İktidar kendi sağcılığına “yerli ve milli” diyerek topluma ve muhalefete dayatıyor. Muhalefeti savunmaya itiyor. Bu durum aynı zamanda muhalefeti siyasetin dinamiklerini toplum lehine dönüştürme cesaretinden yoksun bırakıyor. Tek adam rejimi, parlamenter sistemle ikame edildiğinde sorun çözülmüş olmuyor. Toplumun siyasete katılabileceği alanların genişletilmesi, karar alma süreçlerinin demokratikleşmesi ve yeni başlangıç için toplumun ikna edilmesi gerekli. Hakları yenen, geleceği çalınan gençler, işçiler, emekçiler, çiftçiler, kadınlar, emekliler, doğasına, yeşiline, gıdasına, kentine sahip çıkanlar, yurtiçinde ve dışında barış içinde yaşamak isteyenler kötülüklerden çıkışı sağlayacaklar.

Emeğin yolundan yürünmeli
Fotoğraf: BirGün

SEÇİMLERE DOĞRU SOL BAKIŞ - 2

BirGün Politika Kolektifi

Kuşkusuz iktidarın değişmesi çok önemli. Ama en az onun kadar önemli olan bir başka gerçek de iktidarı kimin ve nasıl değiştirdiğidir. Emekçilerin, kadınların, gençlerin taleplerini görmeyen, o talepleri seçim bildirgesinin başına koymayan bir değişimin pozitif sonuçlar üretmesini beklemek yanılgı olacaktır.

Gerici bir ittifakı yine gerici bir ittifakla yenme modeli kabul edilebilir bir yol değil. Bu rejimi köklü bir eleştiriye tabi tutmayan hiçbir girişimin başarı şansı yoktur. Sadece seçim sonrası sandıkta da başarılı olması mucizelere bağlıdır.

Rejim arkasında sadece yok edilmiş kurumlar, yağmalanmış bir ülke bırakmıyor. Aynı zamanda 20 yıl boyunca uygulanan politikalar sonucu her yaştan ve cinsten milyonlarca mağdur yarattı. Bu anlamıyla açılması gereken yol mağdur edilen ve ülkenin ezici çoğunluğunu ifade eden toplumsal kesimlerle birlikte yürünecek yoldur.

***

emegin-yolundan-yurunmeli-1091681-1.

Doç. Dr. Güven Gürkan ÖZTAN: Sağcılık yarışının sonu hüsran

Muhalefet politikalarının nasıl değerlendiriyorsunuz, sağcılık yarışı muhalefeti kurtarmak için yeterli olabilecek mi?

Toplum uzun zamandan bu yana sağcılığın farklı biçimleri arasına sıkıştırıldı. Bir yanda İslamcı-faşist güçlerin ortaklığı diğer tarafta ise merkez sağcı, “ılımlı” İslamcı ve seküler-milliyetçi unsurların ağır bastığı bir muhalefet hattı. Sağın devlete ve topluma dair ön kabulleri, düzen siyasetinin tüm platformlarına ve aktörlerine sirayet etmiş durumda. Hal böyle olunca halkın eşitlik talebi de özgürlük arayışı da sağ vasatın içinde eritilmek isteniyor.

İktidar kendi sağcılığını “yerli ve milli” jargonuyla topluma ve muhalefete dayatırken düzen muhalefeti hep savunmada kalıyor. İktidarın, güvenlik başta olmak üzere kendini yeniden ürettiği tüm alanlarda “milli mutabakat” korosuna katılmayı bir vazife olarak görüyor. Siyasetin dinamiklerini toplum lehine dönüştürmeye cesaret edemiyor.

Muhalefetin sağa çekmesinin nedeni değil sonucu 6’lı masa. Burada tamamen sağa yaslanmayı önleyebilecek yegâne esas unsur CHP. Ancak CHP yönetimi, siyasetin kutuplarını sağ ve sol olarak değil de otoriterlik ve demokratlık şeklinde tarif ederek, demokratlığı da “helalleşme” ile özdeşleştirerek Saray’ı ve müttefiklerini mağlup edebileceğini düşünüyor. Muhalefetin uyumunun “restorasyon” uzlaşısında yattığını varsayıyor. Bu nedenle de sosyal demokrat, laik, cumhuriyetçi tabanı AKP karşıtı bir sağcılıkla uzlaşmaya davet etmiş oluyor.

