Pandemi nedeniyle “evden çıkmayın” duyuruları yapılırken emekçiler fabrikalarda, atölyelerde, bankalarda, marketlerde çalışmak zorunda bırakılmışlar, diğer bir ifadeyle göz göre göre ölüme gönderilmişlerdir. Bu durumda emekçilerin ve yakınlarının Covid-19’a yakalanması, iş kazası olmanın da ötesinde iş cinayetine teşebbüstür!

Emekçiler ölüme terk ediliyor

RIFAT KIRCI | @rifatkirci

Sınıfın bütününü esas alan bir sendikacılık anlayışı gerekli

Covid-19 dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de işçi sınıfı hastalığına dönüşürken, emek hareketi AKP-sermaye işbirliğiyle gerçekleştirilen neoliberal saldırılara karşı savunma yapmanın ötesine geçemedi. İşçilerin pek çok kazanılmış hakkı elinden alındı. Kamu fonları sermayeye peşkeş çekildi, yüz binlerce kişi işsiz kalırken, milyonlarca emekçi ücretsiz izne çıkarıldı. Sınıf hareketinin salgın sürecindeki tek başarısı ise işçi sınıfının kadim hakkı olan kıdem tazminatına yönelik tasfiye girişimini geri püskürtmek oldu. Ancak kazanılmış hiçbir hak yok. Aksine pek çok iş yerinden mesai saatlerinin yasa dışı şekilde artırıldığı haberleri geliyor. İşten çıkarma yasağına uyan yok, ücretsiz izin keyfi şekilde uygulanarak sendikalara karşı bir baskı aracına dönüştürülüyor. Salgın sürecinde ise çalışma yaşamı ve sendika uzmanları Dardanel ve MUSİAD kampları üzerinden işverenin, işçinin özel hayatı ve zamanı üzerinde tahakkümünün arttığını defalarca yazdı. Peki sınıf hareketinin mücadele alanı nasıl bu kadar geriledi? Sendikaların mücadele alanı nasıl genişletilebilir? Sorularımızı akademisyen Özgür Müftüoğlu’na yönelttik.

►Salgın istinasız tüm ülkelerde en çok işçi sınıfını etkili. Hatta durum o kadar vahimleşti ki covid-19 neredeyse bir işçi sınıfı hastalığına dönüştü. Peki emek hareketinin dünyada ve Türkiye’de tepkisi nasıl oldu emekciler-olume-terk-ediliyor-813454-1.sizce?

Covid-19’un bir işçi hastalığına dönüşmesi, doğrudan işçi sınıfı mücadelesinin zayıf olmasından ve buna bağlı olarak da demokrasinin yoksunluğundan kaynaklandı. Zira hızla yayılan ve öldürücü olan covid-19’la mücadelenin kaçınılmaz yolu “fiziksel mesafe” kuralıdır. Bu kuralın gerektiği biçimde uygulanması üretim, ticaret ve finanstan oluşan kapitalizmin işlemesini sağlayan üç temel çarkın durması anlamına gelir. İnsanların bir arada olmasını gerektiren bu çarkların kısa bir süreliğine bile durması, kapitalizmi içinden çıkılmaz bir krize sürükler. Öte yandan tüm yaşam kaynağı kapitalizmin işleyişine bağımlı hale gelmiş olan başta emekçiler olmak üzere esnaf, küçük üretici, çiftçi gibi sermaye dışı toplum kesimleri de gelirsiz kalır. Böylece kapitalizmin derinleşen krizi toplumsal sorunların da derinleşmesine ve sistemin bir bütün olarak sorgulanmasına neden olur.

Pandemiyle birlikte sermaye çıkarlarını temsil eden siyasi iktidarlar, sonuçları kendileri için son derece ağır olacak bu sorunla başa çıkmanın çaresini; kamu kaynaklarını sermayeye aktarmakta ve “toplum sağlığı ve insanların yaşam hakkının ihlal edilmesi pahasına” sistemin varlık nedeni olan üç temel çarkın dönmesini sağlamakta buldu. Teknoloji sayesinde finans ve ticaret alanında online/evden çalışma yöntemleriyle bir kısım işler fiziksel mesafe koşuluna uyularak sürdürülebildi ama üretim faaliyetlerinin hemen tümü ile finans ve ticaret alanının büyük bölümünde emekçiler toplu halde çalışmak zorunda bırakıldı.

