Prof. Dr. Konukman, “Uzun vadede Türkiye de yüksek faiz vermek zorunda kalacak ve bu da bir başka çıkmaz. Sorun esasen Türkiye’nin kalkınma stratejisinde. Türkiye’nin, ithal girdilere bağımlılığını yeni bir ithal ikameci sanayileşme stratejisi ile sona erdiremediği sürece döviz bağımlılığından kurtulma şansı yok” diyor.

“Emek gelirlerini koruyacak bir rejim gerek”

İsmail Özkan Özöney

Ülkenin son birkaç yıldır gündemini meşgul eden ve AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her fırsatta dile getirdiği faiz ile döviz konusundan para politikalarına, asgari ücrete yönelik yürütülen siyasi şovdan Merkez Bankası politikalarına kadar pek çok konuyu Prof. Dr. Aziz Konukman’la konuştuk.

Merkez Bankası’nın üst üste iki kez faiz indirmesini nasıl karşılıyorsunuz?

Faiz sebep, enflasyon sonuç politikası artık resmi devlet politikasına dönüştü. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum, bu sadece Tayyip Erdoğan’ın konjonktürel bir ilişkiyle Merkez Bankası’na yaptığı bir baskı değil. Çünkü bu politika 11. Kalkınma Planı’nın 55. sayfasındaki 288 No’lu tedbirde açıkça ifade edilmiş durumda. Doğrudan aktaracak olursak bu maddede, “Yatırımlar, ekonomik büyüme ve enflasyon üzerinde yüksek faiz olumsuz bir etkiye sahiptir. Yüksek faiz doğrudan doğruya üretim maliyetlerini artırıp enflasyona sebep olmaktadır. Faizin düşürülmesine yönelik atılacak adımlar; enflasyonun düşmesine, yatırımların artmasına neden olacaktır” ifadeleri geçmektedir. Bu da bu politikanın devlet politikasına dönüştüğü anlamını taşıyor. Bu yüzden televizyonlarda sürekli faiz indirimi gelir mi diye tartışılmasını hayretle izliyorum. Çünkü bu politika zaten faizlerin düşürülmesini öngörüyor. Burada tartışılacak bir nokta varsa o da faizlerin yükseltilip yükseltilmeyeceğidir. Çünkü devlet politikası olarak, faizlerin indirilmesi hedefleniyor. Faizler düşürüldüğünde de ne olacağı zaten artık herkesçe biliniyor.

Peki, faizler yükseltilmeli mi? Faizler yükseltilirse gerçekten de iktidarın söylediği gibi enflasyona mı sebep olur? Kurdaki artış nasıl kontrol altına alınabilir?