Yakın tarihin en ciddi ekonomik krizlerinden biri yaşanırken toplumsal itirazları sandığı işaret ederek dizginlemek, milyonlarca yurttaşın ana meselesi olan geçim derdini gölgeleyecek çıkışlar yapmak, gerici-şoven odakların hedef tahtasına koyduğu kişi ya da kurumları korumakta tereddüt göstermek vb. muhalefeti büyütmüyor aksine kırılgan hale getiriyor. Tüm dünyada halklar, kamusal alanda hak mücadelesi verirken Türkiye’de yurttaş seçim anketlerine ve polemiklere mahkum ediliyor.

İslamcılarla “dindarlık”, şovenist odaklarla “milliyetçilik” yarıştırmanın sonu hüsran. Çünkü bu siyasetlerin “gerçek” sahibi var. Halkın güncel ve somut sorunlarına odaklanan, tutarlılığı ve istikrarı yolsuzluk, yoksulluk ve yoksunlukla mücadelede bulan bir siyaset geliştirmedikçe iktidar kaynaklı manipülasyonlardan hasarsız çıkmak mümkün değil.

Muhtemel bir iktidar değişikliği sonrasında, rejimin dönüşümü için nasıl bir geçiş programına ihtiyaç var?

İktidarın değişmesinde hangi politik güçler etkili olursa dönüşümün dinamiklerini de öncelikli olarak o belirler. O nedenle sosyalistlerin ve tüm ilerici güçlerin iktidar değişimi yönünde kolektif bir irade sergilemesi elzem. Elbette bu, “ılımlı” sağcılığa teslim olmak anlamına gelmiyor. Aksine kendi sözünü söyleyerek, bağımsız politik gücünü hissettirerek seçim öncesi ve sonrasına müdahil olmak, restorasyonla yetinmenin 20 yıllık iktidar karşıtı mücadeleye haksızlık olduğunu göstermek gerekiyor.

Tek adam rejimi ya da Türk tipi başkanlık, parlamenter sistemle ikame ettiğinizde siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunların tümünü çözmüş olmuyorsunuz. Yalnızca bir adım atmış oluyorsunuz, bu adımın ayaklarının yere sıkı basması için toplumun siyasete katılabileceği alanları genişletmeniz, karar alma süreçlerini demokratikleştirmeniz ve yeni bir başlangıç yaptığınıza dair toplumu ikna etmeniz gerekli.

İktidarın yağma politikalarının karşısına “ehlileştirilmiş” kapitalizmi ya da siyasal İslam’ın yerine “endişeli muhafazakarları” tatmin etme politikasını çıkarmak milyonlarca yurttaşın aydınlık gelecek özlemini yok saymak demek. Bunun yerine sahici bir dönüşümü, bir geçiş programı aracılığıyla hayata geçirmek gerekiyor.

Dönüşüm öncelikle sınıfsal bir temele, emekçi sınıfın somut şartlarını düzeltecek bir stratejiye dayanmak zorunda. Eğitim, sağlık gibi kamu hizmetinin olmazsa olmaz alanlarında piyasalaştırma sürecini geri çevirecek, yurttaşların sosyal haklarını güçlendirecek bir politik hat inşa edilmeli. Kamunun üretim gücü çağın gereklerine uygun olarak yeniden inşa edilmeli. Doğal kaynakların talanını durduracak, tahrip olan alanları geri kazanacak bir plan yapılmalı. Kamusal yaşamın dini ilkelere göre tanzim edilmesine engel olacak bir perspektif idareye hakim olmalı. Anti-emperyalizm, barışçıl ve bağımsızlıkçı bir dış politika içerideki dönüşüme eşlik etmeli.

***

emegin-yolundan-yurunmeli-1091680-1.

Dr. Bayazıt İLHAN: Rejime itiraz seçimi​

Yaklaşan seçimleri ülkenin geleceği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kritik bir seçime daha gittiğimizi hepimiz görebiliyoruz. Bir ülkenin geleceğini tek bir seçime bağlamak kuşkusuz doğru bir değerlendirme olmaz. Bununla birlikte 20 yıldır yöneten iktidarın ülkeyi getirdiği yer de ortada. Kötü gidişe en azından dur diyebilmek için seçimler çok önemli.