Pandeminin emekçi kesimler üzerindeki etkisi, demokrasi -ki bu büyük ölçüde işçi sınıfının örgütlülüğü ve mücadelesine bağlıdır-, işsizlik, iş ve sosyal güvence ile yoksullaşmanın düzeyine göre ülkeler arasında farklı oldu. İşçi sınıfının örgütlü olduğu, sendikal ve sosyal hakların belirli sınırlar içinde de olsa yasal güvence altında bulunduğu, işsizlik ve güvencesizlik baskısının fazlaca hissedilmediği ülkelerde (bu ülkelerin hemen tümünde teknoloji yoğun üretim yapılmaktadır) fiziksel mesafe kuralı görece daha etkili uygulandı. Emekçilerin, küçük üreticinin, esnafın zararları kısmen de olsa kamu kaynaklarından karşılandı.

Ancak Türkiye bu kapsamdaki ülkeler arasında yer almadı. Türkiye, işsizliği ve çalışan yoksulluğu yüksek, sosyal güvenlik sistemi yetersiz, örgütlülüğü zayıf ülkelerden biri. Dahası Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC)’un Küresel Haklar Endeksi raporlarına göre ‘sendikal hak ihlalleri’ konusunda dünyada en kötü on ülke içerisinde yer almaktadır.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında tesis edilen “tek adam rejimi”nde demokrasinin en temel kurum ve kuralları işlemez hale gelmiş, tüm toplumsal mücadele alanları gibi sendikalar da yoğun baskı altına alınmıştır. Bu tablo karşısında sendikalar, emekçileri mücadeleye sevk edecek bir irade ortaya koyamamıştır. Bunda özellikle Hak İş, Türk İş ve Memur Sen’in tamamen AKP iktidarının yörüngesine girmiş olmasının da önemli etkisi vardır. Bu sendikalar, hükümetin pandemi politikalarını eleştirmek/direnmek bir tarafa hükümeti desteklemiş ve Haziran ayında “normalleşme” sürecine kontrolsüz bir biçimde geçilmesini teşvik etmişlerdir. Dolayısıyla Türkiye’de Kasım ayı sonu itibariyle pandeminin dünya da en hızlı yayıldığı ülkelerin başına yer almasına yol açan süreçte söz konusu sendikaların da önemli katkısı olduğunu vurgulamak gerekir.

►Covid-19’un sağlıkçılar için meslek hastalığı olması tartışılıyor ancak taleplerden bir diğeri ise işçi sınıfı için covid-19’un iş kazası sayılması. Sendikalar bu talebi nasıl yükseltebilir?

Covid-19 kapitalist üretimin, vahşi yaşam alanlarına da müdahale etmesiyle insana bulaşmış ve küresel üretim ve ticaret ağı içinde dünyaya yayılmıştır. Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi kapitalizmi tehdit eden bir boyuta ulaşma olasılığı karşısında pandemi nedeniyle “evden çıkmayın” duyuruları yapılırken emekçiler fabrikalarda, atölyelerde, bankalarda, marketlerde çalışmak zorunda bırakılmışlar, diğer bir ifadeyle göz göre göre ölüme gönderilmişlerdir. Bu durumda emekçilerin ve yakınlarının covid-19’a yakalanması, iş kazası olmanın da ötesinde iş cinayetine teşebbüstür! Korona ile mücadelede başından bu yana yetersiz donanımla sahaya sürülen sağlık emekçileri pandemiyle en doğrudan karşılaşan kesimdir. Dolayısıyla sağlıkçılar için covid-19’un meslek hastalığı olup olmadığını tartışmak bile abestir.

Covid-19, kapitalizmin insanın sadece emeğini değil doğrudan yaşamını değersizleştirdiğini görünür hale getirmiştir. Sendikaların kapitalizmle beraber, patronlar ve siyasi iktidarların da düşen maskesini, bilince dönüştürerek sınıf mücadelesini yükseltmenin fırsatı olarak değerlendirmesi gerekirdi.

SENDİKALAR SİSTEMLE BÜTÜNLEŞMİŞ KURUMLAR HALİNE GELDİ

►Sermaye, siyasal iktidar işbirliğiyle işçi haklarına yapılan saldırılar salgın fırsat bilinerek hızlandı. Sendikalara ise en çok yapılan eleştirilerden birisi, sadece toplu sözleşme hakkı çerçevesinde izlenen bir mücadele alanı çiziyor olması. Peki sendikaların siyasal alanı nereye sıkışmış durumda?