Faizler artırılırsa, kur ateşi bir şekilde biraz sönebilir ama Tayyip Erdoğan’ın büyüme ısrarı var. Hatta bunu suni olarak zorluyor ve bunu bir seçim politikası olarak görüyor. Yüksek faiz, yüksek büyüme hedeflerini zorlar. Objektif şartlar, faizin artırılmasını gerektiriyor. Çünkü FED (ABD Merkez Bankası) tahvil alımlarının sınırlandırılacağını açıkladı. Bunun takvimi de önümüzdeki günlerde açıklanacak. Büyük ihtimalle, Avrupa Merkez Bankası da aynı yöntemi izleyecektir. Peki, bunun sonucunda ne olacak? Merkezden çevre ülkelere giden sermaye, yine merkeze yani ait olduğu yere dönecek. Böylesi bir durumda Türkiye’deki sermayenin çıkışı başlayabilir. Zaten Türkiye’de çok fazla yabancı sermaye kalmadı, artık eskisi gibi sıcak para da yok. FED’in kararının bir sonucu olarak Türkiye’nin dışarıdan borçlanması daha maliyetli bir hale gelebilir ve borçlanma güçleşebilir. Ayrıca Türkiye faizi yükseltme eğilimine girse bile yine de kur üzerinde bir baskı olacaktır. Çünkü Türkiye’den her halükârda sermaye çıkışı olacaktır. Sadece Türkiye’de değil birçok ülkede bu gerçekleşecektir. Başta Brezilya olmak üzere birçok ülkede merkez bankaları gardını aldı ve politika faizlerini yükseltti. Türkiye bunu yapmadı ve bunu yapmamasının enflasyon üzerindeki etkileri de dehşet boyutlarda. Uzun vadede Türkiye de yüksek faiz vermek zorunda kalacak ve bu da bir başka çıkmaz. Sorun esasen Türkiye’nin kalkınma stratejisinde. Türkiye’nin, ithal girdilere bağımlılığını yeni bir ithal ikameci sanayileşme stratejisi ile sona erdiremediği sürece döviz bağımlılığından kurtulma şansı yok. Türkiye’nin son girdi çıktı tablosu 2012 yılına ait. Bu tablo güncellenmelidir. Bugün her sektörün ithal girdi katsayı değerleri değişti. Bu yeni katsayıların TÜİK tarafından tekrar paylaşılması gerekir. Merkez Bankası ve TÜİK’in ortak bir çalışmayla ithal girdilerin hem dış fiyatlarındaki artış hem de kur artışları nedeniyle sektörlere yansıyan girdi maliyet artışlarını saptaması ve kamuoyuyla paylaşması gerekir. Çünkü tüketiciler haklı olarak kimlerin fahiş zam yapıp, kimlerin yapmadığını bilmeliler. Kur artışı nedeniyle ithal girdilere bağımlı olan sektörlerde üreticiler fiyatları artırmak durumunda kalıyor. TÜFE ile ÜFE arasında 20 puandan fazla bir makas var. TÜFE 19-20’ler bandındayken, ÜFE 40’ı geçti. Bazı mal gruplarında 45’e kadar gidiyor. Bütün bunlar zamları beraberinde getirecek. Bizde meşhur bir laf vardır. İğneden ipliğe zam gelecek diye. Ancak iğnenin ithal girdi katsayısı ile ipliğin ithal girdi katsayısı farklı. Bu yüzden bunlara hangi oranlarda zam gelecek sorusunu TÜİK ile Merkez Bankası yaptığı çalışmanın sonuçlarını bizimle paylaşırsa yanıtlayabiliriz. Çünkü bizler zam yağmuru altında kimin meşru kimin meşru olmayan zamlar yaptığını bilemeyiz. Zam meşrudur diye söylemiyorum. Eğer üreticilerinithal girdi fiyatları veya kur artıyorsa eninde sonunda üreticiler zam yapmak zorundadır. Zamlar belki biraz daha gecikmeli gelebilir çünkü ellerindeki stoklar bitene kadar zam yapmayabilirler ancak ellerindeki stoklar bitince fiyatlar ciddi bir şekilde artacak.

emek-gelirlerini-koruyacak-bir-rejim-gerek-946364-1.
Prof. Dr. Aziz Konukman

Faizi artırmak da kalıcı bir çözüm değilse peki esas çözüm nedir?

İmkânsız üçleme diye bir şey var. Korkut Boratav makalelerinde bunu daha önce belirtmişti, ben de bunu uzun bir süredir söylüyorum. Sermaye hareketleri serbestken ya dövizin fiyatını belirleyebilirsiniz ya da faizin. İkisini birden belirlemek mümkün değildir. İktidar şu anda bunu yapmaya çalışıyor. Hem kuru etkileyeyim hem de faizi düşük tutayım... Bunun gerçekleşmesi imkânsız. Bu model buna izin vermiyor. Çünkü sermaye hareketleri serbestken Merkez Bankası bağımsız olacak ve faizi belirleyip, dövizi piyasaya bırakacak. Ancak bazı durumlarda Merkez Bankası’nın yeteri kadar rezervi varsa çok ani sıkışmalarda Merkez Bankası kuru iki yöntemle belirleyebilir. İhale yöntemiyle döviz satımıyla veya spot yani ani alım satımlar yapabilir. Bunu da internet sitesinde kamuoyuna açık bir şekilde deklare eder. Hangi kurdan aldığını, hangi kurdan sattığını, kimlere ne kadar sattığını belirtir. Spot durumda da yani aniden piyasaya girip haber vermeden sattığında da açıklama yapmak zorundadır. Bunları yapmadı ve bilindik kayıp 128 milyar dolarlık rezerv sorunu çıktı. Bu durumda çözüm Merkez Bankası’nın para kurulu olarak çalıştırılarak, kurun sabit olarak belirlenip, faizin piyasaya bırakılmasıdır. Ancak AKP bu durumdan oldukça uzakta. Çünkü ideolojik olarak faizin belirlenmesini piyasaya bırakmaya karşılar.