Bu iktidarın pek çok yönü tartışılabilir, ancak tüm veriler, yaşadıklarımız ve uzmanların tespitlerinden anladığımız Cumhuriyet tarihinin en istikrarlı emek karşıtı iktidarı olduğudur. Pandemi döneminde emeğin payı daha da hızlı eridi. TÜİK verilerine göre bu yılın ikinci çeyrek rakamları 2020 yılı ile karşılaştırıldığında işgücü ödemelerinin GSYH içindeki payı yüzde 36,8’den yüzde 25,4’e gerilemiş, aynı dönemde sermaye kazançlarının payı yüzde 42,9’dan yüzde 54’e yükselmiştir. Bu iki yıl içinde gerçekleştirilen emekçiler aleyhine müthiş bir gelir transferidir. Yoksuldan alıp zengine vermektir. Yoksulun lokmasına el koymaktır. Son dönem çıkarılan kur garantili faiz ödemeleri, farkın halkın bütçesinden ödenmesi ise üzerine tüy dikmiştir. Hal böyle olunca 2023 seçimleri yoksul halkın ekmeğinin çalınmasına izin verip vermemesinin seçimi olacaktır.

Sırf bu da değil. AKP iktidarı ülkedeki rejimi dönüştürmüş, gelirin bu insafsız bölüşümünde dini rıza mekanizması olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Pek çok hak ve özgürlükleri budayan, adaletin, liyakatın, ifade özgürlüğünün dibe vurduğu bu rejime itiraz edilip edilmemesi yönünden seçimler yaşamsaldır.

Türkiye’nin rejimin yarattığı ağır krizden çıkışı için temel ayakları neler olmalıdır?

Rejim memnun ettiği dar bir çevreye zenginlikler sunarken geniş halk kesimleri yoksulluğun, işsizliğin, açlığın, gelecek kaygısının pençesindedir. Gençler umutsuzluk içinde yurt dışında gelecek ararken kadın cinayetleri, işçi cinayetleri bitmemektedir. Tüm bunlara güvenlik kaygıları da eklenince can güvencesi tartışmaları kaçınılmaz olmaktadır. Doğaya, ağaca, havaya, suya, börtü böceğe hürmet etmeyen politikaların tahribatı büyüktür. Eğitim ve sağlık politikaları tüm temel haklarımızın piyasanın koşullarına terk edildiğini göstermektedir. O halde sorunuzun cevabı da açıktır. Rejimin yarattığı ağır krizden çıkışın temel ayaklarını da tüm bu geniş halk kesimleri oluşturacak. Hakları yenen, geleceği çalınan gençler, işçiler, emekçiler, çiftçiler, kadınlar, emekliler, doğasına, yeşiline, gıdasına, kentine sahip çıkanlar, yurt içinde ve dışında barış içinde yaşamak isteyenler kötülüklerden çıkışı sağlayacaklar. Cumhuriyet’in yeni yüzyılı çok konuşuluyor, evet yeni yüzyılda emeğin değerinin bilindiği, laik, demokratik barış içinde bir ülkeyi hep birlikte kuracağız. 2023 seçimleri bu anlamda kritik dönemeçlerden biri olacak.

***

emegin-yolundan-yurunmeli-1091679-1.

Disk Genel Sekreteri Adnan SERDAROĞLU: İşçi sınıfının taleplerini taşıyacak bir siyasete ihtiyaç var

Yaklaşan seçimleri ülkenin geleceği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye gibi istikrarsız ülkeler için her seçim kritiktir, ancak 2023 yılında yapılacak seçimler geleceğimiz açısından kritik olmanın da ötesinde kelimenin tam anlamıyla hayati bir önem taşıyor.

Marx’ın “Siyaset, yoğunlaşmış ekonomidir” sözüne atıfla gidişatı ilk olarak ekonomi başlığından ele almak isterim.

Milyonların kaybettiği fakat milyarderlerin kazandığı bu ekonomik işleyiş, ne yazık ki ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından bir helikopter gezisindeki gözlemlerle, Maliye Bakanı tarafından ise “kapatılan ve aylarca öylece kalması istenen gözlerle” değerlendirilerek bizler için iyice umutsuz bir vaka haline dönüşmektedir.

Oysa yükseklerden uçmayı bırakıp gözlerimizi açtığımızda gördüğümüz tablo içler acısıdır.

