözleşmelerinin teşmil edilmesi konusu da başkanın yetkisinde olacak.

Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapma yetkisi, şimdi olduğu gibi hükümet tarafından değil, başkan tarafından kullanılacak. Vergi dilimleri, sigorta prim tavanları gibi pek çok konuda başkan tek başına karar verebilecek.

Çalışma hayatı ile ilgili pek çok konu meclisin değil başkanın yetkisinde olacağı için, yasama sürecinde sendikaların ve toplumsal örgütlerin baskı grubu olarak işlevleri sıfırlanacak, meclis komisyonları ve müzakereleri sırasında etki gücü zayıflayacak.

Bunlar anayasa değişikliklerinin doğurabileceği teknik sonuçlara dayalı riskler. Öte yandan siyasal rejimde kuvvetler ayrılığı yerine tekçilik egemen olacağından başkan tarafından çıkarılacak ve anayasaya aykırı nitelik taşıyacak ve temel hak ve özgürlükleri sınırlayabilecek kararnamelerin denetimi konusu bir diğer risk. Meclis, anayasa mahkemesi ve yargı organları üzerinde başkanın ve başkanlık bürokrasisinin vesayeti artacağından çok daha büyük sorunlar ortaya çıkması mümkün.

Emek örgütlerinin tutumu

Peki, bu tablo karşısında emek örgütlerinin, sendikaların tutumu ne? Türkiye’de emek örgütleri DP ve 12 Eylül dönemi hariç hiçbir dönemde bu kadar vesayet altında olmamıştı. Türkiye’nin en büyük sendikal örgütü Türk-İş referandum konusunda bırakın oy tercihini açıklamayı, değişikliklerin yaratabileceği sıkıntılar konusunda tek kelam etmedi. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay “Bizim taleplerimiz anayasa teklifinde yok” diyerek mahcup bir tutum takındı (Hürriyet, 7 Şubat 2017). Türk-İş değişikliklere evet diyemedi ama değerlendirmek ve eleştirmekten de kaçındı. Türk-İş’in suskunluğu manidar. Çünkü Türk-İş’li sendikacıların ve işçilerin pek çoğu değişikliklerden kaygılı.

Memur-Sen ve Hak-İş’e gelince onlar meseleye emek açısından değil, ‘Evet’ açısından bakıyor. Hak-İş Başkanı, taşeron işçilerin sorunlarının çözümünü başkanın insafına bağlamış durumda. Memur-Sen bir sendikadan ziyade bir ideolojik aygıt olarak çalışıyor. Türkiye tarihinin hiçbir döneminde böylesine “partizan” ve tarafgir bir sendikal örgüt görülmedi. O yüzden onlardan anayasa değişikliklerinin emeğe yansımaları konusunda soğukkanlı, emek eksenli ve sendikaya yakışır bir değerlendirme beklemek nafile.

DİSK ise anayasa değişliklerini sadece siyasal açıdan değil, emek ve çalışma hayatı açısından ele alan bir kampanya yürütüyor ve “Memleketin ve işçilerin geleceği için hayır” diyor. KESK net bir hayır tutumu açıkladı. Birleşik Kamu-İş de “Hayır” diyor. Türkiye Kamu-Sen resmi bir açıklama yapmasa da başkanlık rejimine onay vermiyor. Dahası Kamu-Sen parlamenter rejimi savunduğu için fiziki saldırıya uğradı. Meslek odaları TMMOB, TTB, TDB ve TBB de anayasa değişikliklerine “Hayır” dedi. Kısaca emek ve meslek örgütleri arasında Memur-Sen ve Hak-İş dışında “Evet” diyen yok.

Tekçilik değil çoğulculuk için…

İnsanlığın yüzyıllar süren hak ve özgürlük mücadelesi sonucu ortaya çıkan birikimini ve ülkemizin deneyimini yok sayan nevi şahsına münhasır tekçi bir rejim kapımızda. Bu rejim ülkemiz için olduğu kadar emek için de büyük riskler barındırıyor. Bu rejim girişimi insanlığın demokratik birikimini yok sayıyor; akılla, bilimle ve hukukla inatlaşıyor.

Siyasal, sosyal ve sendikal hakların güvence altında olduğu ülkelerin neredeyse tamamında parlamenter rejim ve kuvvetler ayrılığı var. Dünya deneyimi bize parlamenter rejimle, kuvvetler ayrılığı ile koalisyonlara dayalı demokratik uzlaşmalarla kalkınma ve toplumsal refahın sağlanabileceğini gösteriyor, ama mutlak güç kontrolüne dayalı rejimlerde bunu göremiyoruz.

“Bana ne temel hak ve özgürlüklerden, iktidar güçlü olsun, hızlı olsun, tek elde toplansın, önünde bir engel olmasın, inşaat, yol, köprü, havaalanı ve metro yapsın” diyorsanız tercih belli. Ancak süratin ve kontrolsüz gücün felaket olduğunu unutmamak lazım. Bu hız ve kontrolsüz güç ile dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak mümkün.

Önce temel hak ve özgürlükler diyorsanız; önce yurttaş hakları diyorsanız, önce emeğin hakları; inşaatlar, yollar köprüler yapılırken işçiler ölmesin diyorsanız; önce kent hakkı ve konut hakkı diyorsanız iş değişiyor.

İnsanlığın ve ülkemizin birikimi ve deneyimi, ortak aklın tek akıldan üstün olduğunu, çoğulculuk ve müzakerenin tekçilikten üstün olduğunu söylüyor. O yüzden bütün aklımla 16 Nisan’ın memleket ve emek için hayırlı olmasını diliyorum.