Bilimsel sosyalizmden koptuğu II. Enternasyonel’den itibaren devrimci niteliğini kaybeden sendikalar, kapitalist üretim sistemini değiştirmek üzere işçi sınıfının mücadele araçlarından biri olmak yerine sistemle bütünleşmiş kurumlar haline geldi. Devrimci işlevini terk eden sendikalar, kapitalizmin 1970’lerdeki krizinin ardından esnek üretim ve neoliberal politikaların emek ve sermaye arasındaki çatışmacı süreci yeniden canlanmasına karşı koyamadığı gibi işçi sınıfının güvenini de kaybetmesine neden oldu.

Toplu sözleşme, işçi sınıfının üretim sürecinde karar mekanizmalarına katılımını sağlayan önemli bir araç olmakla birlikte, sendikal mücadeleyi sendika üyelerinin haklarıyla sınırlayan ve toplu sözleşmenin kapsamı daraldıkça sınıf perspektifinden uzaklaşarak, sendikaları üyelerin hak ve çıkarlarını savunma çizgisine hapseden bir olgu. Öte yandan örgütlülüğün zayıf olduğu, grev hakkının engellendiği koşullarda toplu pazarlık, sermayenin emekçilerin haklarını aşındıran uygulamalarını meşrulaştıran bir uzlaşma aracı olmanın da ötesine geçmemekte. Bu nedenle sendikaların işçiler adına patronlarla masada eşit koşullarda oturmasını sağlayacak olan örgütlenme özgürlüğü ve grev hakkı tam anlamıyla yaşama geçirilmeden, mevzuatla sınırlı olmayan fiili mücadele koşullarını oluşturması gerekir. Emekçilerin yaşam hakkının ihlal edilerek sistemin bekâsının korunmaya çalışıldığı pandemi sürecinde sermaye ve siyasi iktidarlarla toplu pazarlık masasına oturmak anlamını tamamen yitirmiştir. Sendikaların bu süreçte sınıfın bütününü esas alan bir sendikacılık anlayışına dönmekten başka çaresi kalmamıştır.

►İşçi hareketi ve sendikal hareket mücadele alanını nasıl genişletir?

İşçi hareketi ve sendikal hareketin nasıl genişleyeceği konusunda tarihten çıkartılacak çok önemli dersler vardır. Sendikaların ilk ortaya çıktığı dönemdeki işlevleri (sınıf bilincinin yükselmesi, ekonomik hedeflerin yanı sıra siyasi hedeflere de yönelerek kapitalist üretim sistemi ve toplum yapısının değiştirilmesi vb.) yeniden anımsamaları gerekir. Elbette tarihi anımsamak günümüz koşullarının; en başta da üretim biçimleri ve buna bağlı olarak şekillenmiş olan toplumsal yapının ve ilişkilerin göz ardı edilmesi anlamına gelmez.

►Türkiye’de emek hareketi eksiklerini nasıl kapatılabilir?

Türkiye siyasetini belirleyen milliyetçilik/ulusalcılık ve din faktörlerinin işçi sınıfı içinde yarattığı ayrışma ve sendikaların da kendilerini büyük ölçüde bu faktörler üzerinden karakterize ettikleri söylenebilir. Bunun aşılabilmesi, sendikal yapıların baştan sona değişmesiyle mümkündür ki bu da kadınların ve gençlerin sendikalarda daha aktif hale gelmeleriyle mümkün olabilir.

►Dünyada işçi hareketinin durumu sizce nedir? Örnek alınabilecek işçi hareketleri açığa çıkıyor mu?

Dünyada işçi hareketi, genel olarak sınıfsal yaklaşımı ve devrimci hedeflerden iyiden iyiye uzaklaştı ve sistemin güdümünde, ona bağımlı, edilgen bir role büründü. Özellikle küreselleşme ve neoliberal dönüşüm sürecinde sermaye ile mücadeleden ziyade “uzlaşma” yolunu tercih etti. “Uzlaşmacı” yaklaşım, emekçilerin ekonomik ve sosyal haklarının yoğun bir saldırı altında olduğu bir dönemde, bu saldırıyı bertaraf etmek bir yana meşrulaştırdı ve emekçilerin sendikalara güvenini tamamen sarstı. Kimi zaman çeşitli ülkelerde bu genel yaklaşımın ötesine geçip, sendikal mücadelenin yükseldiği örnekler var ama bunlar hep kısa süreli oldu. Üretimin, ticaretin sınır tanımaz biçimde küresel ölçekte yaygınlaştığı koşullarda, lokal mücadele deneyimlerinin başarılı olması beklenemez zaten. Eğer işçi sınıfı hareketi yeniden yükselecek ve tarihin gidişatına yön verecek bir konuma ulaşacaksa bu kaçınılmaz olarak enternasyonel bir hareketin başarısı olacaktır.