Vergi adaletsizliği giderek derinleşmekte ve emekçilerin cebinden sermayeye kaynak aktarma operasyonu yüksek enflasyonla beraber emekçileri sefalete sürüklemektedir. İş cinayetlerinde her gün ortalama 5 işçi hayatını kaybetmektedir.

12 Eylül darbesinin ürünü olan toplu sözleşmeli, grevli sendikalaşmanın önündeki yasaklar ve engeller aynı şekilde devam etmektedir.

Örgütsüz bir toplum yaratılarak insanlarımız yalnızlaştırılmakta, sermayenin ve tarikatların insafına terk edilmektedir.

Böylece yaşanan olumsuzlukların dile getirilmesi, öğrenilmesi ve halkın haber almasının önüne geçilmek istenmektedir.

Cumhuriyet neredeyse düşman ilan edilerek ümmetten millete geçiş iradesi mahkum edilmek istenmekte, başta laiklik olmak üzere cumhuriyete ait değerler yaşamımızdan çıkarılmaya çalışılmaktadır.

Türkiye’nin rejimin yarattığı ağır krizden çıkışı için temel ayakları neler olmalıdır?

İşte Türkiye’nin yaşadığı bu ağır krizin bugün siyasete dayattığı şudur ki 2023 seçimleri bu ülke ve halk için “olmak ya da olmamak” uçurumdan önceki son viraj anlamına gelmektedir. Bizler bunun farkındayız. Tüm muhalif parti ve sivil toplum örgütlerinin de aynı farkındalık düzeyinde olduğunu umut ediyoruz.

Geleceğin Türkiye’sinde ilkeli, dürüst, demokratik bir cumhuriyet ve cumhuriyetin değerlerine sahip çıkan, piyasacı değil planlamacı, özelleştirmeci değil kamucu, sermayeden yana değil emekten ve emekçiden yana tavır alan, cemaat ve tarikatlara değil sendikalara, bilim insanlarına, sivil toplum örgütlerine dayalı, dış siyasette bağımsızlıkçı ve NATO’dan çıkmayı amaçlayan bir programı olan bir siyasi yol haritasının çizilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Böyle bir programla yola çıkıldığında bu halkın beklediğimiz tercihi yapacağına inanıyoruz.

Hiç kimse mecbur kalmadıkça “aslı varken taklidine yönelmez” bilinir ki “taklitleri aslını yaşatır”. Bu yüzden 20 yıllık siyasi iktidarın Türkiye’ye gelip dayattığı durum ortadayken benzeri yol ve yöntemlerle farklı bir sonuç alınacağını ummak asla doğru bir yol olmayacaktır.

Diğer yandan bizim için önemli olan Cumhurbaşkanının kim olacağı değil ne yapacağıdır. Kişilerden ve isimlerden bağımsız olarak özlemini çektiğimiz Türkiye’nin gerçekleşmesi için katalizör görevi üstlenecek bir kişi olması yeterlidir. Elbette bunu söylerken tarihte bireyin rolünü küçümsemiyoruz. Bir isim belirlemek DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası olarak zaten bize düşmez ama seçilecek Cumhurbaşkanının ilke ve programın gerçekleşmesinde liderlik edecek vasıflara sahip olması büyük önem taşımaktadır.

Diğer yandan AKP iktidarının seçimi kaybetmesi adına halkın farklı kesimlerinin birleşmesi ve ittifaklar kurulması büyük bir önem taşımaktadır. Bu bağlamda altılı masa diye adlandırılan bir güç oluşturması da önemlidir. Ancak işçi sınıfı açısından ve emek cephesinden baktığımızda bizim adımıza elle tutulur ve gözle görülür bir tavır alındığını söylemek oldukça güçtür. Bu nedenle sol adına oluşturulan diğer ittifakların önemi burada ortaya çıkmakta bir itici güç pozisyonu üstlenerek işçi sınıfının yukarda belirttiğimiz taleplerinin gündeme taşınmasını sağlaması açısından büyük bir önem taşımaktadır

Son söz olarak şunu da belirtmekte fayda var işçi sınıfının iktidarı nihai hedefimiz ise işçi sınıfı ve dostlarıyla birlikte yol yürümeye devam edeceğiz.

***

emegin-yolundan-yurunmeli-1091678-1.