Yeni bir iktidarın, özellikle de sol bir iktidarın para politikası nasıl olmalı?

Sol açısından en doğru tavır emeğin gelirlerini korumaktır. Döviz patlamaları sonucunda emeğin mağdur edildiği bu mevcut yapıdan kurtulmak, kurun da öngörülebilir bir şekilde sürdürülebileceği bir yapıya geçmek gerekir. Yeni bir iktidar özellikle sol bir iktidar bunu iki şekilde yapabilir. İlk seçenekte sermaye hareketlerini kontrol altına alabilir. Fakat genellikle Türkiye’de büyüme sermaye hareketleriyle ilişkili olduğu için bunu yapmak kolay değil. Ayrıca uluslararası sermaye çevreleri Türkiye üzerinde büyük baskılar kurar. Bu tür bir politika ancak yeni bir ithal ikameci sanayileşme stratejisine dayalı, kamucu bir planla uygulanabilir. Bu ise ancak sosyalizme geçiş sürecinde mümkün olabilir.

İkinci seçenekte sermaye hareketlerinin serbest olduğu bugünkü durum korunabilir, sabit kur rejimine geçilerek kur hedeflenebilir ve merkez bankası bir para kurulu gibi çalıştırılarak faiz piyasaya bırakılabilir. Böylece emeğin gelirleri korunabilir.

AKP asgari ücrete yapacağı zammı bir şova dönüştürmüş durumda. Siz dillendirilen ölçüde bir zam bekliyor musunuz? Bunun olası ne gibi sonuçları olur?

Bunu TÜSİAD da destekliyor. Çünkü ortalama işçi ücreti neredeyse asgari ücrete eşit durumda. Ayrıca emekli ücretlerinin bile çoğu asgari ücretin altında. Satın alma gücünü korumak için bunu yapabilirler. Çünkü satın alma gücü gittikçe düşüyor ve gelecek yeni zamlarla birlikte daha da düşecek. Bu da ekonomiyi olumsuz olarak etkileyecek. Asgari ücretten alınacak vergiyi sıfırlayabilirler ve asgari ücret üzerindeki işçiye ait SGK kesintilerini kaldırabilirler. 3 çocuklu eşi çalışmayan bir asgari ücretlinin aşağı yukarı Asgari Geçim İndirimi (AGİ) tutarı, asgari ücretin yüzde 84’ü civarında. AGİ asgari ücret düzeyine yükseltilerek, asgari ücretin vergi dışında bırakılması çok kolay bir şekilde gerçekleştirilebilir. Ancak bu durumda vergilerin sıfırlanması ve SGK kesintilerinin kaldırılması nedeniyle kamu gelirinde bir kayıp ortaya çıkacaktır. Sermayenin mevcut vergi yükü bu kayıpları karşılayacak düzeyde artırılabilir ya da sermaye kesimine yönelik vergi, muafiyet ve istisna tutarı bu kayıplar kadar azaltılabilir. Bu seçeneklerden birinin hayata geçirilmesi için sol kesim ve emekçilerin örgütleri ısrarcı olmalıdırlar. Ayrıca bu iki seçenek de mümkün olamıyorsa ne yapıp ne edip devletin bu kaybı hazineden karşılaması gerekir. Böylece asgari ücretin vergi dışı kalması ve SGK kesintisinin kaldırılması uygulamaya geçirilebilir.