TKP PM Üyesi Aydemir GÜLER: Sosyalist Güç Birliği düzen muhalefetinden kopuşun inşası

Bu seçimi, ülkenin geleceği açısından nasıl bir mahiyete sahip olarak görüyorsunuz, sizce seçim sürecine dair nasıl bir politika izlemeli?

Her seçimin kendine özgü bir anlamı oluşur. Bu anlamın dramatize edilmesi solun önünü açmıyor. Ne demek istiyorum?

Birincisini çok kısa geçeyim; seçim düzenin değiştirilmesinin aracı değildir. Biz kapitalist düzenin yıkılmasını amaçlıyoruz. Bu sınıf mücadelesinin, halk hareketinin, kitlelerin örgütlenmesinin, bütün bunların kendine özgü araçlarının konusudur. Dolayısıyla devrimciler seçimin altını ne kadar kalın çizerlerse, kendi asli sahalarından geri çekilmiş olurlar.

Bakın, bu dediğimin fazla genel olduğu sanılmasın. AKP’li yıllarda seçim mekanizmasının düzenin sürdürülmesinin aracı olduğu görünür hale geldi. Örnek mi? ODTÜ’nün içinden yol açmayı Gökçek beceremiyordu. Muhalefetin zaferi aynı projenin Yavaş tarafından hayata geçirilmesinin önünü açtı!

Biz önümüzdeki seçimlere gelelim… 2023’te AKP’nin 2013 Gezi direnişine saldırısı, 2015 Kürt kopuşu, 15 Temmuz Gülen çatışmasıyla bugünkü haline varan rejimi altında seçime gidilecek. Dolayısıyla oy davranışının bir belirleyeni de mevcut durumun onaylanıp onaylanmadığı olacak. Ama dikkat edelim; AKP bugüne kadar neredeyse bütün seçimleri güven oylamasına dönüştürdü ve bu sertleşmeden yarar sağladı. Sertleşme bir tuzak olduğu ve muhalefet bu tuzağa düştüğü için değil; muhalefet temel başlıklarda iktidarla karşı karşıya gelmek istemediği için böyle oldu. Kutuplaşmadan kaçmak zorundaydılar. Bunca zaman sonra iktidarın inisiyatif alıp muhalefeti kovalamasını mümkün kılan, aralarındaki ortak paydadır. Düzen muhalefeti ne laik, ne özelleştirmelere, ne yoksulluğa karşı; onlar da yurtta sulh cihanda sulh’un aşılması gerektiğine inanıyorlar.

Biz gündemi bu zeminde yakalamalıyız ve AKP’yi kendi açtığı tuzağa düşürmeliyiz. Sertleşme mi; peki, sahip çıkılmayan laikliği, temsilcisiz bırakılan emekçileri, savaş kışkırtıcılığına karşı halklarla barışı en keskin halleriyle öne çıkartalım. Bunu yaparsak seçim, kitlelerin gerçek bir dönüşüme hazırlanması için bir basamak haline getirilebilir. Ve bunu yapmak için solun düzen muhalefetinin iki kanalından da, CHP’den de HDP’den de ayrı bir alanda kendini inşa etmesi gerekir. Sosyalist Güç Birliği işte o inşa süreci…

Son dönemde aday 6’lı masada CB adayı kim olacak sorusu etrafında bir kilitlenme yaşanıyor. CB seçimlerine siz nasıl yaklaşıyorsunuz?

Cumhurbaşkanlığı seçimi de sosyalist, devrimci, komünist bir siyaset odağının güçlenmesi için değerlendirilmeli. Yirmi yıl önce AKP’nin ilk yükselişini karşıdevrimin habercisi olarak gören bir gelenekten geliyorum. Dolayısıyla Erdoğan’ın gönderilmesini çok önemsiyoruz. Öte yandan bu değişim halkın hak arayışının yükselmesine, laiklik özleminin gerçek bir dinamiğe dönüşmesine, yeni-Osmanlıcı manevraların yerine gerçek bir yurtseverliğin almasına vesile olmalıdır. Bunun yolunu nasıl açacağımızı belirlemek için çok kısa bir zaman kaldı. Bu süreyi hangi düzen siyasetçisinin tercih edilebileceğini konuşarak harcamak yerine, kendi araçlarımıza yoğunlaşarak değerlendirelim, derim.